İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 18 / Ağustos-Ekim 2011

Yazınsız Çocuklar




Nihat ERCAN



    Güzellikse eğer sanat, mayası sevgidir. Özgeyi anlamaksa özü sevgidir sanatın. Eğer sevmek anlamak ve de anlamak sevmekse beş duyunun anası düşünmektir. Düşünmek dildir, en başta da anadilidir. Düşünmek varlık nedenlerinin en başındadır insan olmanın. Güzellik sevgi buluşması canlı oluşumunun temelidir. Canlının ilk adımı genlerin bileşimi yapı ve ekin iletişim süreci olarak işlevselleşmiştir. Ana karnındaki bebek bir ekin ortamına düşer ve gelişir. Dünyamıza hoşgeldiğinde eksiklidir bebek ama etkindir, annesinin sancı ezgilerine yanıttır attığı çığlık, tutturduğu yaşam türküsü, ağlaması. Gelişmesi için süt, giysi yanında ekinlerin ekini sevgiden damıtılmış anne ninnisidir içselleştirdiği güzellik, diğer adıyla çocuk yazınına giriştir.
    Bu ilk güzellik, içselleşen anne ninnisi çocuk yazını, baba öğüdü atasözleri, ninelerin masalları, dedelerin destanları, dulların yasları, komşuların manileri, arkadaş tekerlemeleri, uykularda sayıklanan bilmece bildirmeceleri, karanlıkta yitirdiğini aydınlıkta arayan Hoca Nasrettin Güldüşünleri, ayrılık göz yaşlarıyla ıslanan aşk şarkıları, kızların mendillerine, erkeklerin yüreklerine işlenen dizeler, umarsızların erim erim eriyesin, sürüm sürüm sürünesin türlü ilenceleri, gerektiğinde kullanılmak üzere bilincimiz en derinlerine attığımız övgü ve sövgülerimiz, Kuantum Kuramının öncülü “minareden at beni in aşağıya tut beni”li, dam başında saksağan vur beline kazma”lı saçmalığı anlamlı kılan felsefe bilgelikleri ve ozanları utandıran yanık türkülerimiz, unutulmaz dinletilerimiz , bizi biz eden anadilinde çocukluğumuzun sözlü yazını, çocuk yazınımız.
    Okuduğumuz, okuyabileceğimiz, okuyamayacağımız yazınımız. İlk masal kitabımız, Keloğlan, Deli Dumrul, konuşan cansızlar, hayvan ve bitki öyküleri, çiçek, böcek şiirleri, anneden önce gelen yurt sevgisi, doğruluk, erdemlilik, iyilik kötülük üzerine öyküler, ilk öykü yazma denemeleri, şiir defteri tutmaları, anılar, yetişkinlerin yazdığı çocuklar üzerine ve onlar için öyküler, eğitsel, öğütsel büyüklere yönelik çocuk öyküleri, ders verme, ders alma kıssadan hisseler, iyi yurttaşlık masalları, daha ilerisi çocuk romanları, doğruluk, çalışkanlık, dayanışma gibi kendi eksikliklerini çocuklarda tamamlayan yetişmiş yetişmemişlerin çabaları, yerlisi çevirisiyle boy atan ve tüm bu karmaşa içinde kendisine yaşam alanı açan, kendi kendisini eğitme, yaşamla hem uyumlu hem uyumsuz çelişkiler yumağı kolaylığına denk zorluktaki çocukların yazını, çocuk yazını evrenine kıyısından bir selam.
    Yazın, dille insan-insan, insan-doğa boyutlarını da aşan tüm ilişkileri, somut , soyut durumları, devinimleri, incelik, derinlik, yoğunluk, yalınlık ve güzellik boyutlarıyla işleme, anlamlardırma, anlama ve anlatma, etkin ve yetkin dillendirme sanatı olarak tanımlanabilir. Çocuk yazını ise bunun çocukluk düzeyinde geçekleşmesidir. Yazın kullanılan, konuşulan, yazılan dildir. Dil yazının kapsamı, yazın dilin içlemidir. Dilsiz yazın olmaz, güzel dilsiz yazın hiç olamaz.
