|
|
Die Gaste, SAYI: 18 / Ağustos-Ekim 2011
|
Paldır Küldür Kültür
Hasan ÇAKIR
Yirmibirinci yüzyılın başında, Avrupa’nın ortasında, kültür mültür, entegrasyon mentegrasyon, identite midentite derken şaşkına çevrildik. Çok kültürlü mü, bir kültürlü mü yoksa bi-kültürlü mü olsak, kendi kültürümüzü korusak da mı entegre olsak yoksa nasıl olsak?...
Bir kavram kargaşası ki sormayın gitsin! Avrupa yarım aydın, başat kültürcülerinin baş rolleri oynadığı Avrupa kültürü sahnesinde bir o yana bir buyana savrulup duruyoruz...
Frankfurt’ta 200’e yakın kültür varmış... Böyle kalabalık, çok, çeşitli, farklı, diğer, başka, yabancı, nasyonal kültürlerin itiş kakışı arasında kendimize bir yer kapabilecek miyiz? Biz kimiz? Kendi kültürümüz nedir? Biz n‘olacağız? kendi kültürümüz n‘olacak?
Evet, bir “kültür sorunu”yla karşı karşıyayız.
***
Sorun aslında, paldır küldür ortaya sürülen kültür kavramlarını eleştirisiz benimsememizden ve üzerinde düşünmeden kullanmamızdan, yani kültür anlayışsızlığımızdan kaynaklanıyor.
Söz gelimi şu ünlü “yabancı kültürler” söylemini iskandilliyelim: Hiç bir gün merak edip sorduk mu, yabancı kültür nedir? Hangi kültürler yabancıdır? Neden yabancıdır? Yabancı kültür olur mu?...
Ya şu “nasyonal kültür” kavramı? Nedir “nasyonal kültür”? Hangi kültürler nasyonaldir, hangileri değildir? Nasyonal kültür olur mu?
Hiç sorup, araştırdık mı?
***
Kültür tarihiyle azıcık ilgilenenler bilirler:
Her işin bir kültürü vardır. Kültürlerin oluşmasına insanlığın tüm kuşakları katılır. Kültürler insanlığın ortak malıdır ve her kültür onu tanıyan herkese aittir.
Yani “yabancı kültür” olmaz, olsa olsa bir kültüre yabancı olunur: Matematik kültürünü tanımayanlar için Matematik kültürü yabancıdır. Eskimo edebiyatını tanımayanlar Eskimoca edebiyat kültürüne yabancıdır.
***
Biraz da “nasyonal kültür”e göz atalım:
Kapitalizm “pazar ve mal nizamının bekası” için yeryüzünü parselleyip nasyonal ruhu çağırınca, kültürleri de “nasyonal”leştirdi, “yabancı kültürler”e gümrük koydu, bir başat nasyonal kültür anlayışını yığınsallaştırdı ve her kültüre bir nasyonal sıfatı taktı:
Edebiyat kültürü oldu nasyonal edebiyat, matematik kültürü oldu, nasyonal matematik kültürü...
Oldu ama, kültürlere nasyonal sıfatı uymuyor.
Bu durum özellikle bilim kültürlerine “nasyonal” sıfatını takınca iyice göze batıyor:
Söz gelimi, matematik kültürüne nasyonallik hiç yakışmıyor. Hem sermayenin kârını arap rakamları ile hesaplamak, hem de mesela nasyonal matematik kültürü demek sırıtıyor...
Sanat kültürleri de öyle. Picasso’nun resimlerini hangi nasyonal kültüre sokacağız. Fransız nasyonal resim kültürüne mi, İspanyol nasyonal resim kültürüne mi? Eserlerini Farsça yazan Mevlana hangi nasyonal kültüre ait? “Ben dünya vatandaşıyım” diyen Alman şair Goethe’yi nereye koyacağız…
Evet, Nasyonların sınırları var ama, kültüre nasyonal sınır çizilmiyor.
