İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 27 / Mayıs-Temmuz 2013

Türkçe Dersi
‘Üvey Evlat’ mı?


Hava KOLBAŞI




Ama biz,Türkçe öğretmeni olarak sadece tercümanlık, sosyal hizmetler uzmanlığı, gençlik dairesi uzmanlığı, aile danışmanlığı, meslek danışmanlığı, konsolosluk görevlisi, eğitim ve kültür ataşeliği, hukuk danışmanlığı, ağlama duvarı, ahlak zabıtası ... gibi birkaç ek işle de ilgileniriz. Okul içinde ise; okul yönetimi, diğer öğretmenler ve öğrenciler arasında üstlendiğimiz başka mesleklerimiz de vardır. Burada ise tüm Türklerin temsilciliği ve sözcülüğü, okulun Türkiye’den sorumlu bakanı, Türkleri anlama kılavuzlarının yazarı ve bilirkişisi ve kültürlerarası iletişim ve uyum uzmanı vs. vs. gibi birkaç ek işle de ilgileniriz.


    Öğretmen olmak zor iş. Almanya’da öğretmen olmak daha zor iş. Almanya’da Türkçe öğretmeni olmak, daha da zor iş. Size biraz abartılmış, şişirilmiş haddinden fazla anlam yüklenmiş gibi gelebilir.
    “Aman canım öğretmenlik ne ki? Öğleye kadar çalışıyorlar, yılın üç ayı tatil yapıyorlar, onlarınki de iş mi?” diye insanların ağzında sakızdır bu sözler. Öğretmenliğin dünyadaki en kolay mesleklerden biri olduğu konusunda neredeyse tüm DÜNYA hemfikirdir.
    Halbuki öyle değildir! Görmeyen bilmez! Herkes anne ve babasından sonra bir öğretmenin ellerinde şekillenmiş, yoğrulmuştur. Geleceğin avukatları, doktorları, patronları onlardan alırlar ilk derslerini, onlardan öğrenirler siyah ve beyazın arasındaki gri çizgiyi.
    Öğretmenlik hakkında ahkam kesmek değil amacım. Ben, Almanya’da Türkçe öğretmeni olmanın ne demek olduğunu, hergün yaşayan biri olarak, kısaca anlatmak istiyorum. “Öğretmenlik” mesleğimizin adı ama “öğretme işi” Almanya’da Türkçe öğretmeni olarak üstlendiğimiz ve üstlenmek zorunda kaldığımız binlerce işten sadece biri.
    Korkmayın! Duygu sömürüsü yapacak değilim. Türkiye’deki meslektaşlarımız gibi aile bütçesine katkıda bulunmak için ek işler yapmak zorunda değiliz.
    Ama biz, Türkçe öğretmeni olarak sadece tercümanlık, sosyal hizmetler uzmanlığı, gençlik dairesi uzmanlığı, aile danışmanlığı, meslek danışmanlığı, konsolosluk görevlisi, eğitim ve kültür ataşeliği, hukuk danışmanlığı, ağlama duvarı, ahlak zabıtası ... gibi birkaç ek işle de ilgileniriz.
    Okul içinde ise; okul yönetimi, diğer öğretmenler ve öğrenciler arasında üstlendiğimiz başka mesleklerimiz de vardır. Burada ise tüm Türklerin temsilciliği ve sözcülüğü, okulun Türkiye’den sorumlu bakanı, Türkleri anlama kılavuzlarının yazarı ve bilirkişisi ve kültürlerarası iletişim ve uyum uzmanı vs. vs. gibi birkaç ek işle de ilgileniriz.
    Biraz önce saydıklarım Almanya’da Türkçe öğretmeni olarak; kimi zaman gönüllü, kimi zaman gönülsüz, kimi zaman istekli, kimi zaman isteksiz, kimi zaman sevmeyerek, kimi zaman da severek yaptığımız işlerden sadece birkaçıdır.
    AMA durum ne olursa olsun yaptığımız işlerdir.
    Tabii mesleki zorunluluklarımız olan ders hazırlıkları, ünite planlamaları, müfre-dat geliştirme çalışmaları, merkezi sınavlara hazırlama programları, ölçme, değerlendirme, testler, sınavlar, dönem ödevleri, toplantılar ve en önemlisi ERGENLERİ ANLAMA/EĞİTME ÇALIŞMALARI da sadece Türkçe değil, tüm diğer öğretmenlerin de görevlerinden sadece bazılarıdır.
    Madem bu iş bu kadar meşakkatli, niye öğretmenlik? EVET ÖĞRETMENLİK çünkü (biraz klişe, biraz basmakalıp olacak ama) dünyadaki en KUTSAL ve en GÜZEL mesleklerden biri olduğu için, öğretmenlik. Bir makina mühendisi yaptığı makinanın çalıştığını görünce sevinir elbet ama bir öğretmen gibi, bir insanı şekillendirmede katkısı yoktur. Bizler hiçbir insanın sahip olamayacağı kadar çok çocuğa sahip oluruz.
    Çocuklarımızdaki/öğrencilerimizdeki olumlu/olumsuz bütün değişimleri anında yaşarız. Onların gözlerindeki hayal kırıklığını, öfkeyi ve ışıltıyı, umudu ve sevgiyi de görürüz. Öğrencilerimiz için dünyadaki tüm sorunları ortadan kaldıramayız ama kapalı kapıların son durak olmadığını, her karanlık gecenin bir sabahı olduğunu öğretmeye çalışırız. Anne-babalar kadar olmasak da, onlar büyürken, attıkları küçük/büyük adımlara refakatçilik ederiz. Onları mezun ettiğimizde ise arkalarından biraz buruk ama gururlu bir bakışla hayatlarında atacakları adımları izler, onların başarılarıyla mutlu oluruz.
   
