|
|
Die Gaste, SAYI: 15 / Ocak-Şubat 2011
|
Söyleşiler VI
Koral OKAN
Biri ile Öteki’nin sohbetleri, kültür, sanat ve sosyal yaşamın diğer değerlerini, bunların siyasetle olan içiçe geçmişliğini içerir. Biri ile Ötek, “Sen, ben...” veya “diğeri” olabilir; isimler önemli değildir, sadece içerikler anlam taşıyacaktır.
Biri (der ki): Merhaba... İşte yine biraraya geldik. Nasılsın?
Öteki: Merhaba... Teşekkür ederim! İyiyim.
Biri: Merhaba... Hoş anlatımlarını hemen dinlemeğe başlamak istediğimden, geçen kez bıraktığımız yeri hatırlatmak istiyorum. En son, Platon’un köleci topluma bakış açısını konuşmuştuk ve Aristoteles’in bu konudaki tezlerine geçmek üzereydik.
Öteki: Hemen. Yalnız, kölecilik konusunu daha fazla genişletmeden, Antik Yunan Toplumu’nda kadınlar hakkında birkaç şey söylemeye yer bırakalım. Şimdi, şu tespitte bulunmak istiyorum: Aristoteles’in doğal kölelik teorisi, Antik Yunan’da köleliği rasyonel biçimde savunmaya yönelik en kapsamlı ve en ciddi girişimdir. Aristoteles’in kölelik teorisinin çelişkiler ile dolu olduğu söylenegelmiştir. Aristoteles de, Platon gibi, hiyerarşik bir toplum modeli tasarlar. İdeal olarak bir asker-yönetici yurttaşlar sınıfı, erdemi zedeleyici işler yaptıkları için siyasal haklara sahip olmayacak çiftçi, zanaatkâr, tacir ve işçilerden oluşan bir üreticiler sınıfı ve nihayet bir köle sınıfı düşünür; ayrıca varlıklının malına göz dikebilecek yoksul çoğunluğun devlete düşmanlık besleyip tehlikeli hale gelmemeleri için siyasal haklara sahip olduğu, yasama ve yargı işlerine sınırlı katılımlarına izin verildiği bir devlet önerir. Aristoteles üreticiler sınıfını yaptıkları işin niteliğinden ötürü aslında yurttaşlığa yakıştırmaz. “Nitekim eski zamanlarda bazı kavimler arasında zanaatkarlar köle ve yabancı sayılırlardı, hatta bu yüzden bugün bile çoğu bu durumdadır. Muhakkak olan şudur ki en iyi hükümet şekli bunları vatandaş olarak kabul etmiyecektir.” “Çünkü zanaatkar ve işçi hayatı yaşıyan bir kimsenin faziletli olmasına imkan yoktur”. Bu bakımdan, vatandaşların – arasıra kendi kendileri için yapmaları müstesna– bu gibi aşağı zanaatları öğrenmemeleri lazımdır. Eğer bunları daimi olarak yaparlarsa o zaman efendi ile köle arasında fark kalmaz. Özgür yurttaş ile köle arasındaki farkı korumak isteyen Aristoteles, bu işlerin ya kişilerin kölelerince ya da kamu hizmetindeki zanaatkar ve işçilerle yapılmasını önerir. Aristoteles’in toplum tasarımındaki hiyerarşinin ilkesi akıldır. İnsanı hayvandan ayırt eden aklıdır ve insanların toplumsal hiyerarşideki yerlerini akıl biçimleri ve buna tekabül eden erdem biçimleri belirler. Bunlar Aristoteles için, Platon için de olduğu gibi, büyük ölçüde doğal niteliklerdir. Aristoteles’e göre “doğdukları andan itibaren bazı kimseler tabi olmak için, bazı kimseler ise hükmetmek için yaratılmışlardır”. Dolayısıyla kölelik tabiata aykırı değildir, tabiat icabı köle olması gereken insanlar vardır. Akıl ve erdem kriterlerine göre kimilerini toplumsal hiyerarşinin aşağısında tasarlamak makul görülebilse de, Aristoteles’in bu en aşağı konumu kölelik statüsü olarak tasarlaması aklı nicel değil ancak nitel sınıflandırması ile mümkün olabilirdi. Nitekim “hükmedenle tabi olan arasındaki fark, derece farkı değil, bir keyfiyet farkıdır” der.