    Dilsiz toplum da olmaz, ama yazınsız olabilir mi? Ya da Yazınsız Çocukların güzel, yetkin dilleri olabilir mi? Yanıtımız şimdilik “olurolmaz” halk söylemidir. Almanya Türk toplumunun çocukları bu anlamda uygun bir gözlem-deney alanımızdır. Olur-olmaz bakış açısından bir irdeleyelim konuyu:
    Türkler Almanya ‘ya bundan yarım yüzyıl önce işgücü olarak gelmeye başladılar. Nicel gelişmelerine koşut olarak, ilk baştaki işgücü nitelemesi konuk işçiliğe, yabancı hemşeriliğe, göçmenliğe ve giderek yurttaşlığa evrimleşti. Günümüzde Almanya Türk toplumu 3 milyona yakın insandan oluşmaktadır. Bu insanların büyük bölümü ya burada doğmuş ya da çok küçük yaşlarda gelerek burada sosyalizasyonlarını gerçekleştirmişlerdir. Artık 4. kuşak Almanya Türkleri ‘nden söz edilmektedir.
    Sosyalizasyon sürecinin en yoğun yaşandığı yerler aileden sonra, eğitim alanı, yuvalar, okullar, çıraklık eğitimi yapılan işyerleri ve kurumlardır. Toplumsal uyum sürecinin temelleri bu kurum ve kuruluşlarda atılır ve toplumsal yaşamın diğer alanlarında geliştirilir. Somutlarsak, eğitim/öğretim toplumsal uyum sürecinin olmazsa olmaz temel öğesidir. Eğitim kurumları ne denli iyi işliyor, fırsat eşitliğini sağlıyorsa, çocuklar buralardan o denli donanımlı ve becerili olarak geçerek çalışma yaşamına atılırlar.
    Eğitim, bedensel ve zihinsel gelişme, yetkinleşme süreci olarak tüm insan yaşamını kapsar. Eğitim bireysel ve toplumsal bir etkinlik olarak belli bir toplumsal yapı ve sistem içinde gerçekleşir. Eğitim sistemi olarak adlandırılan bu yapılanma toplumun genel yapısına olanaklarına ve amaçlarına uygun işlevlere ve işlerliğe sahiptir. Sağlıklı işleyen bir eğitim sistemi öğrenciden çıkan, onu eğitimin temel ögesi olarak alan ve onun bilgi ve becerilerini genel amaçlar doğrultusunda geliştiren ve yaşama hazırlayan sistemdir. Eğitim ve öğretimde dil en önemli olgudur. Eğitim de dil edinimi ve becerisi hem bir araç ve hem de bir amaçtır. Yeterli dil gelişmişlik düzeyi tutturamayan öğrencilerin başarılı eğitim almaları olanaksızdır.
    Almanya ‘da yaklaşık yarım milyon Türk kökenli öğrenci bulunmaktadır. Bu öğrencilerin okullara göre dağılımı ve bu okulları bitirme oranları yaklaşık olarak aşağıdaki gelişmeyi göstermektedir.

İlkokulu bitirenler (9 yıllık zorunlu)%40 (Almanlar %30)
Ortaokulu bitirenler (10 yıllık) %30 (Almanlar %31)
Lise ve dengini bitirenler (13 yıllık) %10 (Almanlar %30)
Diplomasız ayrılanlar -belgeli- %20 (Almanlar %9)
Öğrenme engelliler okuluna gidenler %4,2 (Diğer yabancıların 2 katı)
Meslek eğitimi alanlar %35
İşsiz genç Türklerin oranı %45 (Almanya ortalaması %9)

    Bu sonuçlardan sonra da Türk çocuklarının okula başlamadan önceki dil edinimi ve gelişmişlik düzeylerine bir göz atalım. Bu alanda yeterli araştırma yapılmamıştır. Tüm eksikliklerine ve yetersizliklerine karşın bu konuda veri oluşturan çalışma Hamburg Eğitim Bakanlığı adına Prof. Dr. H. Reich ‘ın yönetiminde yapılan ve Mart 2000‘de sunuçları kamuoyuna açıklanan araştırmadır.
