Die Gaste, SAYI: 4 / Kasım-Aralık 2008

Eğitimde Çokdillilik ve Çokkültürlülük Üzerine Düşünceler

Hıdır ÇELİK




    Avrupa’ya göçün bir sonucu olarak gelişen ve yeniden biçimlenen Avrupa toplumlarında çokdillilik ve çok kültürlülük her geçen gün gidererek önem kazanmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde “çokdillilik“ ve “çokdilli edebiyat“ şu anda akademik çevrelerde eğitim üzerine sürdürülen tartışmaların önemli iki ana konusunu oluşturmaktadır.
    Avrupa toplumu, özelliklede Federal Almanya, göçün ve buna paralel olarak gelişen demografik değişimin bir sonucu her geçen gün ulusal ve etnik kökeninden uzaklaşmakta ve yeni bir kültürel kimlik kazanmaktadır. Kültürel olarak değişime uğrayan Avrupa toplumu, Almanya başta olmak üzere bu değişime hazır değildir.
    Almanya’nın eğitim sistemi ve eğitim öğrenim kurumları çokdillilik ve çokkültürlülüğün getirdiği sorunları karşılayabilecek ve çözecek yaptırımlardan henüz uzaktır. Avrupa ve özellikle de Federal Almanya toplumu gelişen demografik değişimi gözönüne alarak, eğitim sistemini ve eğitim kurumlarını köklü bir yapılanmaya tabii tutmak göreviyle karşı karşıyadır.
    Almanya’nın bugünkü eğitim sistemi bu değişime hazır olmamakla birlikte, eğitimdeki eşitsizliği ortandan kaldıracak önlemlerden de uzaktır. Bunun sonucu olarak işsizlikten ve meslek eğitimi yeri bulamamaktan en çok Türkiye kökenli göçmen ailelerin çocukları etkilenmektedir. Bu oran her geçen gün giderek daha da büyümektedir. Akademik çevrelerce çokdillilik üzerine sürdürülen tartışmalar içerik olarak doğru olmasına rağmen, göçmen kökenli çocukların acil eğitim ve meslek sorunlarının çözümüne fazla bir katkıda bulunmamaktadır. Buna rağmen çokdillilik ve çokkültürlülük, eğitimde tartışılması gereken konuların başında gelmektedir.
    Eğitimin yanısıra “çokdillilik” göçmen ailelerde nesiller arası birlikte yaşamı düzenlemek için de önemli bir rol oynamaktadır. Kültürlerarası kaynaşmanın ve kültürlerarası uyumlu bir yaşam için çokdillilik, göçün etkisiyle birlikte oluşan yeni toplumsal yapının sağlıklı gelişimine de katkıda bulunmaktadır.
    Avrupa toplumunda sosyal barışın sağlanması ve değişmekte olan kültürel ve sosyal yaşam içinde çokdillilik ve çokkültürlülük toplumsal bir kazanımdır. Çokdilliliğin bugünkü eğitim sistemlerine entegre edilerek, bunun altyapısının oluşturulması Avrupa siyasal iktidarlarının önünde önemli bir görev olarak durmaktadır.
   
    Avrupa’nın görevleri?
   