Biri: Bunlar bana son derece ters geliyor. Dinlerken, kızıyorum, tepki göstermek istiyorum.
Öteki: (Gülerek) ...tepki göstermen hiç bir şey ifade etmiyor. Tarihi geri çevirmek mümkün mü? Düşün ki, anlattıklarım, zamanımızdan 2000 yıl önce yaşanan olaylar. Tarih, bu geçmiş 2000 yıl içinde insanlık toplumunu yoğurmuş ve ona bir sürü şey katmış. Bu yüzden tarihsel gelişmeler bugün için çok şey ifade ediyor.
Biri: ...o dönemde yaşasaydım, tepkilerimi nesnelleştirmek isterdim...
Öteki: (biraz sinirlice) ...ama o dönemde yaşamıyorsun. Bunu hiç unutma. Yapman gereken, tarihsel materyalizmi, bunun yanında diyalektik materyalizmi öğrenip, şu anda yaşamının içindeki çelişkilerle uğraşman, haksızlıklara karşı çıkman, bunlara karşı “dur” demen. “...O dönem ... o dönem ... yapardım... yıkardım ortalığı falan ..! ” deyip durma. Bugün de buna benzer şeylerle karşı karşıya kalmıyor musun? Antik Yunan toplumunun erdemi orada kaldı. Bugün senin erdeminden ne haber? Ülkemizde, “hakim sınıfların erdemi ile işçilerin erdemi” arasında farklar oluşturuluyor, bunlar tartışma konusu ediliyor. (Sesini yükselterek)... İşte, öfkeni bu konularda dile getir ve nesnelleştir, durumları değiştirmeye çalış! (Bağırır) ... İnsanlar, koyun sürülerine dönüştü!
Biri: (Sesi, duyulur duyulmazcasına kısık ve utangaç) ... Çok haklısın.
Öteki: Unutma ki, bütün bu ilişkiler, Antik Yunan’da da, ekonomik altyapıya dayanıyor. Şimdi, daha önceden söz verdiğimiz üzere, kadınların durumunu konuşalım.
Herşeyden önce, Atina tüm yöneticileriyle bir erkek devleti olup kadınların bu demokrasi içinde doğrudan yer almadıkları görülmektedir. Kadınlar için koyulmuş olan yasalar ise, onlara yeni haklar vermek için değil, erkeklerin hakimiyetinde olan oikosları korumak ve devamını sağlamak içindir. Yani oikostaki rolüyle1 kadın ancak bu devlette dolaylı biçimde yer almaktadır. Aristoteles, Platon gibi filozoflar kadınların toplumda en az erkekler kadar işlevsel olduklannı ama politikanın ancak erkek işi olabileceğini söylüyorlar. Atina’da vatandaşlık da ilk etapta Atinalı erkeklerin hakkıydı. Perikles zamanında kadınlar ancak Atinalı, özgür ve vatandaş bir ebeveynden doğmuş devamında da vatandaş bir eşe sahipseler, vatandaş olabili- yorlardı. Yine de kadının vatandaşlığı erkeklerin sahip oldukları hakları kullanma anlamına gelmiyor, ancak bir Atina oikosu için yasal erkek varis üretme misyonunu üstlenmek anlamı taşıyordu. Daha sonra, Perikles’in vatandaşlık yasalarında Atina’da vatandaş olan bir erkeğin Atinalı olmayan bir kadınla yasal olarak evlenmesine izin verilmemesine rağmen, varis konusunda bazı çözümler bulunmuştu. Eğer bir adamın yasal karısından bir erkek çocuğu yoksa mirasçı olarak başka bir kadının çocuğunu evlat edinebiliyordu. Ancak bu kadının özgür bir kadın olup bir hetaira ya da köle olmaması gerekiyordu.
Biri: ...amacın, toplumsal yapıyı korumak olduğu görülüyor.
