Bundan 15 yıl önce, Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunun siyaset tarafından resmen kabul edilmesi iyi bir şeydir. O günden sonra göç ve entegrasyon konusu çokça tartışıldı. Siyaset ve medya tartışmalarında, Türk göç kökenli ya da diğer islam ülkelerinden gelen gençlerin entegrasyonununda neden zorluklarla karşılaşıldığı sıkça soruldu. Entegrasyonun ne anlama geldiğini burada ele almayacağız. Ama Alman kamuoyunun en azından bir kısmı için entegragrasyon kültürel asimilasyonla aynı şeydir. Bu, diğer insanların, özellikle Avrupa dışı ülkelerden gelen insanların Alman kültüründen temelden farklı kültüre sahip olduklarından Alman toplumuna entegrasyonda zorlandıkları varsayımına dayanır.
Bunun odak noktasında göç kökenli Türkler bulunmaktadır. Herşeyden önce göçmen grupları içinde en büyük kesimi oluştururlar ve Alman çoğunluk toplumu için çok büyük bir kültürel farklılığa sahip oldukları kabul edilir. Sonuç olarak, göçmenlerin soyundan gelen ikinci ve üçüncü kuşak, kendilerini ev sahibi ülkenin kültürü ile ebeveynlerinin, yani dedelerinin kültürü arasında olduğu söylenen bir kültürel çatışma içinde buldular. Her ne kadar onlar Alman yurttaşı ve Almanya’da doğup büyümüşlerse de, çokluk “Alman” olarak görülmedikleri gibi, “ötekiler” olarak kabul edilirler. Almanya bir göç ülkesi olarak kabul edilmesine rağmen, Almanya’da ulusal kimlik hala köken, dil ve “kültür” üzerinden tanımlanıyor. BIM’in “Göç Sonrası Almanya I” araştırmasının sonuçları da bunu göstermektedir. Buna göre, araştırmaya katılanların %37’si için Alman soyundan gelmek Alman olmanın en önemli ölçütüdür ve %37,8’i türbanın terk edilmesini savunmaktadır.
"Alman" ve "Türk" arasındaki kültürel farklılık üzerine yapılan tartışma ile bağlantılı olan bu dışlayıcı Almanlık anlayışı, Alman-Türk gençliğin kendilerini nasıl gördükleri ve konumlandırdıkları konusunda belki de büyük bir etkiye sahiptir. 2008 yılında Berlin-Neukölln’deki bir gençlik merkezinde bitirme tezi araştırması çerçevesinde yaptığım 10 görüşme bunun ipuçlarını vermektedir. Niteliksel görüşme az sayıda olduğundan, her ne kadar sonuçlar genelleştirilemezse de, en azından olası ilişkileri göstermektedir. Görüşmeler, herşeyden önce, gençlerin, Almanya’daki göç kökenli Türkler üzerine çıkan medya haberlerini aşağılayıcı olarak algıladıklarını açıkça göstermektedir. Kendi göç kökenleri nedeniyle ayrımcılığa ve hakarete uğradıklarına ilişkin kendi deneyimleri bulunmaktadır. Bu ötekileştirme süreci, yani öteki olarak kabul edilmeleri, aşağılanmayla bağlantılı olarak, tanınmanın reddedilmesi yaralayıcı ve sinir bozucu olarak görülmektedir.
“Yani şimdi doğru söylemek gerekilirse, şimdi burada bir tartışma olsaydı, yabancılar ve Almanlar gibi ve ... Ben de yabancıyım, her ne kadar kendimi Alman hissetsem de, biliyor musun. Beni de hemen o tarafa iterlerdi ve ben de onlardan olurdum.“ (Cemre, 24 yaşında)
Öte yandan görüşülen gençlerin bir kısmı, medyada ve genel tartışmalarda sıkça yer alan “Alman” ve “Türk” arasındaki kültürel farklılığı, örtük ya da açık bir değerlendirme yapmaksızın vurgulamaktadırlar. Görüşmelerdeki kendi ifadelerinde, günlük yaşantıda “Alman” ve “Türk” olma arasındaki sınırların çok net olmadığını anlatıyorlar. Onlar, grup içerisindeki “Türklerin” homojenliğini ve “Almanların” karşısındaki farklılığı tanımlıyorlar, “Alman” ile “Türk” arasındaki sınırı geçme ya da sınırı ortadan kaldırmayı gösteriyorlar ve iki grup arasında sınır çizilmesini sorguluyorlar. Ayrıca bunu toplumsal yönüyle, yani klişeleşmiş “Türk” özellikleri ve davranışları için sosyo-ekonomik koşullarda ve zor aile ortamında büyümenin nasıl olduğuyla açıklıyorlar. Bununla beraber yaşamlarının sadece etnik ya da kültürel olarak ele alınmaması gerektiğini vurguluyorlar.
