Die Gaste, SAYI: 2 / Temmuz-Ağustos 2008

“Konuk İşçi” Çok Komik

Sabri ÇAKIR



Bakkal
    Almanlar, ilk yabancı işçiler geldiğinde onlara dil öğretme gereği duymadılar. Patronlara para lazımdı. Kısa sürede çok mal üretip, çok mal satmak ve çok para kazanmak istiyorlardı. Yabancı işçilerin görevi onlara para kazandırmak, onları zengin etmekti yalnızca. Çalışabildikleri sürece burada kalacaklar, kendilerine yapmaları için gösterilen hiçbir iş kalmayınca da bavullarını alıp yine geldikleri ülkelerine geri döneceklerdi. Bu nedenle onlara “konuk işçi” adını uygun gördüler.
    Bir akşam komşunuzu evinize davet edebilirsiniz. Onunla bir masanın başında oturarak kuru kuru sohbet etmeyi düşünmezsiniz herhalde. En azından bir fincan kahve ile birlikte bir parça pasta ikram edersiniz. Sadece komşu değil de aile dostu olacak kadar samimi iseniz dana eti kızartmasının yanında kırmızı şarap sunmanız da gayet yerinde olur. Çünkü siz onu evinize davet ettiniz, o sizin konuğunuz. Hâl hatır sorduktan, kahvesini yada şarabını içtikten sonra mutlaka evine dönecektir. Evinizde gecelemeyi asla aklının köşesinden bile geçirmeyecektir. Bu konuda komşunuzun olduğu gibi sizin de kafanızda en ufak bir kuşku taşımayacağınızdan eminim.
    Uzaktaki dayınız yada halanız sizi özlediği için yanınıza gelmek isteyebilir. Buyur edersiniz. O sizin konuğunuzdur. Ona güler yüz göstermek, saygılı davranmak durumundasınız. Eşinizle veya çocuklarınızla bir sorun ortaya çıktığında sesinizi yükseltmeniz doğru olmaz, yoksa konuğunuz alınır. Ev ödevini yapmamış olan çocuğunuzu azarlasanız bile, o kendisinin azarlandığına kanaat getirecektir. Sabırlı olmalısınız, birkaç gün birlikte zaman geçirdikten sonra ille de evine dönecektir. Bunun tersini düşünmeyiniz lütfen, çünkü her konuk üzerine düşen vazifeyi gayet iyi bilir ve noktası noktasına yerine getirir.
    Artık büyüdünüz, mesleğiniz var, çalışıyorsunuz. Evlendiniz, ayrı bir eve taşındınız, çocuklarınız doğdu, bahçeniz var, arabanız var, severek uğraştığınız hobileriniz var. Ne yapsanız, hangi bahaneyi gösterseniz de annenizi, babanızı ikna edemeyeceksiniz. Onlar sizi ve torunlarını görmeden yaşayabilir mi? Bezinizi aldıkları, parkta oynattıkları, yuvaya götürüp getirdikleri günleri düşünerek içinizdeki sese kulak verecek, bir pazar günü kapılarını çalacaksınız. Çocuklar gibi sevindiklerini ve gözlerinin yaşardığını görünce, ilk davetlerinde gelmeyip onları bugüne kadar beklettiğiniz için pişmanlık duyacaksınız. Güle oynaya akşamı ettikten sonra, siz istemeseniz bile, çocuklarınız “Evimize gidelim, uykumuz geldi!” diye kulağınızı tırmalayan bir ses tonuyla bıkıp usanmadan ricada bulunarak başınızı ağrıtmaya başladıklarında, evinizin yolunu tutmaktan başka çare bulamayacaksınız. Çünkü konuksunuz.
    Uzağında yaşamak zorunda kaldığınız nineniz, dedeniz sizi özleyebilir, bir tatil günü yanlarına çağırabilirler. Onlar sizin büyüğünüz. İlk masalları onlardan dinlemiştiniz, unutmanız mümkün değil, biliyorum. Çok sevdiğiniz bu insanları elbette kırmak istemezsiniz. Eğer önemli bir engeliniz yoksa onları ziyaret edecek, saygıyla ellerini öpeceksiniz. İki gün bile uzun gelecek size, çünkü yaşınız itibariyle üzerinde konuşup tartışabileceğiniz konular sınırlı. Hem de o yaşlı insanları daha fazla germek istemediğinizden, onlar kalmanızı ısrarla isteseler bile, siz gitmenizin daha doğru olacağını düşünerek evinize döneceksiniz. Çünkü konuksunuz.
