İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 20 / Ocak-Şubat 2012

Kapsayıcılık (Inklusion) mı
Bütünleşme (Integration) mi?


Dr. Hakan AKGÜN



    Son zamanlarda, Die Gaste’nin Kasım/Aralık 2011 sayısında da görüldüğü gibi, kapsayıcılık veya kapsayıcı eğitim anlayışı akademisyen çevrenin Almanya gündeminde giderek yerini almakta. Hem Prof. Dr. Rolf Werning’in makalesi hem de Prof. Dr. Vernor Munoz’un sempozyum sunumu bu konuyla ilgili önemli bilgileri içermekte. Kapsayıcılık ve Bütünleşme yönelimlerini karşılaştırmaya geçme- den önce “kapsayıcılık” mı “içselleme” mi konusuna açıklık getirmek istiyorum. Her iki terim de Almanca “Inklusion” teriminin Türkçe karşılığı olarak kullanılmaktadır. Ben Türkiye pedagojik literatüründe yaygın olarak kullanıldığı için “kapsayıcılık” ve “kapsayıcı eğitim” terimlerini kullanmayı uygun gördüm.
    Şimdiye kadar hep bütünleşme veya kaynaşma anlamındaki Almanca “integration” terimine odaklandığımız için yeni bir yönelim olan kapsayıcılığı anlamakta zorluklar olduğunu fark ettim. Aynı zamanda bu yeni anlayışın bir kaynaşma şekli olduğu ve zaten birçok entegrasyon çalışmaları yapıldığı için önemli olmadığı şeklinde düşünceler de dile getirilmekte. Bu konuya açıklık getirmek için internet ansiklopedisi Wikipedia’dan almış olduğum grafiğe birlikte bakalım: http://de.wikipedia.org/wiki/Inklusion (Pädagogik) Hakan Akgün
    Bu grafikte görüldüğü gibi kapsayıcılık uyum anlayışının bir parçası veya yeni bir metodu değil, uyumla bir parça ulaşılmaya çalışılan hedef olan bütün toplum bireylerinin katılımının gerçekleşmiş halidir. Prof. Dr. Werning kapsayıcı eğitimin en belirgin özelliğini şöyle dile getiriyor:”Her öğrenci kendi bireysel kişiliğiyle, güçlü ve zayıf yönleriyle, kültürel, ulusal, toplumsal, dinsel kökeniyle buyursun.“ İşte bu noktada bütünleşme ve kapsayıcılık anlayışlarının farklılığı belirgin hale gelmekte. Bütünleşme anlayışı toplumun bireylerini –örneğin öğrencileri– önce “göçmen kökenli“, “anadili şu olan“, “inancı bu olan“, “engelli“, “sorunlu“ veya ”normal“ gibi çekmecelere ayırıyor ve daha sonra bunları kaynaştırmaya, bütünleştirmeye çalışıyor. Fakat kapsayıcılık her bireyin kendine özel becerileri ve gereksinimleri olduğu gerçeğinden yola çıkarak çeşitliliği normal bir olgu olarak kabul ediyor, bireyleri toplumsal katılımın her alanında oldukları gibi kabul ediyor ve dışlamıyor. Bu bağlamda kapsayıcılığın karşıt anlamlısı dışlama (Exklusion) bütünleşmenin ise ayırım (Seperation) olmaktadır.
   