***
“Nasyonal kültür” lafı (çok kez) din kültürü, dil kültürü, yaşam tarzı kültürü (kimileri “ortak bellek” diyor buna) yerine kullanılıyor. Nasyonal sıfatı bu kültürlere de uymuyor:
Dili bir dini başka, dini bir dili başka, dini dili bir başka başka toplumlar var. Ne din ne de dil kültürüne nasyonal bir sınır çizilemiyor.
Yaşam tarzı kültürü de öyle. Belki kapalı toplumların, kabilelerin yaşam tarzına (ille de demek isterseniz) ”nasyonal” diyebilirsiniz, ama bugün blucin giymeyen toplum, kabile kaldı mı yeryüzünde?
Şimdi, insanlığın tanışma çağında, insan ruhu, nasyonal ruhun, yöresel belleğin, gelenek göreneklerin sınırlarını aşıyor ve aşacak.
***
İşi kolay kılalım:
“Yabancı kültür”, “nasyonal kültür” üfürükleri kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Kültür kavramı kargaşasından kurtulmanın tek yolu, “kültür”den söz edene hangi kültürden söz ettiğini sormaktır: bilim kültürü mü, sanat kültürümü, din kültürü mü, tarım kültürü mü, mutfak kültürü mü, müzik kültürü mü, fizik kültürü mü, otomobil kültürü mü? yaşam kültürü mü…? Hangi kültürüdür söz konusu? Bilelim!
O zaman kendimizi, kavram kargaşasının yol açtığı şaşkınlıktan, bir ölçüde kurtarabiliriz.
***
Bugün bizim, “yerli”, “yabancı” hepimizin, her şeyden önce nasyonal sınırlardan arınmış modern bir KÜLTÜR ANLAYIŞINA ihtiyacımız var.
Böyle bir kültür anlayışına sahip olmak zor değil. Herhangi bir daireden izin veya bir kafa kağıdı almaya da gerek yok. Bunun için sadece kafamızdaki nasyonal sınırları kaldırmak,Yunus Emre gibi, “Dünya benim rızkımdır, halkı benim halkımdır” demek ve dünyayı Yunusça, tüm varlığıyla kucaklamak; gözümüzü, gönlümüzü dünyaya açmak yeter.
O zaman insanoğlu ve kızları olarak yeryüzünde yarattığımız hiç bir kültür bize yabancı kalmaz. Ne entegrasyon sorunumuz olur ne kimlik sorunumuz ne de kültür sorunumuz…
Bir Fransız kafasındaki nasyonal sınırları kaldırınca Fransızlığından bir şey kaybetmez. Alman şair Goethe’yi “ben bir dünya vatandaşıyım” dedi diye Alman saymayacak mıyız? İnsan hem dünya vatandaşı, hem de Eskimo olabilir. Niçin olmasın?…
Evet, evet, bugün bizim her şeyden önce Yunusça bir kültür anlayışına ihtiyacımız var. Başat, nasyonal yığın kültürü kuşatmasından yakamızı ve kafamızı ancak böyle kurtarabiliriz ve şair Goethe gibi gönül rahatlığıyla “ben bir dünya vatandaşıyım” diyebiliriz.
Unutmayalım, kainatta insan dünyalıdır!
Dünyanının kültürleri bizim hazinemizdir, herkese aittir.
Sözü Mevlana’nın çağrısıyla bitirelim:
Beri gel, daha beri, daha beri
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek?
Sen bensin, ben senim işte.
Dünyada nice diller var, nice diller,
Ama hepsinde de anlam bir.
Sen kapları, testileri hele bir kır,
Sular nasıl bir yol tutar gider.
Hele birliğe ulaş, hır gürü savaşı bırak,
Can nasıl koşar bunu canlara iletir.
(A. Kadir, Bugünün Diliyle Mevlana)
|
|
|
|