Avrupa’ya işgücü göçü başladığında, gidenler, gönderenler, geride kalanlar, talep/kabul edenler, gelenlerle birlikte yaşamak zorunda kalanlar, kısacası hiç kimse neler olacağını öngörememişti. Sorunlar ortaya çıktıkça, önce kısa vadeli çözümler üretildi; ardından orta ve uzun vadeli önlemler alınmaya çalışıldı.
Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenliler, farklı ortamlarda çeşitli kavramlarla tanımlanıyor/isimlendiriliyor: ‘Almancı’, ‘gurbetçi’, ‘göçmen’, ‘Türkiyeli’, ‘karakafalı’, ‘Avrupalı Türkler’… Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, esasen, anavatanlarından uzakta yaşayan, ancak anavatanlarıyla düzenli ve sürekli bağlantısı olan, bu bağlantıyı sürdürmek isteyen bir topluluk, çoğalarak varlığını sürdürüyor. Bu gerçek, geçtiğimiz 50 yılda, gerek Türkiye, gerekse Türkiye kökenlilerin yaşadığı Avrupa ülkelerinde, farklı boyutlarda kabul ve ilgi gördü; görmeye devam ediyor. Çünkü söz konusu topluluk, bir yandan bulundukları ülkelerde, insanca yaşama adına haklı taleplerini/ihtiyaçlarını dile getirirken; diğer yandan, aile, dil ve kültür bağları nedeniyle, anavatanlarından çeşitli konularda taleplerde bulunuyor. Dile getirilen talepler/ihtiyaçlar konusunda, gerek yaşanılan ülkelerde, gerekse anavatan Türkiye’de, zaman içerisinde, kapsamı genişleyerek çoğalan, hizmetler üretiliyor, sunuluyor. Kitle iletişim araçları, bu süreçte, hem hizmeti sunanlar, hem de hizmeti talep edenler açısından önemli bir işlev üstleniyor.
Günümüzde, genellikle ‘medya’ sözcüğü ile tanımlanan kitle iletişim araçları, gazete, kitap, dergi, radyo, televizyon, video, sinema, internet, cep telefonu gibi birçok basılı, görsel, işitsel araçtan oluşuyor. Anavatanlarından uzakta yaşayan bir topluluğun ihtiyaçları ve bu ihtiyaçları giderme sürecine ‘medya’nın dahil olması, kendine özgü, karmaşık, algılanması ve değerlendirilmesi uzmanlık gerektiren yeni bir süreç oluşturuyor.
Bu yazıda, bu karmaşık sürecin, küçük, fakat önemli bir bölümü, Türkiye’de kamu medya hizmeti vermekle görevli Türkiye Radyo Televizyon Kurumu ile Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenlilerin ilişkisi değerlendirilecek/tartışılacaktır.
Avrupa’ya işgücü göçü başladığında, gidenler, gönderenler, geride kalanlar, talep/kabul edenler, gelenlerle birlikte yaşamak zorunda kalanlar, kısacası hiç kimse neler olacağını öngörememişti. Sorunlar ortaya çıktıkça, önce kısa vadeli çözümler üretildi; ardından orta ve uzun vadeli önlemler alınmaya çalışıldı.
Çevrede konuşulan dili bilmemek ve ihtiyaçlarını anlatamamak, ilk dönemde, beslenme ve sağlık gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında bile güçlüklerin yaşanmasına neden olmuştu. Temel ihtiyaçlar karşılandığında ise ilk akla gelen anavatan ve orada bırakılanlardı. Avrupa’dan dile getirilen, anadilinde bir ses, bir nefes duymak ihtiyacı, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun, olması gerektiği gibi, hızla kendi içinde yeni düzenlemeler yapmasına neden oldu. O güne kadar ‘Kısa Dalga Ankara Radyosu’ adıyla yapılan yurtdışı yayınlar, 1963 yılı Ocak ayından itibaren ‘Türkiye’nin Sesi’ adıyla yapılmaya başlandı. Türkiye’nin Sesi Radyosu’nun Türkçe yayınları, işgücü göçüyle Avrupa ülkelerine dağılmış vatandaşların ihtiyaçlarına cevap verebilmek için yeniden planlandı/düzenlendi. Yani başlangıçta sadece Türkiye’nin Sesi Radyosu vardı.