Öteki: Evet, bu yasalarla amaç, neslin ve oikos’un devamı sağlamaktı. Savaş dönemlerinde Atina’da vatandaş olmak için çocukların anne ve babalarının yasal olarak evli olmalarından vazgeçilmiştir. Bu zorunluluk, savaş sonucu erkek nüfusun azalmış olmasından doğmuştur. Böylece bir vatandaş erkeğin sadece karısından değil, “kapatması” olan diğer özgür kadınlardan da sahip olduğu çocuklara vatandaşlık verilmeye başlanmıştır. Bu durum aslında Atina’nın oikos anlayışına ters düşmekle birlikte, askere ihtiyaç duyulduğu ve askerlerin de ancak vatandaş olan erkeklerden seçildiği için, kaçınılmaz bir uygulama olmuştur. Görülüyor ki, Atina’da kadınlann hak ve statüleri ancak erkeklerin devletinin devamını sağlayacak erkek nesIinin üremesini kolaylaştırmak adına genişletiliyordu. Bunun paralelinde yeni olanakların istismar edilmesi ve bu yolla kadınların daha özgür kılınmasını engellemek için önlemler de alınıyordu.
Biri: Eğer bunlara uyulmazsa ...?
Öteki: Kadın için ceza kölelik, erkek için ise çok ağır paralar ödemek olduğu bildirilmektedir. Atina’nın tek başına Antik Yunan dünyasındaki uygulamaları temsil edemeyeceği açıktır ama Atina dışındaki yerlerde kadınların durumu aydınlatacak gün ışığına çıkarılan belgeler ise henüz az sayıda ve dağınıktır.
Biri: Atina’da durum bu. Sparta’daki durum değişik mi?
Öteki: Sparta’ya ait tarihi veriler, Ispartalılar’ın da yabancılarla evlenmedikleri ve her Sparta’lı ebeveynden doğan çocuğun Sparta vatandaşı olduğu geçiyor. 369’da da Spartalı kadınların Epameinondas’ın istilasına karşı ayaklanmaları da bu kadınların ülke yönetiminde etkin olduklarını düşündürüyor. Bunun yanında doğumda ölen kadınların, savaşta ölen erkekler gibi devlet hizmeti yaptıkları kabul edilerek bu durumun bir onur olarak belirtilmesi, kadınlara verilen önemi göstermektedir. Aristoteles ise, Sparta’nın 2/5’i kadınlara ait olduğunu, hele 3000’lere gelindiğinde ülke topraklarının yarısına sahip olduklarını belirtiyor. 600’lü yıllara ait Lokris’deki Zaleukos yasalarında bazı kadınlara vatandaşlık hakkı tanınıyor olsa gerek ki, bu kadınların görünüş ve ahlaki bakımdan kendilerini komik duruma düşüremeyecekleri, şehri gece terkedemeyecekleri, zina yapamayacaklan, altın ve pahalı elbiseler taşıyamayacakları, eğer bunların tam tersini yapabilenler varsa zaten bunların hetaira olduklan belirtilmektedir. Batı Yunanistan yerleşimlerinde kadınlara ne tür haklar tanındığı bilinmemekle birlikte, Agrigentum örneğinde olduğu gibi, kadınların toplumsal hayatta daha çok yer almış olma olasılıkları vardır. Öyle ki, buradaki kadınlar 406’daki Kartaca Savaşında erkeklerle beraber savaşmışlar, komşu yerleşimdekiler ise orduları için yiyecek içecek sağlama görevini üstlenmişlerdir. Arkaik ve klasik dönemler için kadınların hukuksal konumları yanında toplumsal yaşantılarına ilişkin bilgileri içeren yazılı belgelerin neredeyse tamamının yine Atina’ya ait olduğunu görmekteyiz. Bunlara göre Atina’da kız çocuklarının çocukluktan başlayarak erkeklerle aynı fırsatlara sahip olmadıkları izlenmektedir. Az sayıda kızın okuma-yazma öğrendiğine işaret eden göstergeler varsa da kızların hiçbir zaman oğlanlar gibi eğitim görmedikleri kesindir. Çünkü erkekler kadının “aşırı” okuma-yazma öğrenmelerine karşıydılar. Kızlar ancak küçükken anneleri, akrabaları ya da bazı kölelerden mitolojik hikayeleri ve dini ritualleri öğrenirlerdi. Özellikle Ksenophon Atina’daki evlilik yaşına gelmiş kızların aşırı eğitimsizliklerinden yakınırken, evlendikten sonra kocaları tarafından eğitilmeleri gerektiğini söylemektedir. Platon ise bu durumun kadınların erkeklerden daha az yetenekli olmalarından kaynaklandığı savunmaktadır.