    Günümüz Avrupası çokdilli ve çokkültürlü bir eğitim için, eğitim ve öğ retimin tüm alanlarında pratikte uygulanabilecek ve hayata geçirilecek tüm yaptırımların önünü açmalıdır. Bu amaçla özellikle göçmen örgütlenmeleri ve göçmen aileleri bu yapılanmada aktif bir hale getirilmelidir. Eğitim sistemindeki reformlara temelden, yani okul öncesi dönemden itibaren başlanmalıdır.
    Göçün bir sonucu olarak oluşan ve giderek gelişen heterojen toplumlarda çokdillilik ve çokkültürlülük toplumsal zenginliğin ana temelini oluştururur. Almanya’ya ve orta Avrupa’ya ellili yılların ortasından itibaren başlayan işçi göçüyle birlikte, özellikle henüz ulusal etnik kimliğinden kurtulamamış birinci ve ikinci kuşak göçmen kitleler için çokdillilik, jenerasyonlar arası iletişim görevi üstlenmekte ve sağlıklı bir aile yapısının da temelini oluşturmaktadır.
    Anadillerinde sağlıklı pedagojik dil eğitimi alamamış çocuklarda kimlik sorunuyla birlikte eğitim, meslek ve sosyal yaşamda da perspektivsizlik kendisini göstermektedir. Birinci kuşak göçmenlerlerle torunları arasında baş gösteren iletişimsizlik –diyalog yoksunluğu– giderek toplumda sosyal bunalımlara ve psikolojik krizlere yol açmaktadır. Birinci kuşağın iş dünyası dışında, aile içinde ve kendi etnik grubu içinde tek iletişim aracı dildir. Birinci kuşağın torunları ve çevresiyle diyalogsuzluğu bu kuşağın özellikle de yaşlılıkta ağır depresyonlar geçirmesine yol açmaktadır. Anadilin öğrenimi bu yönüyle sosyal yaşamda önemli bir etkendir.
   
    Anadili eğitimi nasıl olmalı?
   
    1970´li yılların ortalarınden beri okullarda, başta Türkiyeli göçmen işçilerin çocukları olmak üzere anadili dersleri verilmektedir. Başlangıçta anadili eğitimi göçmen işçilerin geriye dönüşü dikkate alınarak verildiginden pedagojik bir içerikten yoksundu. Bu durum sonraki yıllarda da devam ederek bugüne kadar sürdü. Bugün okullarda öğretilen anadil dersi daha çok anadilinin konuşma ve yazı dili olarak asgari düzeyde öğretilmesinden başka bir işlev görmüyor.
    Yetmişli ve seksenli yıllarda öğretilen Türkçenin eğitim kadrosu da yeterli pedagojik birikime sahip değildi. Birçok eğitmen Türkçe dersi vermekle birlikte Almancayı yeteri kadar konuşamadığından ya da Alman eğitim sistemine ayak uyduramadığından ve de Almanya’daki toplumsal ve sosyal gelişmelerin gerisinde kaldığından, kültürel ve toplumsal gelişmeleri gençlere dil aracılığıyla aktarmaktan uzaktı.
    Bugünkü şekliyle anadili dersi, dilin kültürel boyutu olan edebiyatı, tarihi, müziği, sanatı, sosyal ve siyasal gelişmeleri aktarma işlevini yerine getiremiyor. Ve öyle ki, Türkçe dil dersleri, dönem dönem ve kısmen de bugün bazı kesimlerce suistimal edilerek “Türk milliyetçiliğinin” ve “kökten dinciliğin” propaganda aracı olarak kullanılıyor.
    Bu noktada “anadili” kültürlerarası diyaloğun, kültürlerarası eğitimin ve nesiller arasında sağlıklı bir diyaloğun gelişmesini bir ölçüde engellemiş oldu. Anadili derslerinin müfredat programlarına alınamaması da, Avrupa’daki siyasal iktidar ve partilerdeki suistimalin ve ilgisizliğin sonucu olarak bugüne kadar devam etti. Toplumsal yaşamdan ve sosyal gelişmelerden soyut bir anadili eğitimi göçmen aile çocuklarının irade ve kimlik gelişimi önünde büyük bir engeldir.
    Gelinen noktada anadili dersleri mesleki perpektiften uzaktır. Yapılması gereken anadilinin her türlü milliyetçiliğin etkisinden kurtarılıp, Avrupa eğitim sistemine entegre edilmesidir. Anadili eğitimi, pedagojik eğitimi ve mesleki eğitimi de dikkate alarak, çokdilli, çokkültürlü bir toplum zemini üzerinde yeniden şekillendirilmelidir.
    Avrupa ve Almanya’da birçok bölgede henüz pilot uygulama aşamasında olan çokdilli ve çokkültürlü eğitim programlarının, çocuk ve gençleri yaşadıkları topluma kazandırmada daha sağlıklı bir yaklaşım olduğunu göstermektedir. Bu programlar çerçevesinde ikidilli ve çokkültürlü bir sistem ile eğitilen çocuk ve gençlerin mesleki ve sosyal yaşamda daha başarılı oldukları kanıtlanmıştır.
    Avrupa nüfusunun demografik gelişimi dikkate alındığında çok dilli ve çok kültürlü bir eğitim sisteminin genel eğitim sistemine entegre edilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
    Avrupa ve Almanya eğitim sistemlerinde acilen yapılacak değişimleri ve üstlenilecek görevleri şu şekilde sıralamamız mümkün:
   