O dönemde çeşitli kademelerde görev yapanların tanıklıklarına ve bugüne kalan ‘mektup değerlendirme raporları’na göre, Türkiye’nin Sesi Radyosu’na her gün çuvallarla, yüzlerce mektup geliyordu. Bu somut durum, yeni bir örgütlenmeyi gerektirdi; ‘mektup okuma ve değerlendirme servisi’ oluşturuldu. Yakın bir geçmişe kadar varlığını sürdüren bu serviste, gelen mektuplar, önce geldikleri ülkeye göre tasnif ediliyor, ardından her bir mektup okunarak içeriğine göre yeni bir tasnife tabi tutuluyordu. İhtiyaçlara göre zaman içerisinde belirlenmiş/oluşturulmuş çizelgelerde, hangi ülkeden ne tür sorunların dile getirildiği, ne tür taleplerde bulunulduğu açık-ça anlaşılabilecek biçimde düzenleniyordu. Bu ‘mektup değerlendirme raporları’, başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, işgücü göçü süreciyle ilgili kurum ve kuruluşlara da gönderiliyordu. Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda yer alan programlar, bu mektuplardaki taleplerden yola çıkarak hazırlanıyor; çok geniş bir yelpazede, anavatanlarından uzakta yaşayan ve birçok konuda yardıma/ilgiye muhtaç bir topluluğa, bir radyo yayınının sınırları çerçevesinde hizmet sunuluyordu. Programlara katılan hekimler, dinleyicilerin sağlıkla ilgili sorularına cevap verirken; Çalışma Bakanlığı uzmanları, çalışma hayatı ile ilgili sorular doğrultusunda bilgilendirme yapıyor; din görevlileri, anavatandan uzakta dini vecibelerin yerine getirilmesi konusunda önerilerde bulunuyordu. Bütün bunların yanı sıra yoğun talebe cevap verebilmek için halk müziği başta olmak üzere her türden Türkçe müzik yayınlanıyordu. Bugün ‘birinci kuşak’ diye tanımladığımız ilk dönem göçmenlerin hepsinin bir biçimde Türkiye’nin Sesi Radyosu ile ilişkisi olduğunu söylemek, abartılı bir saptama olarak kabul edilmemelidir.
Bu noktada, Die Gaste’nin, ‘mobil telefonsuz’, ‘internetsiz’ bir hayat düşünemeyen genç okuyucularına, söz konusu dönemde, sayısal telefon santrallerinin olmadığını, mektubun temel iletişim aracı olduğunu, bilgisayarın, internetin olmadığını, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde, gazete-dergi gibi, Türkçe basılı yayın bulabilmenin ciddi bir çaba gerektirdiğini, kişisel müzik dinlemek için ise ‘pikap’ adı verilen cihazların bulunduğunu ve bu cihazlarda ‘plak’-ların çalındığını, ilk yıllarda Avrupa’da Türk-çe plak bulunmadığını da hatırlatmak isteriz.
İletişim alanında yoksunluğun belirleyici olduğu bir dönemde, Türkiye’nin Sesi Radyosu, uzun yıllar, Avrupa’daki Türkiye kökenlilerin, başta ‘Türkçe’ olmak üzere, bilgilenme, eğitim ve eğlence ihtiyacını karşılayan en önemli kitle iletişim aracı olmuştu.
