Die Gaste, SAYI: 2 / Temmuz-Ağustos 2008

Yetişmekte Olan Neslin Sorumluları

Nebahat S. ERCAN




    “Eğitim ve Öğretim” yaşamımızda en çok kullanığımız sözcüklerden ikisi değil mi!? İnsanların değerlendirilmesinde, olumlu, olumsuz her durumda “iyi eğitim, öğretim görmüş”, “kötü eğitilmiş”, “eğitimsiz, öğretimsiz” vb gibi birlikte veya ayrı olarak sıkça kullanılılır.
    “Eğitim” sözcüğü eğmekten, istediğimiz şekle dönüştürmekten geliyor. ”Öğretim” ise açık; bilindiği gibi öğretmekten geliyor. Bu iki sözcüğü birlikte kullanırken ve uygularken bana “Bir canlıyı canınızın istediği şekle sokma ve öğretme” durumunu anlatıyor gibi geliyor. Bazı beceriler genlerle nesilden nesile taşınsa da deneyimlerimiz, yaşamda karşılaştıklarımız ve okuduğumuz bilim adamlarının deneyimleri de çoğunun eğitim ve öğretimle değiştirilebildiğini gösteriyor. Bilinen bu somut gerçekten yola çıkarak bir çocuğun yetişmesinde; ailelere, çevreye, okula, eğiticilere ve öğreticilere, içinde yaşanılan topluma, yetkililere kısacası herkese görev düşüyor. Yetkililerin kendilerine düşen görevi çok iyi bildiklerine ama bilinçli olarak görevlerini yerine getirmediklerine inanıyorum.
    İçinde yaşanılan toplum, basın ve yayının etkisiyle kendilerine düşen sorumlulukları yerine getirmek için kendilerini sorumlu görmüyor, gelecek nesillere sevecen davranmıyor, özellikle yabancı kökenli gençleri kendi gelecekleri olarak de-ğerlendirmiyor, “bizim” gençlerimiz olarak görmüyor ve kucaklamak istemiyor. Gelinen noktada en büyük görev ailelere ve eğitimcilere düşüyor. Aileleri çocuklarını yetiştirmede yetersiz, eğitimciler de sorumsuz olunca; sorunlu, iyi eğitim ve öğretim görmemiş bir genç nesilin yetişmekte olduğu görülüyor ne yazık ki!?
    Gençlerin sorunları aileden başlayarak, toplum içinde büyüyerek katmerleşiyor ve çözülemeyecek boyutlara ulaşıyor.
    Ben ilk kitabımda, Alman-ya’ya Türkiye’den hatta diğer ülkelerden gelen birinci nesili anlattıktan sonra, ikinci ve üçüncü nesili yazmaya başladım. Çok değişik yaşlarda ve başarılı-başarısız gençlere belirlediğim soruları sorarak içinde yaşadıkları ülkede kendilerini çok yönlü anlatmalarını istedim. Kitabımın ismini de “Almanya’da 2. ve 3. Nesil Türkler veya Gençlerimizin Sesi” olarak düşünmüştüm ama onları dinleyince “Umutlar Ülkesinde Umutsuz Gençlerimiz” koymayı uygun buldum. Fakat çocuklarım, “O kadar da kötümser olmamak gerekiyor, o kadarda umutsuz değiliz” diyerek “Umutsuz” sözcüğünü kaldırmamı önerdiler.
    Sanki içime doğmuş gibi ikinci kitabımı yazdıktan ve yayınlandıktan sonra 2005’te Fran-sa’daki yabancı gençlerin olayları patlak verdi. Diğer ülkelerde, Almanya’da, Hollanda’da yer yer çatışmalar yaşandı.
    İzleyebildiğim kadarıyla bu olayların ve gençleri şiddete iten nedenlerin üzerinde durulmadı. Gelişmelerin üzerinde biraz derinlemesine durulunca, düşününce sanki sorunlar çözülmek istenmiyor gibi bir izlenim veriyor yetkililerin açıklamaları!
    Çocukların başarısında elbette önce Aile ve daha sonra da okul ve çevre etkili oluyor ama onlara destek olacak kurum ve kuruluşları her türlü etkileyecek, olanların sorunlarını çözecek, o ülkeyi yöneten sorumlular, yetkililer değil de kim!?
    Ailede ilgi, sevgi, destek ve örnek olacak kişiler göremeyince çocuk kendisini yalnız hissediyor. Geleceği için yönlendirilmiyor, yol gösterilmiyor.
    Okullardaki eğitim ve öğretim özellikle yabancı çocukları, gençleri kucaklayacak durumda görülmüyor. Yabancı kökenliler okullarda da dışlanıyor. Disiplin diye birşey yok. Öğretmenlerin yetkileri oldukça kısıtlı. Yabancılarla çalışma eğitimi almamış eğitim ve öğretim elemanlarınca çocuklar ve gençler itilip-kakılıyorlar. Karşılıklı sevgi, saygı ortamı ne yazık ki oluşmuyor.
    Yabancı gençler, çevrede de ne yaptığına bakılmadan saçının, teninin rengine göre olum-suz tepkilerle karşılaşıyorlar. İçinde yetiştikleri ülkelerde “Bizim çocuklarımız” olarak değerlendirilmiyorlar, kucaklanılmıyorlar. Toplumdan, çevrelerinden tepki gören gençler kendilerine yakın gördükleri arkadaşlarından da olumlu- olumsuz yönde etkileniyorlar. Nadiren de olsa tesadüfen iyi arkadaş ortamına katılanlar yakayı kurtarabiliyorlar ama arkadaşlarının etkisiyle uyuşturucuya, hırsızlığa bulaşanların sayısı oldukça fazla. Bu konuyu sorduğumda, %90’nı arkadaşlarından etkilendiklerini söylüyorlar.