    1. Aile içinde kullanılan dillere yönelik bulgular: Türk ana-babaların %34 ‘ü çocuklarıyla evde Türkçe konuşuyorlar, %39 ‘u ağılıklı olarak Türkçe konuşuyorlar ama Almanca da konuşuluyor, %25‘i Türkçe ve Almancayla eşit oranda konuşuyorlar. Çocuklarıyla konuşmalarda Almancayı Türkçeden daha yoğun kullanan aile saptanamamış. Çocukların ana-babalarıyla konuşmalarında Almanca kullanmaları artarak sürmekle birlikte, Türkçeyi kullanmaları daha baskındır. Kardeş çocuklar arasında Almanca konuşma daha yoğun olmakla birlikte yine Türkçe daha baskın konumdadır. Türk çocuklarının kendi aralarında ve ana-babalarıyla konuşmalarında %34 oranında iletişim dili olarak Almanca kullanmaları kuşaklar arasında bir kırılmayı ve Almancaya yönelimi açıklamaktadır.Yine ana-babalara yöneltilen, çocuğunuz için hangi dil ne kadar önemlidir sorununun yanıtları da genel kanıyı doğrular biçimdedir. Buna göre, %81,5 Almanca “çok önemli” , %18,5 “önemli” buluyor. Bunun yanında Türkçeyi %51,4‘ü “çok önemli”, %42,5 “önemli” ve %6,1‘i de “çok da önemli değil” yanıtlarını veriyorlar.
    2. Dil Gelişmişlik durumları: Türkçede: %9,6‘ı Türkçe konuşmada büyük çapta sorunludur. %26‘sı basit konuşur, %39‘u yeterli ve %25‘i de iyi derecede konuşuyor. Almancada: Hiç Almanca konuşamayanlar %8, çok basit Almanca konuşanlar %13, yetersiz derecede Almanca konuşanlar %23, yeterli Almanca konuşanlar %21, iyi derecede Almanca konuşanlar %18 ve ortalamanın üstünde iyi Almanca konuşanlar %16 ‘dır.
    3. Türkçe ve Almanca karşılaştırması: Genel olarak okul öncesi çocukların Türkçeleri Almancalarından daha yüksek bir gelişmişlik göstermektedir. Her iki dil düzeyinde eşit gelişmişlik oranı %48, Her iki dilde de eşit az gelişmişlik oranı %6‘dır. Eşit orta ve iyi gelişmişlik düzeyi %42‘dir. Çocukların diğer yarısında iki dilin gelişmişlik düzeyi farklıdır. Bunların %44‘ünün Türkçeleri Almancalarından daha baskın, ve %8’nin de Almacaları Türkçelerinden daha iyi durumdadır.
    Çocuk ana karnında dil öğrenmeye başlar, doğduğunda ilk çıkardığı ses ağlamasıyla konuşma başlamıştır. Üç yaşına değin duyduklarını ve çevresindeki olup bitenleri içselleştirerek anlama ağırlıklı konuşma denemeleriyle dil öğrenimini sürdürür. Sesleri heceler, sözcükler ve kısa tümceler izler. Çocuk yedi yaşına geldiğinde, dil ediniminin en önemli iki aşamasını gerçekleştirmiş olur. Duyduğunu anlama ve konuşma zihinsel gelişmeyle birlikte karşılıklı etkileşim içinde düşünme yetisini geliştirir ve daha karmaşık dilsel yapılara açılır. Düşünme, deneme, öğrenme sürecine girer.
    7 yaşına geldiğinde okul yaşamına adım atmasıyla dil ediniminin diğer iki üst aşamasına hazırdır ve okuma-yazmayı öğrenir. Duyguları, düşünceleri, olayları kavrar, yazılı ve sözlü anlar, anlatır. Tekdilli öğrenciler, tekdilli öğrenim sistemlerinde bu aşamaları gerçekleştirerek, dil temelli tüm etkinliklerde bulunabilir düzeye gelir. Artık o öğrencidir ve öğrenir.
    Alman okul sisteminde, anadili Almanca olmayan öğrenciler, okula başladıkları zaman iki dili iyi derecede biliyorlarsa sorunsuz olarak dersleri izlerler, başarılı olurlar. Ancak, anadilinde yeterli bir düzeydeler, ama Almancaları yetersiz ya da hiç bilmiyorlarsa, yaşıtlarıyla birlikte Almanca anlatılan dersi anlayamazlar. Onlar yeterli Almanca bilmedikleri için, yaşıtlarının öğrenmek durumunda oldukları aşamada değil de daha alt öğrenme basamaklarından birisinden başlamak zorundadırlar. O yaşa kadar dil edinimleri, öğrendikleri bir bakıma sıfırlanmıştır, yok sayılmıştır. 7 yaşında öğrenmeleri gerekenleri Almanca bilmediklerinden dolayı öğrenemezler, anadillerinde ders yapılmadığı için yine 7 yaştan sonraki öğrenimi yapamazlar. Onlar 2 yaşındaki çocukların öğrenme dönemine geri giderek o yaşlarda öğrenilmesi gereken dil edinimini, Almanca olarak öğrenmek durumunda kalırlar. Örneklersek, onlar yaşıtları gibi, 7 yaşında evin atılmış temeli üzerine yeni katları yapamazlar tersine yeni temel atmak için uğraşırlar. 7 yaşından sonra Türkçe dersi verilmediği için de bu dili de yeteri kadar öğrenemezler, geliştiremezler. Geldikleri nokta, iki yetersiz dilliliktir ve bu yetersizliklerle okulda başarılı olmaları ya olanaksız, ya da insanüstü çabalarla olanaklıdır.