   
    Türkçe Öğretmenlerinin
    Sorunları Var mı?

    Türkçe dersinin okullarda genel olarak bir prestij sorunu var. Bu durum ailelerin ilgisizliği ve okul yönetimlerinin kimi zaman gereksiz endişeleri, kimi zaman da önyargıları yüzünden ortaya çıkmakta. Maalesef okul yönetimleri ve öğretmenler, okullarında Türkçe dersi verdiklerinde ‚ “Türk Okulu/Türkenschule” olarak damgalanmaktan endişeliler.
    Okul yönetimleri/bakanlık ve diğer kurumsal sıkıntılardan şikayetçiyiz ama asıl sitem edeceklerim veliler.
    “Aman öğretmen hanım, evde zaten Türkçe konuşuyoruz. Okulda Türkçe dersi olsa ne olur, olmasa ne olur...?” diyen velilerimizin sayısı azımsanmayacak kadar çok. Ama onları da anlıyorum, çünkü bugünün velileri “Türkçeye ne gerek var, önce doğru dürüst Almanca konuşmayı öğren” diyen öğretmenlerin yetiştirdiği öğrenciler. Okul yönetimlerini ikna etmek ne kadar zorsa, aileleri de Türkçe konusunda ikna etmek o kadar zor!!!
    Babaları genelde ilgi alanları olan futboldan örnekler vererek ikna etmeye çalışıyorum. “Bakın dil öğrenimi futbol maçı gibi. Sizin çocuğunuz dünyaya geldiğinde sizden Türkçe öğreniyor. Alman bir ailenin çocuğu da ailesinden Almanca öğreniyor. Dil açısından bakılınca iki çocuk arasındaki skor 1-1. Anaokuluna geldiklerinde sizin çocuğunuz Almanca öğreniyor, skor 2-1. Bu durum ilerleyen okul yıllarında da devam ediyor. Sizin çocuğunuz öğrendiği dili mükemmelleştirebilecekken ve skoru hep bir adım önde götürebilecekken, okulda Türkçeye ne gerek var diyorsunuz? O zaman madem evde konuşulan dil yeterli neden Türkiye'deki okullarda Türkçe ya da Almanya'daki okullarda ise Almanca dersleri var?” Bu açıklama düz mantık yürütülüp, biraz siyah-beyaz bir karşılaştırma ama emin olun işe yarıyor.
    Anneler bu konuda daha duygusallar ve biz uzun boylu açıklamalar yapmadan “Haklısınız öğretmen hanım, torunlarıma ‘kuzum’ diyebilmem için çocuklarımın da Türkçeye sahip çıkması lazım” diyorlar. Anneler, öğrenilen dille sadece sözcük yığınlarının değil, kültürel değerlerin de aktarıldığının farkındalar. Tabii bu başarılar ula- şabildiğimiz ailelerde mümkün. Bir de ulaşamadıklarımız ve görüşemediklerimiz var!
    Bu sıkıntılar tüm Türkçe dersi veren arkadaşlarımızın yaşadığı sıkıntılar ama ben kendi çalıştığım okulu olumlu bir örnek olarak göstermek istiyorum. Reklam yapmak değil amacım, ama Türkçe dersinin “üvey evlat” muamelesi görmediği bir okulda çalışıyorum. Katharina-Henoth Gesamtschule Köln'de göçmen kökenli ailelerin yoğun olarak yaşadığı Kalk/Höhenberg/Vingst/ Ostheim mahallelerinin ortasında bir okul. Okulumuzun özelliği göçmen kökenli öğrenci, aile ve altını çizerek söylüyorum öğretmenlerle rengarenk bir okul olmasıdır. Hem sınıflarımız, hem de öğretmenler odamız farklı dillerden ve farklı kökenlerden gelenlerle rengarenk.
