Die Gaste, SAYI: 3 / Eylül-Ekim 2008

Almanya’nın Göçmenlere Neden İhtiyacı Var?

Cem ŞENTÜRK




    OECD’nin Eylül ayı başında yayınladığı Göç raporu, diğer endüstri ülkelerinin aksine Almanya´ya yerleşen göçmen sayısında %11 dolayında bir düşüş yaşandığını ortaya koydu. Sürdürülen aktif aile politikalarına rağmen düşük nüfus oranları, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi Almanya’yı da ciddi biçimde tehdit ederken, toplumun sürdürülebilirliği açısından önem arz eden 20-65 yaş grubunun 65 yaş ve üzeri nüfus aleyhine küçülmesinin önüne geçebilecek, kısa ve orta vadede tek çözüm olan göçmen alımının şu ya da bu nedenle azalması, OECD´nin de dikkat çektiği üzere, özellikle iş piyasasında ciddi sorunlara yol açabilecek bir trend.
    Almanya’nın daha az göçmen kabul eden ya da göçmenler için daha az cazip bir ülkeye dönüşmesinin nedenlerine değinmeden, ülkenin karşı karşıya olduğu nüfus sorununun vehametini rakamların diliyle izlemekte yarar var: Federal İstatistik Dairesi´nin 2050 yılına yönelik hazırladığı öngörüler, nüfus hareketliliğinin aynı biçimde sürmesi halinde 65 yaş üstü nüfusun 20 yaş altı genç nüfusun iki katı büyüklüğe ulaşacağını, öğrenci sayılarında köklü bir düşüş görüleceğini ve bugün meslek eğitimi almaya uygun durumdaki 4 milyon öğrencinin sayısının 2050 yılını beklemeye kalmadan 2012 yılında 3 milyona düşeceğini gösteriyor.
    Savaş sonrasında büyüyen Alman ekonomisinin öz kaynaklarından karşılayamadığı istihdam ihtiyacını gidermek üzere başvurulan ve izleyen dönemde işçi bulma kurumlarının kontrolü dışında süregelen göç, bugün yine Alman ekonomisinin yaşadığı dönüşümler çerçevesinde durma noktasına gelmiş bulunuyor. Her ne kadar yazının girişinde OECD´ye atıfla Almanya´yı endüstri ülkesi olarak tanımlamış olsak da, bugün Alman ekonomisi ciddi bir dönüşümün sancılarını yaşıyor. Endüstriyel üretimden bilgi ve hizmet yoğun bir üretim biçimine geçiş, bir zamanlar Alman endüstrisinin kalbinin attığı Ruhr Havzası gibi bölgelerde daha gözle görülür biçimde süregeliyor. Üretim biçiminde değişimin yarattığı paylaşım sorunu, yeni bir kaybedenler sınıfı yaratmış durumda. Vasıfsız çalışanların şanslarını yitirdiği yeni ekonomik düzende, 47 yıllık göç sürecinde kaydedilen tüm ilerlemelere rağmen alt tabakada geniş yer işgal eden Türk göçmenler kaybedenler arasında birinci sırada geliyorlar.
    Paylaşım sorunundan kaynaklanan bir diğer olumsuzluk ise, “biz” ve “onlar” tanımlamalarının alt tabakada daralan kaynaklardan da fazla istifade edebilmek için daha keskin hatlar içermeye başlaması. 11 Eylül´ün de iyi bir zemin sunduğu yeni tanımlama biçimleri politik alanda da yansımalar bularak, rasyonel düşüncenin önüne geçebiliyor. Son dönemde yaşanan Türkiye´nin AB üyeliği, Köln Merkez Camii ve Göç Yasası değişikliklerine dair tartışmalar en üst siyasi düzleme taşınan söylemdeki keskinleşmeyi yansıtan birkaç örnek. Şubat ayında yaşanan Ludwigshafen yangını ardından yaşanan medya savaşları, hafife alınan bu değişimin önüne geçilmediği takdirde ne derece büyüyebileceğini gösteren bir ders niteliğindeydi. Göçmenlerin algılamalarında oluşan “istenmezlik” hissi, ilişkilerini sürdürdükleri köken ülkelerine yansıyan bir faktör olduğu gibi, yerleşik toplumun göçmenlere dair yaygın yaklaşım ve söylemleri göç alımı konusunda rasyonel yaklaşımı da frenleyen bir etken olarak devreye giriyor. Hatırlanacaktır, bilişim teknolojisi alanında yetişmiş personele ivediyetle ihtiyaç duyan Almanya’nın bir kaç yıl önce başlattığı yeşil kart uygulamasının önü “Kinder statt Inder” (Hintli alma, çocuk yap) sloganlarıyla kesilmişti.
