|
|
Die Gaste, SAYI: 13 / Temmuz-Ekim 2010
|
Almanya’daki Göçmen Kökenli Gençlerin Durumu
Dr. Hakan AKGÜN
Yerli toplumun bir kesimi tarafından gittikçe artarak uygulanmakta olan Almanca ve Alman kültürü hegemonyası durdurulmalıdır. Bu tür uygulamalar ve beklentiler göçmen gençler üzerinde ters tepkiye yol açmakta ve onların Alman dili ve kültürüne olan olumsuz tutum ve tepkilerini körüklemektedir. Artık göçmen gençlerin farklılıklarını bir eksiklikmiş gibi algılayan tutumdan vazgeçip onları oldukları gibi, bütün artı ve eksileriyle kabullenip bu toplumun eşit bireyleri olarak algılamanın ve onlara bu şekilde davranmanın zamanı çoktan gelmiştir ve geçmektedir.
Yazıma genel bir durum değerlendirmesiyle başlamak istiyorum. Bu bağlamda açıklığa kavuşturulması gereken ilk durum Almanya’daki toplumun göçmen kökenli gençlere neler sunduğu ve gençlerden neler beklediğidir.
Toplumun göçmen gençlere sunduğu olanaklar listesinde şunları görmekteyiz:
o Zorunlu olmayan üç senelik okul öncesi anaokulu eğitiminin ardından on senelik zorunlu ilk ve ortaöğretim olanağı,
o Bazı eyaletlerde uygulanan ve yine zorunlu olmayan üç sene sürebilecek anaokulu çerçevesinde ve gereksinimin belirlenmesi durumunda Almaca dil destek kursları (örneğin KRV Eyaletindeki Delfin 4 uygulaması),
o Genelde dört yıllık ilköğretimde elde edilen başarıya göre 5 veya 6 yıllık değişik düzeylerdeki ortaöğretim kurumlarından birine devam etme olanağı,
o Zorunlu öğretimin sonunda elde edilen başarıya bağlı olarak bir meslek eğitimine veya yüksek öğretime hazırlık olarak ortaöğretimin ikinci kademesinde devam etme olanağı,
o On yıllık zorunlu ilk ve ortaöğretimi bir diploma alamadan başarısızlıkla sona erdiren gençler için sonradan değişik ortaöğretim diplomalarını alabilecekleri veya bir mesleğe hazırlanabilecekleri çeşitli yönlendirme kursları,
o Ortaöğretimin ikinci basamağından başarıyla mezun olarak yüksek öğretime hak kazanan gençler için sunulan ve genelde ücretli olan yüksek öğretim veya üst düzeyde bir meslek eğitimi olanağı.
Bu listeye baktığımızda seyrek olarak sunulan Almanca dil desteği dışında bütün olanaklar tüm gençlere yönelik olanaklar olup göçmen kökenli gençlere özel olmadığını görmekteyiz.
Buna karşılık bir de göçmen kökenli gençlerden beklenenlere bakalım:
o Zorunlu olmayan anaokuluna devam edip etmediğine ve Almanca dil becerisinin yeterli düzeyde olup olmadığına bakmaksızın genelde dört yıl olan ilköğretimde Almancayı anadil olarak getiren yerli ailelerin çocuklarıyla aynı düzeyde başarılı olmaları beklenmekte ve aynı ölçütlere göre bir ortaöğretim okul tipine yönlendirmeleri yapılmaktadır. Böylelikle çoğunluğu toplumun alt katmanlarından gelen göçmen ailelerin çocuklarının da daha çok yerli akademisyen ailelerin çocuklarının devam ettiği üst düzeyde eğitim veren ortaöğretim okullarına (Gymnasium) aynı oranda devam etmeleri beklentisi,
o Bütün bu ilk ve ortaöğretim dönemindeki fırsat eşitsizliği ve genelde yetersiz olan aile desteğinin sonucu olarak ancak olanaklı olan düşük seviyeli mesleklerle veya bir meslek ve iş sahibi olamadan açıkta kalmakla yetinmeleri ve hatta hoşnut olmaları beklentisi,
o Alman okul sisteminin tek Almanca dil becerisi üzerine kurulmuş (monolinguistisch) olmasına rağmen ana dili veya aile dili Almanca olmayan birçok göçmen kökenli gençlerden de ana dili Almanca olan gençlerle aynı oranda başarı ve uyum beklentisi,
o Bir yandan yerli toplum onlardan Alman kültürüne yüzde yüzlük bir uyum beklerken diğer yandan da göçmen aileler çocuklarının kendi kültürlerine sahip çıkmaları beklemektedir.