    Okulumuzda Türkçe dersi veren 5 öğretmeniz. Bunun yanında Köln’de Türkçe öğretmen adaylarının staj yaptığı sayılı okullar arasındayız.
    Okulumuzda Türkçe dersi 5. sınıftan 10. sınıfa kadar anadil dersi olarak verilmektedir. 6. sınıftan itibaren 2. yabancı dil dersi olarak ve 11. sınıftan itibaren de Abitur için temel ders (Grundkurs) olarak sunulmaktadır. Bu temel ders lise bitirme (Abitur) sınavlarında 3. yazılı sınav ya da 4. sözlü sınav dersi olarak alınabilmektedir. Bu da öğrencilerin lise bitirme notlarını etkilemekte ve öğrencilerin ve hatta öğretmenlerin Türkçe dersine bakışını olum-lu yönde etkilemektedir.
    Yakın zamanda öğrencilerden gelen istek üzerine Türkçe bölüm başkanı olarak bir başvuruda bulundum. Başvuruya konu olan şey ise okulumuzda Türkçenin ana Abitur dersi (Leistungskurs) olarak okutulmasıydı. Bu başvurum olumlu bulundu. Öğrenci sayısı yeterli olursa önümüzdeki dönemden itibaren, Türkçe okulumuzda Leistungskurs olarak sunulacak. Bunun dışında okul yöne- timinin, anadili Türkçe olmayan öğrencilere de 11. sınıftan itibaren Türkçeyi 2. yabancı dil olarak sun ma düşünceleri ve planları var.
    Ayrıca bu kadar Türkiye kökenli öğrenci ve öğretmenin bulunduğu bir okulda bir de öğretmenler için bir İstanbul gezisi planımız var. Bu sonbahar tatili için biletlerimizi aldık. Türkçeyi konuşulduğu ülkede duymak diğer öğretmen arkadaşların da bakış açısını degiştirecek. Bundan eminim! 30 kişilik bir öğretmen grubuyla İstanbul’u yeniden fethedeceğiz.
    Meslektaşlarım Türkçe dersini okullarında vermekte sıkıntılar yaşıyorlar? Okul yönetimini/öğretmenleri bu konuda bilgilendirmek ve ikna etmek malesef okuldaki Türkçe öğretmenlerinin boynunun borcu. Bu durum deveyi hendekten atlatmaktan zor bir iş, önyargıları yıkmak ise imkansızı başarmaya denk ama bu iş yapılmak zorunda.
    Okul yönetimleri “Türkenschule” olmaktan korkarak, ders planlarında Türkçe dersine yer vermekten çekiniyorlar. Oysa bunu yaparak yaşadıkları toplumu ve bu toplumun getirdiği değerleri/kazançları ellerinin tersiyle itiyorlar.
    Çokluk, çokdillilik, çokrenklilik, çokkültürlülük küreselleşen dünyanın en önemli değerleriyken, okulların ellerindeki kaynakları yok saymaya ve görmezden gelmeye çalışmaları ayrı bir ayıp!!!
    Katharina-Henoth Gesamtschule bilerek ve kasıtlı olarak Türkçeyi bir profil aracı olarak kullanıyor. Ayrıca birilerinin “tu kaka“ dediğine inadına sahip çıkıyor.
    Olumlu örneklerin çoğalması dileğiyle, meslektaşlarıma‚ “kolay gelsin” diyorum…