Biri: Sparta’da durum nasıldı?
Öteki: Eğitim konusundaki istisna yine Sparta idi. Sparta’da kız çocuklar da erkek çocuklarla birlikte eğitim görüyorlardı. Kadınlara fiziksel açıdan sağlıklı nesiller yetişmesi için çok önem veriliyordu. Okullarda kadınlar da erkekler gibi iyi beslenir, okuma yazma öğrenir ve tüm vücut eğitimlerini alırlardı. Batı Anadolu’da Ionia kıyılarında ise kız çocuklarına Afrodit şerefine düzenlenen güzellik yarışmalarına katılmak, kutlamalarda, düğünlerde ve dini bayramlarda görev almak üzere lyra çalmak, dans etmek ve şarkı söylemenin öğretildiği bir çeşit eğitimin verildiği biliniyor. Fakat ele geçen Attika kökenli tasvirli seramikler Atina’da da aynı türden eğitimin verildiğini düşündürmektedir. Atina’da ender olarak iyi eğitim görmüş genç kadınlardan bahsedilebilir. Bunlar hetairalarla kadın düşünürlerdir ve aynı kefeye koyulmuşlardı. Çünkü hetairalar çoğunlukla akıllı ve eğitimli olurlar, kadın düşünürlerse en azından dışarıdan bakıldığında onlar kadar özgür bir yaşantı sürerlerdi. Bunun yanında Yunan dünyasının diger yerlerinde yoğunken Arkaik ve Klasik dönem için Atina’dan hiçbir kadın şair çıkmaması dikkat çekicidir.
Biri: Erkeklerin hamiliği söz konusu mu?
Öteki: Evet, Atina’da kadınlar hayatları boyunca “Kyrios” denilen bir erkeğin velayeti altındaydılar. Bu hamiler ilkin baba, erkek kardeş, koca sonra da yetişkin oğul oluyordu. Kendilerine ait tek şey ise kocalarının denetiminde drahomaları çeyiz paralarıydı2. Kız çocuklar erkek çocuklardan, çocuk ölümleri bakımından daha arka sıradaydı, bu yüzden yaşı gelince babalar kızlarına koca arıyorlardı. Bu nedenle erkeklerin kadınlarla evlenmelerine kadınlara verilmiş bir şeref gözüyle bakılıyor olsa gerek ki kadınlar tüm baskılara katlanıyorlardı. Kızlar eğer koca bulmak istiyorlarsa drahomalan olmak zorundaydı aksi taktirde bir kızın bu konuda şansı yoktu.
Biri: Bugün bile uygulanan bir töre...
