İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 27 / Mayıs-Temmuz 2013

Muhafazakar Sanat Üzerine


Prof. Dr. Zehra İPŞİROĞLU





    Muhafazakar Sanat
    ve Çıkarcılık

    Sanat hiç bir zaman muhafazakar olamaz ama muhafazakar bir yönetimin idaresi altına giren sanatçılar her zaman olabilir, bu sonuçta bir çıkar meselesi. Sanatçıların çoğunun da küçük hesaplar peşinde ve çıkarcı olduğunu görüyoruz. Doğal olarak sanatçılar da diğer insanlardan farklı değiller. Ama gerçek şu ki çıkarcılık bir sanatçı için ruhunu şeytana satmak gibi bir şey. Böylece sanatçı kendi kendini yok edebilir kolaylıkla. Brecht “Aklayıcılar Kongresi” oyununda Tuilerle ruhlarını satan aydınları ve sanatçıları ne güzel anlatır.
   
    Muhalif Olma ve
    Totaliter Yönetim

    Unutmamamız gerekir ki, sanat, sanatçı doğası gereği muhalif bir konumdadır, bu açıdan da uyarıcı, tedirgin edici, sarsıcı bir yanı vardır. Bu hiçbir zaman yok edilemez. Ya da sadece diktatörlüklerde yok edilir. Hitler Almanya’sında sanatçıların konumu bunun en çarpıcı örneğini veriyor. O dönemde yönetime alkış tutan sanatçılar bugün hala yargılanmaktalar. Bugün sanırım bir yol kesimindeyiz. Sanatçıların hangi yolda yürüdüklerinin hesabını vermeleri, kısaca bilinçli olmaları gerekiyor.
   
    Sanat ve İdeolojiler
    Ne dinci, ne milliyetçi, ne sağcı, ne solcu hiçbir ideolojiyle sanat yapılamaz. Çünkü sanatçının sanatını geliştirebilmesi için bütünüyle özgür olması gerekir. Elbette her sanatçının bir dünya görüşü vardır ve sanatçı bu güçten yola çıkarak dünyaya bakar. Ama bir sanatçı belli bir ideolojinin hizmetine girerek bunu bize dayatmaya çalıştığı anda sanatını hiçe saymış olur. Yani kendi kendini kısıtlar ve yok eder. Brecht Marxist dünya görüşünden gücünü almıştır ve bu dünya görüşünün izlerini görürüz yapıtlarında. Ama sonuçta Brecht’i Brecht yapan sadece Marxizm değildir, Brecht’i Brecht yapan Alman olması da değildir. O her tür ideolojinin ve kültürel bağlamın ötesinde bütün dünyada okunan sahnelenen evrensel düzeyde bir yazardır.
    Başka bir örnek Elif Şafak’ın muhafazakar bir yazar olduğu söyleniyor. Ama bu genç yazarın dünya görüşünün çok ötesinde yazınsal bir yeteneği var. Yazınsal duyarlığı olan herkes bunu kolaylıkla görebilir. Bu açıdan onu muhafazakar çekmecesine yerleştirmek yapılacak en büyük yanlış…. Bir çok arkadaşım onun kitaplarını sadece dünya görüşü nedeniyle boykot ediyorlar, bu bana göre çok ama çok kısır bir görüş. Çünkü bu görüş hem sanatı hiçe sayıyor, hem de Türkiye’de öteden beri varolan ve giderek güçlenen polemik kültürünü desteklemeden başka bir işe yaramıyor.
   
    Sanata Baskı
    Bir ülkede yönetim sanatçılara ken-di dünya görüşü doğrultusunda baskı yapıyorsa o ülkede demokrasi yoktur, olamaz. O ülke totaliter bir yönetimin etkisi altındadır. Türkiye’de bu doğrultuda bir gelişimin olduğunu görüyoruz kaygıyla, heykellerin yıkılması, tiyatroların yasaklanması, romanların sansürlenmesi hep bu gelişimin uzantıları. Bu gelişmeye sadece sanata ve sanatçıya değil, demokrasiye de saygılıysak hangi dünya görüşünde olursak olalım çok duyarlı olmamız ve elbirliğiyle karşı koymamız ge- rekiyor.
   
    Kavramların Karışması
    Bugün bizdeki sanat tartışmalarında kafa karışıklığının yaşandığını düşünüyorum. Hilmi Yavuz’un İslam sanatıyla ilgili görüşlerine ben de katılıyorum. Bir dönem harika eserler yaratılmış. Bu iyi güzel de bugünle, yani yaşadığımız çağla ilgisi ne? Öte yandan Cumhuriyet döneminden söz ederken Batılaşma, Cumhuriyetin kendi estetiğini yaratması gibi eğilimlerden söz ediliyor ki, bence bu kavramlar da sadece bir polemik kültürüne hizmet ediyor. Muhafazakar İslami sanat ve Kemalist batı sanatı gibi bir ayırım bence sorunu saptırıyor.
   
    Çağdaşlaşma ve
    Düşünce Devrimi

    Batılaşma değil çağdaşlaşmadan söz etmemiz daha yerinde olurdu. Cumhuriyet kendi estetiğini yarattı gibi bir saptama da konuya yeterince açıklık getirmiyor, çünkü Cumhuriyet tam anlamıyla bir düşünce devrimiydi. Çağdaşlaşmanın temelleri bu düşünce devri- miyle birlikte atılmıştı. Nitekim Cumhuriyet kurulduktan sonra sanatın her alanında romanda, öyküde, şiirde, tiyatroda, görsel sanatlarda vb. tam bir patlama yaşanıyor. Dahası çağdaşlaşmayla birlikte kendimizi, kendi geleneklerimizi de kaynak olarak keşfetmeye başlıyoruz. Sözgelimi Brecht’in tiyatrosunu özümsedikten sonra halk tiyatrosu geleneğimizi keşfediyoruz. Buna sanatın diğer alanlarından da farklı örnekler getirilebilir.
    Kültür Endüstrisi
    Öte yandan bugün çağdaşlaşmadan söz ederken, çağdaş sanat yaşamına yön veren kültür endüstrisinin yıpratıcı etkilerini gözden kaçırmamamız gerekiyor. Her şeyin paraya dönüştüğü kapitalist dünyada sabun köpüğü gibi romanlar yazılması, Hollywood tarzı filmlerin büyük rağbet görmesi vb. sorunlar giderek yozlaşan, yozlaştırılan bir sanat anlayışına işaret ediyor. Bu gelişim de alternatif arayışları doğal olarak beraberin- de getiriyor. Ancak alternatif arayış muhafazakar sanat gibi uydurma bir kavram yaratarak geçmişe dönmek, geçmişi canlandırmaya çalışmak anlamına gelmemeli.