|
|
Die Gaste, SAYI: 4 / Kasım-Aralık 2008
|
Anadili ve İslam Din Dersleri
Eray ZORLU Gökkuşağı Kültür Derneği, Braunschweig, Aşağı Saksonya
Dil (Aile Dili)
Son yıllarda Alman kamuoyunu uğraştıran konuların başında “yabancıların Almanca öğrenmeleri” gelmektedir. Bu süre içinde de giderek yoğunlaşan bir “entegrasyon endüstrisi”1) pekiştirilmektedir. Uyumdan en çok Alman dili anlaşılmakta ve sonuç olarak da “uyum”, dinsel köken kimliğine indirgenmek istenmektedir.
Oysa bir yandan göçmen çocukların okul öncesi ve sonrası eğitiminde yeterli Almanca öğrenmeleri istenirken, diğer yandan anadili dersi öğretmenlerinin işlerine son verilmektedir. Burada ana sorun, 1. dili gelişmemiş çocukların 2.dili ( toplumdili Almancayı) nasıl öğrenecekleridir.
Resmi görüş kabul etmese de bugün Almanya çok kültürlü bir topluma dönüşmüştür. Bu dönüşüm Alman devletinin bizlere ve anadili derslerine bakışında da değişiklik yaratmıştır. Bu bakış şöyle özetlenebilir: “Madem ki Türkler geriye dönmeyecekler, artık onlara ‘anadili dersleri’ gerekmez. Onların çok iyi Almanca öğrenmeleri tek amaç olmalıdır”. Ayrıca kendi aramızda da “biz Türkiye’ye dönmeyeceğimize göre çocuklarımız Almanya’da başarılı olmalıdırlar. Onlara artık Türkçe dersleri değil, yalnızca Almanca gereklidir”, gibi düşünenler de vardır. Böylesi bir anlayışla yıllardan beri uygulanan eğitim politikası , Türk kökenli göçmen çocukların iki dilde de –Almanca ve Türkçe– yarım dilliliğine neden olmakta, bu yarım dillilik ise onların okuldaki başarısızlıklarını beraberinde getirmektedir.
Anadili sorununa yönelik görüş ve istemlerimizi2) aşağıdaki gibi sıralayabiliriz :
1. Avrupa Konseyi 25.07.1977 tarihli 77/486/EWG yönetmeliğinin gerekleri ve Birleşmiş Milletler Anlaşmasının çocuk haklarına yönelik etkin iki dilliliği (birinci- ve ikinci dilde) ve anadilde abece öğrenimi uygulanmalıdır; çünkü iki dilli, iki kültürlü yaşam ortamında yetişen çocuklar için dil edinimi bir bütündür, parçalanamaz. Bu nedenle göçmen çocukları için, ya aile dili ya da toplum dilinde dil edinme değil, hem 1.dilde (anadilinde/ aile dilinde), hem de 2.dilde ( toplum dilinde) dil edinimi söz konusu olmalıdır;
2. Anadili dersleri, uygun bir okul yasası ile düzenlenerek, Türk kökenli öğrenciler için sınıf geçmede etkili ve zorunlu bir ders olarak anadili öğrenimi, yasal bir hak olmalıdır;
3. İki dilli, iki kültürlü ortamlarda yetişen göçmen kökenli çocukların herkes gibi fırsat eşitliğinden yararlanması (3. kuşakta) yalnız iki dilli eğitim modeli ile mümkün olabilir; çünkü okulun görevi, çocuk okula başladığında onun sahip olduğu beceri ve yeteneklerini, okulda daha da ilerletmesidir;
4. Göçmen kökenli çocukların eğitim haklarının engellenerek insan kaynağı savurganlığı yapılmasına son verilmelidir.
Almanca İslam Din Dersleri
Genelde Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin dinler arası diyalog arayışı çabaları, göçmenlere anımsatılan anayasal inanç özgürlükleri ve İslam din derslerini okul izlencesine koyma gibi girişimler, 11 Eylül 2001‘in “küresel terör” sonrası Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin bütününü oluşturan parçaları olarak görülüp değerlendirilebilir.
Aşagı Saksonya özelinde ise Kültür Bakanlığı, bir yandan ekonomik önlemleri gerekçe göstererek anadili derslerini kaldırırken, diğer yandan büyük parasal kaynaklar ayırarak Almanca İslam din derslerini okul izlencesine almaktadır. Bugüne değin 1. dil (aile dili), sanki Almancayı öğrenmekte engelmiş gibi gösterilirken, şimdi de İslam din dersleri üzerinden, görevleri göçmen Türk çocuklarına 1.dili (aile dili) öğretmek olan Türkçe öğretmenlerine Almanca verdirilerek, dilin din ile bağının koparılması amaçlanmaktadır.
İslam din derslerinin Almanca verdirilmesinin ardında, uzun vadede kültürel kimlik yerine dinsel kimliğin getirilmek istenmesi yatmaktadır. Bunun en kısa yolu da okullardan anadili derslerini kaldırarak 1. dilin süreç içerisinde unutturulmasını sağlamaktır.