“Ehh… her millette öyle kişiler var. Bu bir kişilik meselesi, bu konuda.“ (Erkan, 18 yaşında)
Kamusal tartışmalarda sıkça "Alman" ve "Türk" arasındaki sınırın kesin biçimde çizilmesi, ayrıca ötekileştirme ve dışlanma deneyimleri görüşülen gençlerin kendilerini konumlandırmalarında etkide bulunmuştur. Dış konumlardırma tartışmalarında, yani başkalarınca bireysel özelliklere yapılan göndermeler ve potansiyel olası konumlandırmalar öz-konumlandırmayı (geçici olarak) geliştiriyor. Konumlandırma kavramı, kimlikle benzeştir, ama süreçseldir, potansiyel değişkenliği ve bireylerin aktif rolünü vurgular. Konumlandırma farklı düzeylerde oluşabilir. Örneğin cinsiyet ve cinsellik düzeyinde, din ya da toplumsal çevre düzeyinde ve belirli gruplara aidiyet duygusunu baskılamada ortaya çıkabilir.
Görüşülen gençlerin tümü Alman vatandaşı ya da Alman vatandaşlığına geçmeye aday olsalar da, Almanya’da büyümüşler ve Berlin’de kendilerini evlerinde hissediyorlar, ama buna rağmen kendilerini bir “Alman” olarak konumlandırmıyorlar. Bunun nedeni, “Alman” değil, “öteki” olarak algılanmaları ve etnik-ulusal konumlandırmada “Alman”dan dışlanmaları olabilir.
“[Almanlar -yazar] nerede olduklarını biliyorlar. Onlar evlerinde. Ve sen burada düşünüyorsan, sen evindesin, ve günün birinde öyle bir söz işitirsin ki seni tekrardan kendine getirir.” (Cemre, 24 yaşında)
“Türk” olarak yaşadıkları dış konumlandırma deneyimlerini kişisel olarak kabul ediyorlar. Ancak bu deneyimi, Türkiye’de kendilerinin ulusal kimliklerinin reddedilmesi ve kendilerinin “Alamancı” ya da “Almanyalı” olarak dış konumlandırmaya uğradıkları için kısmen kabul ediyorlar. Görüşmeye katılan gençlerin tümü, kendilerini hem Türkiye’ye, hem de yaşadıkları Almanya’ya bağlı olduklarını hissediyorlar ve her iki kültürden de etkilendiklerini söylüyorlar. Bu nedenle, bazıları, kendilerini “yarı-yarıya”, “ikisinin arasında” ya da “ortada” olarak konumlandırıyorlar. Büyük olasılıkla bu biçimde kendilerini konumlandırmaları, her iki deneyimden, hem dış konumlandırma ve sınırlandırmanın, hem de öznel bakış açısının ve günlük deneyimlerin bir sonucu.
“Ama bende Türk olduğumu söyleyemem, çünkü ehm… Türkiye’ye gittiğimde, orada bir Almancıyım, bir Alman olarak görüyorlar. Buraya geldiğimde Türk’üm… Ortada birşey yani.” (Gül, 22 yaşında)
Gençler, çokluk etnik, yani etnik-ulusal köken ötesinde kültürel nitelemeye ve konumlandırmaya da itiraz ediyorlar. Örneğin kendilerini “insan” olarak konumlandırıyorlar ve tüm insanların eşit olduğunu vurguluyorlar. Böylece kısmen kendi kültürel farklılıklarını ifade etmiş oluyorlar. Bu da, yer yer medyada ve kamuoyunda söylendiğinin tersine, gençlerin günlük yaşamlarında, “Alman” ve “Türk” kültürü arasındaki sınırların çok da net olmadığını göstermektedir. Öte yandan sürekli kendilerine maledildiği için, bu sınırların kendilerini konumlandırışlarındaki faturasını da üstleniyorlar. Bu durum, özellikle kendisini “arada” ya da etnik kategorinin öteki tarafında konumlandıran gençlerde görülüyor. Görüşülen gençlerin ifadelerinde de açıkça görüldüğü gibi, Türk göçmenlerin yabancı oldukları ve entegre edilemediklerine ilişkin tartışmalar, gençlerde dışlanma ve buraya ait olmama duygusunu uyandırıyor. Böylece bu tür entegrasyon tartışmaları, kendi eleştirdiği duruma düşüyor: Göç kökenli Türk gençleri burada büyümelerine ve Alman vatandaşı olmalarına rağmen kendilerini Alman olarak hissetmiyorlar.
|