Zaman içerisinde, Avrupa’ya işgücü göçüyle gitmiş Türkiye kökenlilerin ‘medya’ ile ilişkisi/ihtiyaçları farklılaştı. Bir yandan iletişim teknolojisi alanındaki hızlı gelişmeler, telefon aracılığıyla kişisel iletişimi kolaylaştırırken, diğer yandan, Avrupa’daki Türkleri hedef alan yeni medya araçları ortaya çıktı. Bu süreçte, dinleyicilerine kısa dalga yayınlarla ulaşmaya çalışan Türkiye’nin Sesi Radyosu Türkçe Yayınları, içerik olarak değişen şartlara ayak uydurabilmiş olsa bile, teknolojik olarak kendisini yenileyemedi. Hedef kitleye en kolay ve yaygın biçimde ulaşabilmek için gerekli iletim yöntemlerini hayata geçiremedi ve bu nedenle dinleyicisinin büyük bölümünü kaybetti, yeni kuşakları dinleyici olarak kazanamadı. Türkiye’nin Sesi Radyosu Türkçe Yayınları’nın hedef kitlesini, bugün de ağırlıklı olarak Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenliler oluşturuyor. Yayınlar, artık sadece havadan kısa dalga ile değil, uydu ve internet ile de iletiliyor.
TRT Kurumu, 1990 yılında, yurtdışına yönelik televizyon yayınını başlattı. TRT INT başlığı ile gerçekleştirilen Türkçe televizyon yayınların hedef kitlesi, işgücü göçü ile Batı Avrupa ülkelerine gitmiş Türkiye kökenli göçmenlerdi. Türkiye’de ticari televizyon yayıncılığı da 1990 yılında başlamıştı. Anayasaya aykırı olarak, hukuki dayanaktan yoksun başlayan ticari televizyon yayıncılığı hızla büyüdü. Ortaya çıkan farklı televizyon kanalları, öncelikle Türkiye’de yaygın olarak kendilerini kabul ettirmeye çalıştı; bir sonraki aşamada ise Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlilere yönelik yayınlar başlattı. Radyo/ televizyon yayınlarında ortaya çıkan ‘düzenleme’ ihtiyacı, 1994 yılında kurulan Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından karşılanmaya çalışıldı. Türkiye’deki radyo televizyon yayıncılığı alanını ‘düzenleme’ çabaları bugün de devam ediyor.
TRT Kurumu, ticari yayıncılığın başlamasıyla ortaya çıkan kaotik ortamda, yasalarla kendisine verilen görevi gerçekleştirmeye devam etti.*
Bu noktada, çok önemli bir ayrımı hatırlatmak gerekiyor: Ticari yayıncılık, ‘halk neyi istiyor?’ sorusunun cevabına göre yayın planlaması ve stratejisi uygular. ‘Halk neyi istiyor?’ sorusunun cevabı, kısa vadede çok kazanmak isteyen ticaret erbabı tarafından belirlenir; öncelikler de düzenleyici kuruluşların bütün yaptırımlarına karşın, ‘eğlendirmek, (biraz) bilgilendirmek ve (mecbur olunduğu kadar) eğitmek’ biçiminde ortaya çıkar. Kamu hizmeti yayıncılığı ise, ‘halkın neye ihtiyacı var?’ sorusunun cevabına göre yayın yapar. Bu sorunun cevabı ise, halkın örgütlü kesiminin temsilcileri tarafından belirlenmelidir. Kamu yayın kurumunun yayın önceliği ise ‘bilgilendirmek, eğitmek ve eğlendirmek’tir.
Dolayısıyla, Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlilerin, kendileriyle ilgili herhangi bir konuda taleplerini yöneltmeleri gereken, medya alanındaki ilk muhatap, gerek bulundukları ülkelerde, gerekse Türkiye’de, kamu yayın kurumları olmalıdır.
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, kuruluş yasası ile kendisine verilmiş görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Bu yükümlülükler doğrultusunda her yıl Genel Yayın Planı hazırlanır ve bu plan doğrultusunda yayınlar gerçekleştirilir. TRT Kurumu 2012 yılı Genel Yayın Planı’nda, ‘yurtdışı yayınlar’ birkaç başlık altında ele alınmış, Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlilere yönelik yayınlar, 70. sayfada, ‘VATANDAŞLARIMIZA YÖNELİK PROGRAMLARDA ÖNCELİKLE İŞLENECEK KONULAR’ başlığı altında belirtilmiştir. Yirmi Madde halinde belirlenen konu başlıklarının tamamını merak edenler, http://www.trt.net.tr adresinden ulaşarak okuyabilirler.