    Her yerde dışlanan bu gençler ne yapacaklar!?. Etki-tepki yaratıyor tabii ki! Başarısız olanları bırakın, başarılı olanlar bile çevrelerindeki olumsuzluklardan negatif olarak etkileniyorlar. Özellikle Türk Gençleri “potansiyel suçlu” gibi kamuoyuna lanse ediliyor.
    Oysa geçen günlerde aynı düzeyde ailelerin çocukları olan orta okul 9. sınıf öğrecileri arasında yapılan ve ARD televizyonunda açıklanan bir araştırmaya göre, suç isleyen gençlerin oranı, Almanlarda %12.5; Türklerde %12. Bu gençlerden ikinci kez suça bulaşanlar ise, Almanlarda 1/9; Türklerde 1/7.
    Bu araştırma da gösteriyor ki, ailelerinin sosyal yapıları aynı olan Tük gençleri arasındaki şiddet olayları Almanlar’dan veya diğer ülkelerden gelen yabacı kökenli gençlerden pek de farklı değil. İkinci kez şiddete başvuranların oranı ise daha az bile ama görünüşte daha fazlaymış gibi gösteriliyor. Her şeye rağmen ailelerinin, arkadaşlarının, çevrenin gençlerle ilişkisi çok önemli.
    Başarılı olanlar “bizim”, başarısız olanlar “sizin” görüşü hakim içinde yetişilen ve yaşanılan toplumlarda, olumsuzluklar özellikle seçim zamanlarında (CDU lu Koch’un yaptığı gibi) politika malzemesi yapılıyor. Sorunlara çözümler üretilecek yerde, şiddete bulaşanlar sürülme ile tehdit ediliyorlar. Bu çocuklar bu ülkenin çocukları; burada doğmuş, burada büyümüşler; kimi nereye sürecekler!?
    Şiddete herkes karşı ama önlemler alınmalı elbette, ama nasıl!? Eğitime yatırım yapılmazsa, hapisanelere yatırılacağı bilinerek hareket edilmeli.Artık bu çocuklar bizim denilmeli. Aileleri yardım edemeyen, ellerinden tutamayan çocukların öyle veya böyle yetkililer tarafından ellerinden tutulmalı. İyi eğitim almaları, meslek sahibi olmaları sağlanmalı, çalışıp kendi ayakları üzerinde durabilecek hale getirilmeliler.
    Anne babalarını örnek olarak alanlar orta ve liselerde, bir yüksek okulda okuyorlar veya meslek sahibi olmuşlar. Sorunlu olan çocuklar genelinde aileleriyle iyi ilişkisi olmayanlar. Bu çocuklara, büyüklerden ve yetkililerden neler bekliyorsunuz soruma, “Büyükler bağırmasınlar, bizi dinlesinler,” diyorlar.
    Piza araştırmalarının sonuçlarını görünce Almanya aya-ğa kalktı. Bir yığın önlemler almaya çalışıyorlar, öğretmenlerin çalışma saatlerini artırıyorlar. Aldıkları önlemlerle bir yere varamayacaklarını görmeliler bence; çünkü disiplinli bir şekilde sevgi-saygı ortamı yaratılmıyor. Aileler, eğiticiler, öğreticiler ve yetkililer tarafından kucaklanarak yetişmeyen gençlerin sorunları azalır mı!? Sevginin, hoşgörünün, saygının ve disiplinli bir eğitimin olmadığı yerde gençlerin başarılı olması zor.
    Bir örnek: Türkçe yani anadil derslerine giren gençlerden bunca yıldır şiddete bulaşanlara çok az rastladım. Anadilin ve aileden gelen kültürün ne denli önemli olduğu bilindiği halde önemsiz gibi gösterilerek köksüz bir gençlik yetiştirilmek isteniyor. Köksüz yetiştirilen gençlerin kişiliksiz olacakları ve sorunların artarak devam edeceğini artık sorumlular anlayarak hareket etmeliler.
    Sonuç:
    Aileler çocuklarıyla yakından ilgilenirlerse, olumlu-olumsuz yaşadıklarını paylaşırlarsa, onları birer birey olarak görürlerse sorunlar azalır.
    Eğitimciler, öğretmenler gençleri severek yetiştirmenin eğitimini almalı, kendilerini gençlerle kucaklaşabilecek du-ruma getirmeliler. Bu mesleği ve çocukları sevmeyenler, seve-meyenler, onlarla yakınlaşama-yanlar kendilerine göre meslek seçmeliler. Bilinir, bir öğretmen hiç sevmediği dersi çocuğa sev-direbilir, yine çok sevdiği ders-ten de nefret ettirebilir.
    Yetkililer de ülkelerinin sağlıklı ve başarılı bir nesile sahip olmasını istiyorlarsa, eğitim ve öğretimden kısıtlamaya ve bizim, sizin gibi dışlayıcı tavırlarından vazgeçsinler.
    Ayrıca, Türk çocukları, gençleri kendilerini Almanya-lı Türk gençleri olarak görüyor ve öyle de kabul edilmelerini istiyorlar. Yekililer bu çocukları oldukları şekilde kucaklamalı ve bizim çocuklarımız diyerek yaklaşmalı. Kısacası herkes bu çocukları gelecekleri olarak görmeli ve değer vermeli. Yabancılar ve bu gençler üzerinden politika yapanlar da ırkçılığı körüklediklerini bilmeliler ve ülkelerine, barışa zarar verdiklerini görmeliler.