Öteki: Aynen. Drahoma belirlenen bir para miktarıydı, zenginlerde bu 2 talentle 80 mina arasında, sıradan halkta 20 ile 10 mina arasında değişiyordu. Drahoma damada evlilik anlaşmasında nakit olarak veriliyordu, ama Keramaikos’ daki bir örnekle görüldüğü üzere bazı durumlarda taksitlendirildiği de anlaşılıyor. Eğer kızın babası ölmüş ve erkek kardeşi yoksa akrabaları bu drahomayı ödemekle yükümlüydüler. Evin eşyası da bu parayla alınıyordu. Eğer erkek nikahı bozarsa kadının drahomasını geri vermek zorundaydı. Çeyize kadının finansal garantisi gözüyle bakılıyordu ama yaşadığı müddetçe kontrolü kocasına verilmişti. Yine de kadının malı herzaman kocasınınkinden ayrı tutulmuştur. İlginçtir ki Solon yasalarında borçlarından dolayı bir adam ve çocukları köle olarak satılabilir ama karısı satılamazdı, çünkü kadın kocasının değil kendi ailesinin oikosuna aitti. Eğer koca karısından önce ölürse ve çocukları da yoksa, kadın bu drahomayla evine geri gidiyordu. Eğer çocuk varsa bu paranın bir kısmı çocuklara bırakılıyor, onlar reşit olana kadar annelerinin veya koruyucularının kontrolünde kalıyordu. Tekrar evlenen kadınlar tıpkı evlenmemiş olanlar gibi bir kez daha drahoma ödüyorlardı. Atina’da eğer erkek varisi kalmayan bir oikosda kadın tek varis ise oikos dağılmaz, yaşamına devam ederdi. Bu durumda oikosa ait kleros’un mülkiyeti konusunda sorunları önlemek için bazı uygulamalara gidiliyordu. Öncelikle epikleros olarak adlandırılan varis kadının, en yakın erkek akrabalarından biriyle evlenmesi gerekiyordu. Eğer kadın zaten evliyse ve erkek çocuğu yoksa kocasından boşanmak, evleneceği erkek akrabası da karısından boşanmak zorundaydı. Genç kızlar babalarının evinde fazla kalmazlar erken evlendirilirlerdi. Çoğunlukla kızların evlenme yaşları 16-18 arasıydı ve kocaları da kendilerinden büyük olurdu. Evlenme yaşı olarak Platon, Aristoteles gibi düşünürler, Sparta’da uygulandığı üzere, 18-20 yaş arasını uygun olarak önermektedirler, ki bu sağlıklı nesiller yetişebilmesi için kızların fizyolojik açıdan da gelişkin olmasını gerekli bulan bir yaklaşımdır. Evlenecek kız için “Parthenos” olarak kavramlaşan bakirelik önemli bir koşuldu. Bu nedenle aile tarafından kızların denetimi önem taşımaktaydı. Atina’da Solon zamanında bir kızın babası kızının bakire olmadığını anlarsa onun artık aile ile akrabalığını bitirir ve isterse köle olarak satılabilirdi, bu durumda bir koca da zaten bulunamazdı.
Biri: Evliliğin önemi ...
Öteki: Evlilik toplumsal açıdan kadınların statüsünde önemli ve radikal bir değişiklikti. Böyle olmasının en önemli nedeni, değindiğimiz gibi, kadınların ilerideki potensiyel erkek/vatandaş nüfusunun üreticisi olarak kabul edilmesi bağlantısında altında kaldığı yeni sosyal ve hukuki baskılar ama diğer taraftan vatandaşlık hakkı ile belki de bunun sağladığı oikos dışındaki dokunulmazlığıydı. Kadınların kendi evlenecekleri adamın seçimini yapmaları alışıldık bir durum değildi ama üst sınıfa dahil kadınlar bu konuda her zaman daha bağımsızdılar. Evlilik kurumu içinde zina Atina’da ağır bir suçtu. Zinaya Atina’da kadınların günahı gözüyle bakılırdı. Evlenmemiş bir genç kız zinaya karışmışsa köle olarak satılabilirdi. Diğer taraftan Kyrios’un hamiliği altındaki herhangi bir kadın (anne, kardeş, eş) zinaya karışırsa Kyrios’un öldürmek ve zina yaptığı erkeğin de cezasını belirlemek hakkı vardı. Solon’un yasalarında bu durum açık şekilde dile getirilerek, zina yapan kadının gözler önünde öldürülmesi söylenmiştir. Zina yapan kadın eğer öldürülmezse hiçbir şekilde ömür boyu bayramlık özel giysiler taşıyamayacak ve kamuya açık yerlerle kutsal alanlara gelemeyecektir. Eğer gelirse bayram takıları ve elbiseleri parçalanarak, dövülecek ya dili kesilecek ya da idam edilecektir.
Biri: Zinaya karşı tepkinin Atina toplumunda siyasi olduğunu düşünüyorum...