TRT Genel Yayın Planı bir yıl önce, bir sonraki yıl için hazırlanır. Hazırlanması sürecinde, gerek Kurum içinden, gerekse Kurum dışından gelen raporlar, talepler dikkate alınır.
Yukarıda, ‘halkın neye ihtiyacı var?’ sorusunun cevabının, halkın örgütlü kesiminin temsilcileri tarafından belirleneceğini söylemiştik. TRT mevzuatı, bu düzenlemeyi de içermektedir. 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun ‘Danışma Kurulları’ başlığını taşıyan 15. Maddesi şöyledir:
“Madde 15 - Yönetim Kurulu veya Genel Müdür tarafından Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun bu Kanunda belirtilen görevleri çerçevesinde; radyo ve televizyon yayınları hakkında kamuoyunun düşünce ve dileklerini tespit etmek, ilmi veya teknik araştırmalar yaptırmak veya lüzumlu görülecek konularda özel ihtisaslarından yararlanmak maksadıyla geçici danışma kurulları teşkil edilebilir…”
Madde metninde görüldüğü gibi; ‘danışma kurulları’nın oluşturulması zorunluluk değildir. Yönetim Kurulu veya Genel Müdür’ün takdirine bırakılmıştır. Dolayısıyla, TRT Kurumu yönetimi, kendisine iletilen istekleri dikkate almakla birlikte, Danışma Kurulları oluşturma konusunda istekli davranmamaktadır. Çünkü bu türden kurullarının oluşturulması hem sıkıntılı süreçlere, hem de maddi külfete neden olmaktadır. Kurullara kimlerin seçileceği, han-gi ölçütlere göre seçileceği, seçilenlerin nasıl çalışacağı gibi tartışmalardan uzak durmak isteyen TRT Yönetimi, geçmişte olduğu gibi bugün de ‘danışma kurulları’nın oluşturulması konusunda isteksiz davranmaktadır.
Ancak önemli olan, TRT mevzuatı içerisinde böyle bir düzenlemenin yer almasıdır. Dolayısıyla, Avrupa’daki Türkiye kökenlilerin farklı alanlarda oluşturduğu örgütler, en azından federasyonlar düzeyinde, TRT Kurumu’ndan, kendilerine yönelik yayınlar konusunda bir danışma kurulu oluşturulmasını ısrarla talep edebilirler. TRT bu talebi reddederse, sivil toplum örgütlerinin, medyadan beklentiler konusunda kendi ‘danışma kurulu’nu oluşturması önünde bir engel yoktur. Bu kurul, sivil toplum örgütleri aracılığıyla en yaygın biçimde, talepleri-beklentileri derleyebilir. Bu aynı zamanda bir ‘kamuoyu araştırması’ anlamına da gelir. Sonrasında hazırlanacak bir değerlendirme raporu, talepler, öneriler listesi, başta TRT Kurumu ve yaşanılan ülkedeki kamu yayın kurumu olmak üzere, istenirse ticari yayın kuruluşlarına da iletilebilir. Sonrasında eğer istenirse bir ‘medya izleme komitesi’ oluşturularak, iletilen öneri ve isteklerin, yayınlara ne kadar yansıdığını belirleyebilmek de mümkündür. İlk anda zor ve karmaşık gibi görünen bu organizasyon, bir defa oluşturulduğunda, sonrasında aksamadan işleyecek ve olumlu sonuçlara neden olacak kalıcı bir yapılanma ortaya çıkacaktır.
Son söz: Kamu yayın kurumları ihtiyaçlar doğrultusunda yayın yapmakla görevlidir. İhtiyaçlar ise halkın örgütlü kesiminin temsilcileri tarafından dile getirilmelidir; aksi takdirde başkaları, halk adına karar verme hakkına sahip olduğu zannına kapılır.
|