    1. Tüm ders kitaplarının ülkelerde ve Almanya’da eyaletler bazında kurulacak komisyonlarca yeniden incelenerek elden geçirilmesi ve ders kitaplarının her türlü ırkçı söylem ve içerikten arındırılması birincil görevdir. Müfredatların ve kitapların içerikleri kültürler arası birlikte yaşamı ve farklı kültürlerin aynı toplum içerisinde karşılıklı entegrasyonunu temel alan bir perspektifle yeniden düzenlenmesi ise diğer önemli bir zorunluluktur. Oluşturulması gereken ve bu bahsedilen komisyonlara Alman ve göçmen kökenli pedagogların yanısıra göçmen aileler ve göçmen kuruluşların temsilcilerinin de aktif katılımı sağlanmalıdır.
    2. Ders kitaplarının ve okullarda sonulacak olan ders programının içeriği kültürlerarası kaynaşma ve kültürler ararası entegrasyonu sadece nasyonal sınırlarda değil, tüm Avrupa boyutu içinde ele almalıdır. Avrupa birliğinde eğitim çokkültürlü, çokdilli, sosyal ve siyasal yaşam temel alınarak, demokratik ve çoğulcu bir perspektifle yeniden şekillendirilmelidir.
    3. Ders program ve içeriği bugüne kadar yayınlanmış ve okullara sonulmuş temel kaynakları ve bilimsel yayınları dikkate alarak toplumun yeni kimliği olan çok kültürlülüğü yansıtmalıdır.
    4. Avrupa ve Almanya’da eyaletler bazında daha sağlıklı verilere ulaşmak için eğitmenler ve göçmen ailelerin istem ve önerilerini dikkate alan bilimsel araştırmaların yapılması sağlanmalı ve ortaya çıkacak sonuçları kamuoyu içinde tartışmaya açarak, toplumun bu konuya duyarlı hale gelmesi ve ön yargılara karşı bilimsel gerçekliklerle mücadele edilmesi sağlanmalıdır.

    Sonuç olarak çokdillilik ve çokkültürlülük toplumsal zenginlik olarak görülmeli ve bu zenginlik, eğitimin temel taşlarından biri haline getirilmelidir. Bunun için yüksek öğrenim kurumlarında ve eğitim fakültelerinde çokdilli ve çokkültürlü pedagogların yetiştirilmesinin ortamı hazırlanmalı ve bu alanlara her türlü maddi ve manevi kaynak sunulmalıdır.
    Göçmen ailelerin çocukları ikidilli büyüdüklerinden, sosyal ve kültürel çevrelerinde içinde büyüdükleri ve şekillendikleri yaşam dünyalarında büyükanne ve babalarıyla sağlıklı bir iletişim için, başarılı bir meslek yaşamı için ve herşeyden önce kültürler arası toplumsal bir entegrasyon için anadilini ve içinde doğup büyüdükleri ülke dilini iyi ögrenmek ve kullanmak zorundadırlar.
    Kişiliklerin sağlıklı gelişmesi için bu ikidilliliğin kullanılması küçümsenmeyecek bir öneme sahiptir.
    İkidilde eğitim, beraberinde ikidillde edebiyatın gelişmesine de katkıda bulunacaktır. İkidilde çocuk edebiyatı başta olmak üzere ikidilde yayınlanan edebi eserler, kültürlerarası önyargıları gidermenin, barış içinde birlikte yaşamı teşvik etmenin önemli yapı taşları olacaktır. Çünkü edebiyat ve kültür toplumun gelişmesinin en önemli faktörleridir. Bu yönüyle ikidilde edebiyat kültürler arası köprü rolü üstlenmektedir.