Öteki: Tabii. Zina karşında Atina’da kadınlara yapılan bu baskının nedeni, politik kaygılar taşınıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu yolla doğan çocuğun oikosa ait olması ve vatandaşlığa kabul edilmesi tehlikeli bir durumdur. Giritli kadınlarsa zina cezaları konusunda Atinalı kadınlara göre biraz daha şanslıydılar. Örneğin Godryn yasalarında zinalar ölüm değil para cezasıyla karşılanıyordu. Spartalılar’da ise zina konusunda herhangi bir cezaya rastlanmamıştır. Aristoteles’in Spartalı kadınlar hakkında söylediklerinden burada kadınların cinsel anlamda özgür olduklan ve zinanın bir suç olmadığı anlaşılıyor. Kadınların evin dışında dolaşmaları hoş karşılanmazdı. Bu nedenle evin dışına genellikle yaşlı bir köle (gynaikonomos) eşliğinde çıkabilirlerdi. Dışarda ise çoğunlukla komşularına misafırliğe giderlerdi. Zaten çarşıda görülmezlerdi. Bu nedenle doğum, ölüm ve dini bayramlar kadınların evden ayrılmaları için birer fırsat olmalı. Genellikle bayramlarda şenlik alaylarında figüran, kurban ayininde de gerekli aletleri taşıyan din görevlisinin yardımcısı olarak yer alabiliyorlardı. Aristophenes’in değinmelerinden birinde geçtiği üzere 5. yy’da tiyatro seyircilerinin sadece erkekler olduğu anlaşılmaktadır.3 Başka kaynaklara göreyse kadınların özellikle Dionysos şenlikleri vesilesiyle tiyatroya geldikleri, ama sahneden çok uzakta ve erkeklerden ayrı oturdukları bilinmektedir.
Biri: Sahnede ...
Öteki: Sahnede kadın rollerini de erkekler oynamaktadır. Ama her koşulda kadınların kamuya açık alanları erkeklerle birarada kullanmadıkları anlaşılmaktadır. İhtiyar kadınlar ise, dışarı çıkma konusunda daha şanslıydılar, çünkü bunlar sıkça genç kadınları ziyaret ederler ve evlere doğum yaptırmaya giderlerdi. Sadece fakir kadınlann ev dışında çalışmaları alışıldık bir durumdu. 6-4. yy’la ait Grekçe yazıt ve fragmanlardan bu kadınların köylerde ev işleriyle beraber tarlada işçi, köle ve hizmetçi şehirlerdeyse yine hizmetçi, köle, dokuma işçisi, çocuk bakıcısı-sütanne, çamaşırcı, temizlikçi, pazar yerlerinde satıcı, cenazelerde ölüyü yıkayıp hazırlayıcı ve ağıt yakıcı olarak çalıştıklarını anlıyoruz. Bunların yanında sympozyumlar başta olmak üzere erkeklerle toplu faaliyetlere katılabilen ama iyi gözle bakılmayan dansözler, flütçü kızlar, kadın düşünürler ve hiçbir zaman vatandaşlık hakkı alamamış Hetairalar vardı. Klasik dönemden başlayarak serbest hareket edebilen, özgür kadınlar ancak Hetaira’lardır. Bunlar kültürlü, kibar bazen de asil fahişelerdir. Sıradan ev kadınlarının yanında aristokrat kadınların daha özgür yaşadıklarını görüyoruz. Özellikle 7-6. yy’la ait Sappo’nun şiirlerinde bunlarla ilgili değinmeler vardır. Burada bu kadınların ağır ve pis ev işlerine gelemedikleri ve vücut bakımlarına çok önem verdikleri anlatılmaktadır. Sohbetimizi bugün noktalayalım. Sağlıcakla kal.
Biri: Teşekkür ederim ve sağlıcakla kal.
Kaynak: Ayşe Gül Akalın, Eskiçağda Grek Kadınının Toplumsal Yaşantısı, AU-DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 33, 2003.
Dipnotlar:
1 Bkz. W. Schuller, Frauen in der griechischen und römischen Geschichte, 1995 s. 61
2 Bkz. E. Friedell, Kulturgeschichte Griechenlands, 1988, s.226
3 Bkz. Aristophenes, Kuşlar, (çev. A. Erhat-S. Eyüpoğlu), 1988
|
|
|
|
|