|
|
Die Gaste, SAYI: 3 / Eylül-Ekim 2008
|
Alman Okul Sistemi ve İnsan Hakları
Dr. Hakan AKGÜN
“Alman Okulu Sistemi İnsan Haklarını İhlal Etmektedir.” (Remscheider General-Anzeiger, 22.03.2007)
Bu ve buna benzer başlıklarla geçen haberleri 22.03.2007 tarihli gazete ve dergilerde okuduğumda biraz umutlanmıştım. Herhalde yakında bu konu Avrupa Topluluğu İnsan Hakları Mahkemesinde görüşülür, Alman politikacılarının yıllardır gözardı ettiği okul sistemindeki dışlanma ve ayırımcılık sona erer diye düşünmüştüm. Aradan yaklaşık bir buçuk yıl geçmesine rağmen bugüne kadar ne yazık ki yine hiç bir değişiklik olmadı. Sistem yine aynı sistem, dışlananlar, ayrımcılığa uğrayanlar yine aynı öğrenciler, yani maddi gücü yetersiz olan ailelerin veya göçmen ailelerin çocukları.
Daha önceki uluslararası PISA araştırmalarının sonuçlarında olduğu gibi Birleşmiş Milletler insan hakları komiseri Vernor Munoz’un raporunun ortaya çıkardığı ayıplar da eğitim politikacıları tarafından yine başarıyla gözardı edilmiş ve sistem halen aynı şekilde uygulanmaktadır.
Porto Rico’lu Vernor Munoz 2007 yılında 10 gün boyunca değişik eyaletlerdeki çeşitli okul tiplerini ve yüksek okulları ziyaret ettikten sonra sunduğu raporunda Alman okul sistemini özellikle şu konularda eleştirmiş, federal hükümetten okul sisteminin özgür eğitim hakkını kısıtlayan noktalarının dikkate alınarak acilen değiştirilmesini talep etmiştir. Bu noktalardan önemli bulduklarım şunlardır:
1. Daha önceki uluslararası PISA araştırma sonuçlarında ortaya konulduğu gibi okuldaki başarısızlık ve öğrencilerin sosyal alt tabakalardan veya göçmen ailelerden gelmeleri arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır.
2. Şu anda uygulanan elemeye dayalı çok dallı okul sistemi ayırımcılığı körüklemektedir. Sayın Munoz yaptığı okul ziyaretlerinde bu sınıflandırmanın yoksul ailelerin ve göçmen kökenli ailelerin çocuklarının zararına işlediğini tespit etmiştir.
3. Göçmen ailelerin çocukları ve özürlü çocukların uğradıkları sosyal haksızlığın giderilmesi ve eşit eğitim ve öğretim olanaklarının her çocuk için güvence altına alınması gerekmektedir.
Durum gerçekten bu kadar kötü mü? Yoksa bütün bunlar bazı politikacıların dile getirdikleri gibi ipe sapa gelmeyen, gerçekle ilgisi olmayan, çok iyi eğitim veren okul tiplerini karalamaya yönelik iddialar mıdır?
Şaka bir yana durum gerçekten içler acısı. Özellikle maddi olanakları kısıtlı ailelerin çocukları –ne yazık ki göçmen ailelerin çoğunluğu işçi kökenlidir– göz göre göre ayırımcılığa maruz kalmaktadırlar. Yoksa göçmen ailelerin çocuklarının yaklaşık olarak sadece %5 inin Gymnasium’a, %50 kadarının Hauptschule’ye gitmelerini, Förder-schule’lere giden öğrencilerin çoğunluğunun göçmen ailelerin çocukları olmasını nasıl açıklayabiliriz. Görünen köy kılavuz istemiyor.
Bazılarının anne babaları işaret ederek esas sorunun onların ilgisizliğinden kaynaklandığını söylediklerini duyar gibiyim. Sosyal sistemin alt tabakalarından gelen ve eğitim seviyeleri yetersiz olan ailelerin bir akademisyen aileyle aynı oranda çocuklarını teşvik etmeleri tabi ki beklenemez. Fakat bu açmazların zararını çocukların çekmemeleri için olasılık dahilinde olan herşeyi yapmak adil ve sosyal bir devletin görevi değil midir?
Örneğin bütün çocukların 4. sınıfın sonunda bir elemeden geçirilip birçoğunun özgüvenlerini ve öğrenme isteklerini yitirmelerini önleyerek, örneğin anadilleri Almanca olmayan çocukların hem kendi dillerini geliştirirken hem de yabancı bir dil olan ülke dili Almanca’yı geliştirmelerini sağlayarak.
Yine bazılarının son zamanlarda bu konuda eyalet hükümetinin çok iyi işler yaptığını, onları da görmek gerektiğini belirterek itiraz ettiklerini görür gibiyim. Bazı yeniliklerin yapıldığını görmemezlikten gelmek yanlış olur. Fakat politikacılar biraz tam günlük okul, biraz bireysel teşvik gibi reformcuklarla durumu idare etmeye çalışıyorlar. Ne yazık ki bütün bunlar şu andaki sistemi kurtarmak amacıyla yapılan, kalıcı etkisi olmayan göz boyama eylemlerinden ibarettir ve köklü bir sistem değişikliğine yönelik değildir.
Çünkü asıl sorun bu sistemin çocukları daha 10 yaşında iken “sen şu okul tipine layıksın, sen değilsin ...” diyerek elemeden geçirip değişik çekmecelere ayırmasıdır. Asıl sorun 4. sınıftan sonra öğretmenlerin verdiği tavsiyelerin bağlayıcı olması ve böylece anne babaların çocukları için en iyi öğretim şeklini seçme haklarının ellerinden alınmasıdır. Olaya bu açıdan bakacak olursak son üç senden beri geçerli olan bu uygulamayla sistemin düzeltilmesi bir yana, daha da kötüleştirilmiştir. Ve bu tür uygulamalar reform adı altında gerçekleştirilmektedir. Yine diğer önemli bir sorun da öğretmen eğitiminde ana dilleri Almanca olmayan göçmen kökenli öğrencilerin birlikte getirdikleri ve okuldaki öğretimlerinde önemli olan bazı özelliklerin bu güne kadar dikkate alınmamasıdır. Sözün kısası sorun bir sistem sorunudur ve köklü bir sistem değişikliğini gerektirmektedir.
Şimdi buradan –yüksek okul öğrencisinden öğretim görevlisine kadar– bütün aydınlara seslenmek istiyorum. Daha ne kadar bekleyeceğiz bu haksız ve apart sistemin değişmesi yolunda insiyatif koymak, sesimizi yükseltmek için? PISA araştırma raporları ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun raporu benim düşünceme göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine suç duyurusunda bulunmak veya dava açmak için yeterli deliller sunmaktadır. Aynı şekilde Prof. Dr. Radtke ve Prof. Dr. Gomolla’nın birlikte yaptıkları “Kurumsal Ayırımcılık”* başlıklı bilimsel araştırmaları da bu konuda çeşitli kanıtlar içermektedir.
* Gomolla, Mechtild-Radtke, Frank-Olaf, Institutionelle Diskriminierung, Die Herstellung ethnischer Differenz in der Schule 2., durchges. u. erw. Aufl. 2007. Juli 2007, Vs Verlag
|
|
| | |