    Bu çocuklar anne ninnisi de olmak üzere sözlü yazın-ekin ortamına doğmazlar, o ilklerin yoğun ortamını yaşayamazlar. Genellikle anneler bile ninnisiz, masalsız, tekerlemesiz vb. büyümektedirler. Çoğunlukla nineler, dedeler yoktur oğul balını sevgi imbiğinden damıtan.
    Ya bu çocukların kitap arkadaşları, en iyi dostları var mıdır? Neler okurlar, hangi yazın yapıtlarına ulaşabilirler, okumak isteseler bulabilirler mi, bulsalar okuyabilirler mi, okusalar anlayabilirler mi, anlasalar yeni üretim yapabilirler mi, değerleri içselleştirebilip özgür düşünebilirler mi, uygun davranış ve eylemler gösterebilirler mi? Küçük bir bölümü dışında bu soruların olumlu yanıtlanması ülkemizde genelde tek dilli öğrenim, eğitim alan çocuklarımızın konumunda bile zorlaşırken, yurtdışında iki dilde ve iki kültürde iki yarım dillilik ortamındaki çocuklarda bu soruların sorulabilmesi bile bir olumluluktur, sorabileni bulunursa! Satırların yazarının kırk yıllık gözlemleri, özdeneyimleri göstermiştir ki, çocuk kitapları elde etmek, çocukların okumalarını sağlamak, onların anlamalarını, anlatmalarını değerlendirmek çok küçük bir kesim dışında olanaksızdır. Yazın yapıtlarını okuyamayan, onları anlayamayan çocuklar, dillerini geliştiremiyorlar, yetkinleştiremiyorlar, bu nedenle de okuduklarının tadına varamıyorlar, doyum sağlayamıyorlar. Bu kısır döngü bir yazgı gibi sürüp gidiyor.
    Dili yetkinleştiren, güzelleştiren, etkinleştiren yazın yapıtları sanatı, düşünceyi, bilimi, felsefeyi geliştirirken başarılı, erdemli, mutlu insanı ve toplumu da yaratıyor, oluşturuyor. Bunlar çocuklarımızın yukarıda belirtilen öğrenim başarı/başarısızlık oranlarının nedenlerini açıkça göstermektedir.
    Ayrıca sorunun bir başka boyutu da, işsiz, gelirsiz, gelecekten umutsuz gençlerimizin oranı da çok yüksek, hatta yerlilerin iki katından fazla olmasıdır. Suça itilen, hapislerde çürüyenlerin en umarsızlarının yarattığı şiddetlerin gittikçe çoğalması da anlaşılabilir bir sonuçtur. Anlaşılamayansa bu edepsiz çocukların (bağışlayın), edebiyatsız çocukların daha şimdiden en görkemli konularıyla yazın-sanat yapıtlarına doruk yaptırmakta ve önemli ödüller kazandırmakta oluşu kara mizahıdır.
    Onların sorunu iki ya da üç yetersiz dillerinin bir dil etmediğinin ayırdına ya hiç varamamaları, ya da çok geç varmalarıdır. Yetkin, etkin bir dil edinimi sağlayamamaları ve buna bağlı olarak da değerler geliştirilip içselleştirememeleri, iyiye, doğruya, güzele ulaşamamaları, tersine değerlerinin işlevsizleşmesi; sığ, yoz, mutsuz bireyler toplumu oluşumuna doğru yol almalarıdır.
    Yazınsız Çocuklar Toplumu olur (mu?) Olmasına olur da, dilim varmaz olur-olmaz bunu söylemeye!