    Bu Sistem Değişmeli
    Öğretmen çevresinde kapsayıcılığın engellilerin uyumu ile ilgili olduğu ve bununla ilgili zaten birlikte eğitim (gemeinsamer Unterricht) gibi uygulamaların olduğu ve yeni bir yönelime gerek olmadığı şeklinde yanlış bir kanı da yaygındır. Esasen kapsayıcı eğitimin uygulanmasına geçişle ilgili çalışmalar Birleşmiş Milletler Engelliler Sözleşmesi’nin Mart 2009’dan itibaren Almanya’da yürürlüğe girmesiyle başlamış olsa da ilk dürtü Haziran 1996’da yayınlanan Salamanca Bildirisi ile gelmiştir. Belirtilen tarihte İspanya hükümeti Birleşmiş Milletler ve UNESCO uzmanları ile özel eğitim alanında çalışan uluslararası uzmanları ülkesindeki konferansa davet etmiş ve adı geçen ortak bildiri imzalanmıştır. İşte bu bildirinin önemli bölümünden bir alıntı:
        “1. 92 hükümeti ve 25 uluslararası kuruluşu temsil eden bizler, ‘Özel Gereksinim Eğitimi Dünya Konferansı’nın delegeleri olarak 7-10 Haziran 1994 tarihlerinde İspanya'nın Salamanca şehrinde toplandık; şimdi burada, normal eğitim sistemi içinde özel eğitim gerektiren çocuk, genç ve yetişkinlere eğitim sağlamanın lüzum ve ivediliğini tanıyarak ‘Herkes için Eğitim’ sözümüzü tekrar doğrularız ve burada özel gereksinim eğitimiyle ilgili faaliyet çerçevesini onaylarız. Bu çerçevedeki koşullar ve tavsiyeler hükümet ve kuruluşlara yol gösterir.
        2. Bizler inanıyor ve ilan ediyoruz ki:
        * Her çocuk, eğitim görme temel hakkına sahiptir; kabul edilebilir öğrenim seviyesini başarma ve devam ettirme fırsatı verilmelidir,
        * Her çocuk, kendine özgü özelliklere, ilgi, yetenek ve öğrenme ihtiyaçlarına sahiptir,
        * Bu özellik ve ihtiyaç çeşitliliğini dikkate alarak eğitim sistemleri düzenlenmeli ve eğitim programları gerçekleştirilmelidir,
        * Özel eğitim gereksinimi olanlar, normal okullara devam edebilmeli ve bu okullar onların ihtiyaçlarını karşılayabilecek, ‘çocuğu merkez alan’ eğitim sistemi içinde yetiştirmelidir.
        * Ayırıcı tutumla mücadelede, herkesi hoş karşılayan ve kabul eden bir toplumun oluşturulmasında ve herkes için eğitimin başarılmasında, normal okullar bu kapsayıcı durumlarıyla en etkili araçtır; bundan başka, bu okullar çocukların çoğuna etkili bir eğitim sağlar; yeterliliği ve sonunda tüm eğitim sisteminin maliyet etkinliğini geliştirir.
        3. Bütün hükümetlere seslenir ve,
        * Bireysel ayrılıklara ve güçlüklere bakılmaksızın tüm çocukları kapsayacak imkana kavuşturmak için eğitim sistemlerini geliştirmek amacıyla en üst politik ve bütçe önceliğini vermelerini,
        * Zorlayıcı başka sebepler olmadıkça, bütün çocukları normal okullara kayıt ederek, hukuki ve politik bir konu olarak kapsayıcı eğitim prensibini kabul etmelerini,
        * Kapsayıcı okullarla deneyimi olan ülkelerle deneyim ve bilgi alış-verişinde bulunmalarını, demonstrasyon (gösteri) projeleri geliştirmelerini,
        * Özel eğitim gereksinimi olan çocuk ve yetişkinler için eğitim imkanlarını, planlama, kontrol ve değerlendirme için yerelleşmiş ve katılımcı mekanizmalar kurmalarını,
        * Özel eğitim ihtiyaçları için hazırlıklarla ilgili planlama ve karar verme süreçlerinde, anne-babaların, toplumun ve yetersizliği olan kişilerin kuruluşlarının katılımını sağlamalarını,
        * Kapsayıcı eğitimin mesleki yönünde olduğu kadar, erken tanı ve müdahale yollarında da daha çok gayret harcamalarını,
        *Sistemli bir değişim kapsamında, hizmet öncesi ve hizmetiçi öğretmen yetiştirme programlarının, kapsayıcı okullarda özel gereksinim eğitimine hazırlayıcı nitelikte olmasını sağlamalarını teşvik ederiz.” (bkz. Özel Eğitim Dergisi, 1996, 2 (2) 91-94).
    Görüldüğü gibi bu bildiri de özel eğitim uzmanları tarafından hazırlanmış olsa da bireysel ayrılıklara ve güçlüklere bakılmaksızın tüm çocukları içine alan bir kapsayıcı eğitim prensibinden söz edilmektedir. Ve yine görüldüğü gibi Almanya’da bu yönelimin ciddi bir tartışma ortamı bulması için 1996’dan bu yana 15 seneyi aşkın bir sürenin geçmesi gerekmektedir.
    Politikacıların bu ağıra alma tutumu yine benim herşeyin aynı kalacağı “ucundan kıyından” göstermelik değişiklikler ve projelerle sistem değişikliğinin önüne geçilmek istendiği yolundaki kaygımı artırmaktadır. Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Hükümeti’nin yeni “Sekundarschule” uygulaması da bu kaygımı desteklemektedir. Böylece her çocuğu kapsayan ve çeşitliliği temel alan bir sistem değişikliği yerine hauptschule ve realshulenin karışımı bir okul tipi oluşturularak, her çocuğun gymnasium seviyesinde öğrenim görme olanağı engellenmekte ve gymnasiumun toplumun ayrıcalıklı bir kesimi için hazır tutulması uygulaması sürdürülmek istenmektedir. Nitekim Prof. Dr. Werning’in görüşüne göre de sosyo-ekonomik ve etnik ya da ulasal köken halen eğitim başarısı konusunda risk kaynağı olarak belirgenliğini korumaktadır (bkz. http://www.hss.de/fileadmin/media/downloads/Berichte/100516-18_RM_Werning. pdf).
   