Yukarıda dile getirdiğim ve eksiksiz olduğu savı olmayan listeleri kıyasladığımızda göçmen gençlere sunulan olanaklar ve onlardan beklentiler konusundaki dengesizlik apaçık ortaya çıkmaktadır.
Genel olarak karşılaştırdığımızda göçmen gençler topluluğunun içinde sayıca en büyük grubu oluşturan Türkiye kökenli göçmen ailelerin çocuklarının durumu daha da zor gözükmektedir. Türkiye kökenli geçlerde Alman asıllı Rusya göçmenlerine kıyasla diğer müslüman göçmen ailelerin çocuklarında olduğu gibi dil ve din farklılığı da ortaya çıkmaktadır. Bu etmenler ise, sözü edilen gençlerin uyumunu daha da zorlaştırmaktadır.
Buraya kadar dile getirileni kısaca özetlemek gerekirse genelde göçmen gençlerin, özelde Türkiyeli gençlerin üzerinde hem yerli toplum tarafından (yüzde yüz uyum) hem de göçmen toplumu tarafından (kültürel değerleri özümseme) yoğun bir beklenti baskısı söz konusudur.
Bu durum belirlemesinin ardından şimdi de neler yapılması gerektiği konusunda düşüncelerimi dile getirmek istiyorum:
o Öncelikle Alman okul ve eğitim sisteminin göçmen kökenli ailelerin çocuklarının sosyal ve kültürel özelliklerini dikkate alacak şekilde yeniden yapılandırılması ve bunun eksikliğinden kaynaklanan dışlanmanın giderilmesi gerekmektedir. Örneğin çokdillilik ve kültürel farklılıklar sıra dışı konular olmaktan çıkıp her çocuğu kendine has becerileri ve gereksinimleri olan bireyler olarak algılayan eğitim ve öğretim yöntemleri okullardaki öğretim programlarının önemli bölümlerini oluşturmalıdır.
o Yine bu bağlamda anaokulları ve okullar değişik sosyal ve kültürel özellikleri olan tüm ailelere ulaşarak onlara değer veren ve çocuklarının başarılı olması için onları destekleyen birer eğitim kurumları olarak yeniden yapılandırılmalıdır.
o Yerli toplumun bir kesimi tarafından gittikçe artarak uygulanmakta olan Almanca ve Alman kültürü hegemonyası durdurulmalıdır. Bu tür uygulamalar ve beklentiler göçmen gençler üzerinde ters tepkiye yol açmakta ve onların Alman dili ve kültürüne olan olumsuz tutum ve tepkilerini körüklemektedir. Artık göçmen gençlerin farklılıklarını bir eksiklikmiş gibi algılayan tutumdan vazgeçip onları oldukları gibi, bütün artı ve eksileriyle kabullenip bu toplumun eşit bireyleri olarak algılamanın ve onlara bu şekilde davranmanın zamanı çoktan gelmiştir ve geçmektedir. Bu bağlamda en güncel olumsuz bir örnek kriminoloji profesörü Christian Pfeffer’in son araştırmasındaki müslüman gençlerin hıristiyan gençlerin tersine ne kadar inançlı olurlarsa o kadar uyuma karşı ve şiddet taraftarı oldukları savıdır (http:// www.kfn.de/versions/kfn/ assets/fob109.pdf).
o Aynı şekilde gençler üzerindeki “tam Türklük” veya “gerçek Müslümanlık” beklentilerinin de onların kişiliklerini bulma konusunda “iki arada bir derede” kalmalarına yol açmakta ve özgüvenlerini sarsmaktadır.
Kısaca özetlemek gerekirse, hangi kökenden olursa olsun gençlerimize kendi yeteneklerine ve isteklerine uygun, onları oldukları gibi kabul edip kişiliklerine saygı duyulan bir eğitim ve öğretim olanağı sunalım ve tanıma olanağı buldukları kültürlerden kişiliklerine en uygun olan kültürel özellikleri benimsemelerini ve kendi özgür iradelerine bırakalım.
|
|
|
|