|
|
Die Gaste, SAYI: 20 / Ocak-Şubat 2012
|
Gelişmeyen Kültür ve Dil Sorunsalı
Nuri Öcal ALTANAY
(Türk Dili ve Edebiyatı Emekli Öğretmeni ve Eğitim Yöneticisi)
Görünen o ki, Türkiyeli genç nüfusun Türkçe bilgisi zayıftır. Aileden ve izlenmekteyse tv’lerden duyduğu Türkçe hem yetersizdir hem de gençlerin beyinsel ve düşünsel gelişmesine hizmet edecek nitelikte değildir. Öte yandan onların bildiği ve konuştuğu Almancanın derecesini de en iyi Alman okulları bilecek konumdadır. Ne ki o çocuk ve gençlerin temel kültür ve davranışlarını Almanca ile çözmeleri olanaksızdır.
Almanya’da Almancadan sonra en yaygın ve çok kişinin konuştuğu dilin Türkçe olduğu düşünülebilir. Giderek de artan sayıda insanın Türkçeyi özellikle günlük yaşamında kullandığı anlaşılıyor. Başta Berlin olmak üzere hemen Almanya’nın tüm yerleşim alanlarında Türkçe kullanana rastlamak mümkün. Geçenlerde 50. yılının kutlandığı yaygın göç olgusu her ne kadar bitmiş gözükse de doğal çoğalmanın süreceği anlaşılıyor.
Almanya’daki Türkiyeli nüfusun farklı etnik yapılardan oluştuğu oldukça değişik kültürden beslendikleri bilinmektedir. Ne ki ne kadar farklı dil kullanılırsa kullansınlar genel kullanım Türkçe olmaktadır. Kürtçe, Zazaca gibi yerel diller özelde kullanılsa da, resmi ve genel ilişkilerde Türkçe baskın görünmektedir. Hatta müslüman olmayan Türkiyelilerin bile yaygın dili Türkçe görünüyor.
Bu genel durum tesbitinden sonra kullanılan Türkçenin niteliğine değinmek, konuyu o yönüyle irdelemek gerekmektedir. Kabaca Almanya Türklerini dört grupta incelemek olası:
a. Uzun yıllara karşın geleneksel yapılarını koruyan orta ve daha yaşlı kalabalık grup.
b. İkinci ve üçüncü kuşak sayılabilecek yarı okumuşlar ve sonradan ergin yaşlarda buraya gelen oldukça büyük ve etkin grup.
c. Burada doğmuş ve yetişmekte olan yaşları 20’den aşağıdaki büyük kalabalık.
d. Her yaştan olabilen diğer tüm gruplardan oldukça farklı gözüken entelektüel boyutları da olan küçük bir grup.
Bu gruplandırmanın ciddi bir istatistiki ve sosyal incelemesi yapılmış değil tabii. Zaten biz bu grupların Türkçe ile olan ilişkilerini anlamaya ve anlatmaya çalışacağız. Ve bir genel sonuca ulaşmaya gayret edeceğiz.
A. Birinci ve en büyük grup, galiba Türkçeyi en yaygın kullanan kesim olmakta. Hatta denebilir ki bu grup Türkçeden başka bir dili, yani Almancayı çok da iyi kullanamamaktadır. Ama ne hazindir ki bu kesimdeki farklı kültürden oluşan Türkiyelilerin Türkçeyi de çok iyi kullanamadıkları bir gerçektir. Hatta kullandıkları Türkçe, Türkiye’de kullanılmayan, giderek unutulan şivelere dönüşmektedir. Bu geniş kesimin Türkçe ile ilişkileri evleriyle veya kendi gibi olanlarla sınırlı görünmektedir. Dini duyguları çok etkin olan bu grubun Türkiye’ye bakışları da dinle sınırlı olabilmektedir. Çanak antenlerden izlenen bazı dizilerin ne ölçüde dil gelişimine yararlı olduğu belli değildir. Ama yine de eskisine göre bu dizilerin belli bir dil düzelmesi yarattığı söylenebilinir.
B. En etkin olabilecek ikinci kesim, iş adamları, çalışanlar, birçok yerel etkinliklerde bulunanlardan oluşuyor. Bu guruptakilerin Türkçeye daha hakim oldukları söylenebilir. Üstelik bunların Almancayı da daha iyi kullandıkları anlaşılıyor. Yetişmekte olan gençler ve öğrencilere örnek olabileceklerin bu kesimden oluştuğu dahi söylenebilir. Ne var ki bu kesimdeki Türkiyelilerin en büyük merak alanları kültür ve dil değildir. Türkiye’deki spor olayları, güncel ilginç magazin ve en önemlisi de para ve iş konuları onların belli başlı konuları olmaktadır. Onlar zannetmektedirler ki arkalarından gelen yetişmekte olan genç kuşak kendileri gibi olacak, Almancayı da daha iyi bilecek ve yani durum iyi olacak. Tabii bu bir hayal ve yanlış bir varsayım. Şu anda kendi çocuklarına ve diğer gençlere baktıklarında büyük bir yanlışı endişe ile izleseler de çözüm için bir düşünceleri olmadığı anlaşılıyor.