    Konukluk kısa sürer, en uzunu bile bir haftayı geçmez. Dünyanın hiçbir ülkesinde aylarca, yıllarca süren bir konukluk anlayışı yoktur. Hiçbir ev sahibi haddini bilmeyen konuğa, haddini bildiremeyecek kadar pısırık ve akılsız değildir. Çünkü konuk dediğin hazırcıdır. Ev sahibinin gönüllü olarak kendisine sunduklarıyla yaşamını sürdürür. Konuk çalışmaz, zora girmez, kendini yormaz. Zaten çalışacak, yorulacak, terleyecek olsa bile ev sahibinin tepkisiyle karşılaşır.
    Bir tanıdığını ziyaret etmek için yola çıkan hiçbir aile yada hiçbir akraba grubunun sayısı yüzbinleri geçmez. Nereye sığacak o kadar insan? Yatacak yer gösterilse bile kim, nasıl doyuracak o kadar insanı? Hem, hangi Alman o kadar parayı sokağa atmayı göze alabilir ki? Birbirlerine birer fincan kahve ısmarlamaktan bile çekindikleri için, dilimize “Alman usulü” deyiminin girmesine neden olan bu insanların, konuklarına ne kadar cömert davranabileceklerini kestirmek zor olmasa gerek. Demem o ki, böylesine kalabalık bir ziyaretçi kafilesini ağırlayabilecek bir ev sahibi, hele Alman bir ev sahibi henüz anasından doğmamıştır.
    Dünyanın hiçbir ülkesinde ev sahibi konuğunu ayrı bir evde oturtmaz. Konuk kişi ev sahibine kira, ev sahibinin devletine vergi vermez. Dünyanın hiçbir ülkesinde ev sahibi konuğunu aylarca yıllarca kendi haline bırakmaz. Onunla ilgilenir, ona yardımcı olur. Hiçbir yerde bir ev sahibi kendine uygun bulmadığı bir hayat tarzını, konuğuna da uygun bulmaz. Kendisi çocukları ve eşiyle yaşarken, konuğundan çocuklarından ve eşinden ayrı yaşamasını talep edemez.
    Almanlar çalıştırmak için çağırdıkları göçmenlere, asla bir ev sahibi gibi davranmadılar. Zaten göçmenler de bu ülkenin en ağır işlerinde ter dökerken, sakatlanırken hiçbir zaman kendilerine konuk muamelesi yapılmadığını biliyorlardı.
    Öyleyse Almanlar yarım yüzyıldan beri, üzerlerinden büyük paralar kazandıkları, zengin olup sefa sürdükleri bu insanlara “konuk işçi” demekte neden ısrar ettiler acaba?
    Her şey gün gibi ortada. Almanlar göçmen işçileri hiçbir zaman kendileri kadar insan görmediler. Kendilerine layık gördükleri hayat kalitesini onlara layık görmediler. Göçmenler onlar için sadece kendilerine hizmet eden, “Yap!” deyince yapan, “Tut!” deyince tutan, “At!” deyince atan, “Al!” deyince alan, dış görünüş olarak da kendilerini andıran tuhaf yaratıklardı. Bir gün burada işlerinin bittiği, kendilerine ihtiyaç kalmadığı düşünüldüğünde de kendilerine git denilince gitmeleri gereken canlılardı.
    İşte “konuk işçi” kelimesindeki “konuk” sözüne Almanlar, o bir gün verecekleri “Git!” emrini haklı çıkarmak için sahip çıktılar. Bu boşuna ve anlamsız bir çabaydı. Göçmenler burada yaşamaya karar verdiklerinde “konuk” kelimesi, Almanların “Git!” emrini yerine getirmeyenleri haksız çıkarabilmelerine asla bir gerekçe olamadı.
    Artık göçmenler göçmenliği bırakıp yerleşik hayata geçtiler. Bu ülkenin vatandaşı, bu toplumun bir parçası oldular. Bence “Gastarbeiter” kelimesini çöplüğe atmakta çok geç kalındı. İlle de onların göçmenlikten gelen yurttaşlar olduğunun belirtilmesi, bu ayrımın gösterilmesi isteniyorsa, onların hiçbir şekilde Almanlardan aşağı olmadıklarını, tersine en az Almanlar kadar değerli ve onurlu birer insan olduklarını anlatabilen yeni bir kelimeye ihtiyaç vardır. Korkarım, eğer bu kelime bulunamazsa; art niyetli yerliler Türk, Yunan, İtalyan, İspanyol… asıllı Almanları bu kez de başka uğursuz kelimelerle aşağılamaya devam edeceklerdir.