Bilindigi gibi başlangıçta Aşağı Saksonya da 8 okulda denenmekte olan İslam din dersleri uygulaması giderek yaygınlaştıralarak 29 okula ulaştırılmış olup, anadili dersi öğretmenleri aracılığı ile gerçekleştirilmektedir.
Bu uygulama, Federal Almanya’da bir ilk olup, diğer eyaletlerde uygulanmakta olan “İslamkunde” ya da “Islamische Unterweisung” gibi din derslerinden yapısal ve hukuksal olarak ayrıdır. Burada, İslamiyet tek bir yapı oluşturmadığı ve okullarda din dersleri yalnız din toplulukları aracılığıyla verilebildiği için, devlet eliyle, yukarıdan aşağıya “İslam Şurası” gibi yapay bir yapı oluşturularak, İslam din derslerine anayasal gerekçe hazırlanmıştır. Benzeri şura girişimleri diğer eyaletlerde de denenmiş ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bizce, Aşağı Saksonya’daki bu uygulama, olaya taraf olan devletin olması gereken yansızlığı ilkesi ile örtüşmemektedir.
Bunun yanısıra başlangıçta dört yıl için sınırlı tutulan uygulamayanın, her yıl yeniden başlanılarak sürekliliği sağlanmıştır. Anadili dersi öğretmenleri de ancak din dersleri verirlerse iş antlaşmalarının uzatabileceği biçiminde, açık anayasa maddesine karşın, etkilenmeye çalışılmıştır.
En önemlisi ise bu öğretmenlerin büyük bir kesiminin iki ana dalda da, Almanca ve din derslerinde ders verme yetkinliklerinden yoksun olmalarıdır. Korkulan olası “paralel toplumlara” karşın hukuk ve eğitim alanlarında paralel toplum uygulamalarından kimse rahatsız olmamaktadır. Bu olgunun nesnesi olanlar ise amaçlananın farkında değillerdir.
İslam din dersleri, Almanca yapılmakta ve bazı kulak ve gönüllere hoş gelen, sözde Alman İslamı ya da Avrupa İslam Enternasyonalizmi yaratılmak istenmekte ve burada diğer müslüman çocukların da din derslerine katılımını sağlamak için derslerin Almanca yapılmasının zorunluluğu sav olarak öne sürülmektedir. Burada, bir yerde din derslerine katılanların büyük çoğunluğunu Türkiye kökenli göçmen çocukların oluşturduğu gerçeği gözlerden uzak tutulmak istenmektedir. Oysa amaç kitle Türkiye kökenli göçmen çocuklar olup ( Türkiye kökenliler, Bremen dahil 157.274, diğer ülke müslümanlarının sayısı ise 34.553), sayısal olarak çok daha az olan diğer ulusların lehine yapısal teknik nedenlerden ötürü çocukların kendi anadilinden vazgeçmeleri beklenmektedir.
Kültür Bakanlığı’ nın bu politik yönelişi, ne bilimin, ne de göçmenlerin çok dilli, çok dinli, çok kültürlü gerçeği ile örtüşmemektedir. Uzun vaded amaçlanan, tek dilli, tek dinli, tek kültürlü tek tip bir toplumdur. Çabalanan, göçmen kökenli çocukların kültürel kimliği yerine, köklerinden arındırılmış İslam kimliğidir.
Burada açıkca yöneltilmesi gereken soru, İslam din derslerinin 1.dil (aile dili) yerine konarak ve Almanca verilmesinin iki dilli, iki kültürlü ortamlarda yetişen göçmen kökenli çocukların herkes gibi eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanmalarına olumlu katkısı olup olamayacağıdır. Sonuçta, 40 yıllık göç sürecinde Günter Wallraf’ın “en alttakilerinin” çocukları ve torunları ne kadar Almanca öğrenip ne kadar okul yaşamlarında başarılı olabildilerse o kadar da “kendi dinlerini” öğrenebilecekleridir.
Acı ve yanıltıcı olan şudur: Aşağı Saksonya örneğinde olduğu gibi, ekonomik önlemler gerekçe gösterilerek anadili dersleri kaldırılırken, diğer taraftan, İslam din derslerinin verileceği söyleniyor, bu konuda hazırlıklar yapılıyor, bazı eyaletlerde de deneme olarak uygulanıyor. Bu durum karşısında insan ister istemez kuşkuya düşüyor. Anadili derslerine kaynak yok denirken, ama bu kaynaktan alınan paraların Almanca öğreniminde kullanılacağı söylenirken, İslam din derslerine yeni bir kaynak nereden bulunuyor? Bu, insanın aklına ister istemez; “Türk kimliği yerine, İslam kimliğini öne çıkarma ve kazandırma gayretinin, savının gündeme taşınmak istendiği” sorusunu getiriyor. Uygulamalara baktıkça da şüphelerimizde haksız olmadığımızı görüyoruz.
Dipnotlar:
1) Prof. Dr. Gazi Caglar, “Sprache der Zukunft” Vortrag mit Diskussion, bkz. www.gokkusagi-kulturverein.de
2) Dr. Phil. Esin ILERI (Hamburg), AB’nin Dil Politikası ve 3. Ülkelerden Gelen Öğrencilere Uygulanan Yöntemler. Örnek: Almanya’da Tükçe, bkz www.gokkusagi-kulturverein.de
|
|
| | |