C. Yaşları yirminin altındaki oldukça kalabalık Türkiyeli gençler galiba çok ciddi ve önemli bir sorun olarak görünüyor. Alman Maliye Bakanı Dr. W. Schäuble, 1960’lara gönderme yaparak, Türkiye’den işçi almak hata idi diyor ve bunu sanıyorum şu andaki genç nüfusa bakarak söylüyor. Ama bakanın bu duruma çözüm olarak bir önerisi var mı bilemiyoruz. Bize kalırsa 50 yıllık özençsizliğin, yanlış değerlendirmelerin ve dikkatsizliğin doğal sonuçlarını o günün yanlışı gibi görmek pek de yerinde değil. Özellikle 50 yıl önceki Türkiye hükümetleri ile çok daha kapsamlı ve anlamlı ortak projeler üretmek mümkünken. Yani bu konularda yanlış değil, ihmal ve özençsizlik ve plansızlık var, öyle görünüyor. Örneğin uzun yıllar boyunca buradaki Türkiyelilerle ilgili ciddi sosyometrik araştırmalar yapılmadı galiba. Türkiye’nin buraya gönderdiği eğitmenler, din adamları ve diğer uzmanlar ki sayıları on binleri bulur. Şu andaki sonucun alınmasında etkin oldular mı merak edilir mi dersiniz? Burada çağdaş bir eğitim ve bilim için uğraş verilmediğini biliyoruz. Milliyetçi ve muhafazakar değerlerin dışında hiçbir endişesi olmayan bu uzman kadro bu günü yaratmış görünmektedir. Oysa bilimsellik, çağdaşlık ve insani değerlerin önceliğini dile getirmek hiç de öncelikli değildi bu kadro için. Türkçede bir söz vardır “Rüzgar eken fırtına biçer” diye. Şu anda bu fırtınanın ilk belirtileri galiba bu haller. Bu konu sanıyoruz işin en can alıcı bölümünü oluşturmakta.
D. Çok az da olsa burada yetişen ya da farklı yollarla Almanya’ya gelip yerleşmiş aydın denilebilecek bir Türkiyeli kesimin olduğunu farz ediyoruz. Gerçi çok organize değiller anlaşılan ayrıca bir bütün de değiller. Bu kesimdeki entelektüellerin Türkiyeli büyük kitleler üzerinde ciddi bir etkinliği hiç mertebesinde galiba. Türkiye’de daha geniş ve organize olabilen bu tarz gruplar maalesef burada etkisiz görünmekteler. Ne ki bu gruba dahil arkadaşların soruna bilimsel yaklaşarak ciddi seminer ve sempozyumlar düzenlemeleri yerinde olabilir. Alman yönetiminin de bu grupla ciddi teması ve dayanışması yararlı sonuçlar verebilir.
Almanya’daki Türkiyelilerin genel görüntüsünü vermeye çalıştık. Şimdi konumuz dil ve kültür olduğuna göre bu konularda ne yapılmalı özenle tartışılmalı. Görünen o ki, Türkiyeli genç nüfusun Türkçe bilgisi zayıftır. Aileden ve izlenmekteyse tv’lerden duyduğu Türkçe hem yetersizdir hem de gençlerin beyinsel ve düşünsel gelişmesine hizmet edecek nitelikte değildir. Öte yandan onların bildiği ve konuştuğu Almancanın derecesini de en iyi Alman okulları bilecek konumdadır. Ne ki o çocuk ve gençlerin temel kültür ve davranışlarını Almanca ile çözmeleri olanaksızdır. Zira onlar yetiştikleri aile ve toplumdan etkilenmektedirler. Daha doğrusu olumlu anlamda etkilenememektedirler. İşte bu konunun çok ivedilikle ele alınması gerekmektedir.
Bu nedenle kısa ve orta vadede neler yapılmalı bunların hemen bir bir tespitinde yarar bulunmaktadır. İlk ve öncelikle belirtmek gerekiyor ki, bu konularda Türkiye’deki mevcut eğitim makamlarından ciddi hiçbir katkı beklememek yerinde olur. Buradaki entelektüel yetişkinlerden, uyum ve kültür konularında görev almış değerli siyaset adamları ve yöneticilerden yararlanmak en doğrusudur. İlk yapılacak iş bir planlama ve politikanın tespiti için buradaki kadroların katılımı ile bir “ALMANYADAKİ TÜRKİYELİLERİN DİL VE KÜLTÜR SORUNLARI”nı inceleyip, gerekli önlem ve tedbirlerin neler olabileceğini kararlaştıracak, Türkiye’deki adı ile bir şura veya danışma meclisi toplanması yerinde olur.
Unutmamak gerekiyor: Bu konu Türkiye’nin değil, Almanya’nın sorunudur. Çözümü ve çalışması da burada yapılmalıdır.
|
|
|
|