    Bu Sistem Nasıl Değişir?
    Şu bir gerçektir ki gymnasium lobisi Almanya’nın eğitim politikasını belirlemektedir. Bu savı destekleyen en güzel örneği yine Prof. Dr. Werner Munoz veriyor: “Kapsayıcı ve insan haklarına saygı duyan sisteme karşı çıkanlar gittikleri okulları içeren bu sistemin tam bir ürünüdürler. Daha hangi kanıt isteniyor. Kendime şu soruyu yöneltiyorum, şu anda ülkenin eğitim politikasında karar veren kişiler, zamanında bir hauptschule veya sonderschuleye mi gönderildiler yoksa birçok ayrıcalıkları olan ve oldukça seçici etkisi olan bir öğrenim kurumuna mı? (http://www.munoz. uri-text.de)
    Peki bu Prof. Dr. Yasemin Karakaşoğlu’nun (Die Gaste, Sayı: 4 /Kasım-Aralık 2008) da belirttiği gibi, “herkese eşit şans veren tek bir okul sistemi” nasıl oluşur? İşte bu bağlamda akademisyen kesimin değişim sürecini hızlandıran bir strateji uygulaması gerektiğine inanıyorum.
    İnsan haklarını hiçe sayan, belli bir kalıba uymayan çocukları dışlayan bu eğitim sisteminin pedagojik boyutunun yeterince tartışıldığı düşüncesindeyim. Bu nedenle Almanya eğitim sisteminin pedagojik boyutundaki açmazlarını bilimsel araştırmalarında ve yazılarında sürekli dile getiren bilim insanlarının –örneğin Prof. Dr. Mechtild Gomolla, Prof. Dr. Frank-Olaf Radtke, Prof. Dr. Georg Auernheimer, Prof. Dr. Yasemin Karakaşoğlu, Prof. Dr. Ahmet Toprak ve isimlerini saymadığım diğerleri– olayın insan hakları ve çocuk hakları boyutunu irdeleyen hukuk bilimcileri tarafından desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Ancak bu şekilde pedagojik nedenlerle hukuksal nedenlerin birleşmesinin politikacılar üzerinde oluşan baskıyı artıracağı ve özlemle beklenen her çocuğu kapsayıcı bir eğitim sistemine geçiş sürecini hızlandıracağı kanısındayım. Bu nedenle buradan özellikle göçmen kökenli hukuk bilimcilerine seslenerek dışlayıcı Alman eğitim sisteminin Birleşmiş Milletler veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi düzeyinde bir şikayet konusu yapılıp yapılamayacağını araştırmalarını öneriyorum.