    Başarıyla tamamlansın veya tamamlanmasın Almanya’nın bundan sonraki dönemde niteliksiz işgücüne kapılarını açık tutmasını beklememek gerekiyor. İş piyasasındaki dönüşüm çerçevesinde meydana çıkan bu eğilim, nüfus politikasının gerekleri ile çelişme potansiyeline sahip. Toplumsal piramidin en altına yerleştirilen yabancı niteliksiz işgücü yerine, piramidin üst katmanlarına yerleşecek nitelikli yabancı işgücünün alınabilmesi ise ciddi psikolojik bariyerlerin aşılmasını gerektirdiğinden kısa vadede uygulanabilir görünmüyor. Almanya´da dördüncü kuşağı ile yaşamaya devam eden göçmenler nüfus-iş piyasası politikasının açmazına çözüm üretme noktasında benzersiz bir potansiyel teşkil ediyorlar. Ülkedeki 2,7 milyonluk nüfusları ile en büyük göçmen grubu teşkil eden Türk göçmenleri ele alırsak: Yaklaşık üçte biri 20 yaş ve altındakilerden oluşan Türk nüfus içerisinde 65 yaş üzerindekilerin oranı yalnızca %5,6´da kalıyor. Üretken ve potansiyel üretim gücünü temsil eden 45 yaş altı nüfus ise Almanya´daki Türk nüfusun takriben %75´ini oluşturuyor. Genç ve dinamik nüfusun üretken alana çekilebildiği takdirde gerçek bir itici güç olabildiği, ancak bu gerçekleştirilemediği takdirde toplumsal çalkantıların müsebbibine de dönüşebileceği pek çok örneği bulunan bir gerçek. Bu nedenle göçmen gençlerin ekonomik yaşama katılımını mümkün kılacak politik adımlar, hem toplumun üretim gücünün arttırılması hem de toplumsal barışın korunması adına büyük önem taşıyor. PISA raporlarında ifadesini bulan, göçmen ailelerinden gelen çocukların, hiçbir ülkede yüksek öğretime dönük bir eğitim alma konusunda Almanya´daki kadar zorlanmadıkları ve bu kesimlerden insanların çocuklarının bu şansı yakalayabilmesi için yüksek öğrenimli ailelerin çocuklarından kat kat fazla bir gayret sarf etmek zorunda kaldıkları gerçeği; öğrencileri dördüncü sınıfta tasnif ederek geleceklerini neredeyse kati olarak belirleyen eğitim sisteminin reforme edilmesini bir zorunluluk haline getiriyor. Ekonomik yaşama girişte zorlanan düşük nitelikli genç nüfusun yanı sıra, eğitim sistemi içerisinde yüksek dereceli okulları başarılı biçimde bitirenlerin de aşmak zorunda oldukları bariyerlerin çok alçak olmadığını belirtmek gerekiyor. Saygın haber dergisi Der Spiegel´in Mayıs ayında “Genç, İyi ve İstenmeyen” (Jung, Gut und Unerwünscht) başlığı ile verdiği Türk göçmenlerin çocuklarının mezuniyet sonrası Türkiye´ye göç etme yolunu seçtikleri haberi bu gerçekliğin fark edilmesini sağlamıştı. Alman yüksek öğretim kurumlarının öğrenim harçları başta olmak üzere çeşitli nedenlerle cazibesini yitirmesi ise ülkeye giren yabancı öğrenci sayılarında azalmalara neden oluyor.
    Almanya´nın iş piyasasını ve nüfus politikasını tehdit eden gelişmeler karşısında göç gerçeği ile varlığını kabul etmenin ötesinde gerçek bir yüzleşmeye girmesi ve eğitim alanı başta olmak üzere iş piyasası ve yabancılar hukukunda reformlara girişmesi gerekiyor. Bu noktada göçmenlerin üzerine de önemli mesuliyetler düşüyor. Tarafların yapması gerekenlere dair görüşlerimizi bir sonraki yazıda paylaşacağız.