|
|
Die Gaste, SAYI: 5 / Ocak-Şubat 2009
|
Bilimde Anadilin Önemi
Dr. Ali SAK
Bilimsel gelişmenin olmazsa olmaz koşullarından birisi ve belki de en önemlisi özerk ve bağımsız bir ortamın yaratılmasıdır. Bilimsel yaratıcılık her türlü siyasi baskıdan uzak, maddi sıkıntısı olmayan ortamlarda ve en önemlisi bilim insanının kendine özgüveniyle gelişir. Özgüven ise kimliği ve kişiliği gelişmiş insanlarda mevcuttur. Bilim insanının kişiliğinin gelişmesi, duygu ve düşünsel ortamın oluşması için anadilin de düşünsel etkinlik son derece önemlidir. Bu nedenle bilimsel üretimde anadilinin önemi tartışılmazdır. Diğer bilimsel gelişmeleri takip edebilmek, yapılan bilimsel çalışmaların neticesini bilim camiasında tartışabilmek ve kabul ettirebilmek için elbette mevcut bilim dili olan yabancı dili de çok iyi öğrenmek gerekir. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise bilimsel üretimin ve bilimsel verilerin pazarlanmasının hangi dilde olması gerektiğini iyi saptamaktır. Bilimsel üretim, düşünce sistematiğini oluşturan dilde (anadilinde), bilimsel ürün pazarlaması ise bilim camiasının kabul gördüğü dilde (örneğin İngilizce) yapılmalıdır. İkisi de farklı şeylerdir ve farklı yaklaşımlar gerektirmektedir.
Bilim, genelde serbest düşünme yeteneği olan ve gerekliliğini hisseden insanlar tarafından yürütülür. Bilim insanı hür düşünceye sahiptir ve toplumsal dogmaları (örneğin siyasi ve dini) asla kabul etmez. Bilimde her şey önce muğlak iken zamanla mutlak olmaya yönelir. Bilim, kendisinden başkasına dayanmayan ve varlık nedenini sadece kendinde arayan ve taşıyandır. Pekala bu şartlarda yabancı bir dilde bilim yapmak mümkün mü? Değişik şekilde soracak olursak, varlık nedeni kendinde olan bir nesne (özgür düşünce) nasıl olurda kendinden olmayan bir başka nesneyle (yabancı dil) bütünleşebilir? Bilim kognitif (zihinsel) gelişmeye ve kognitif gelişme ise dilsel gelişmeye bağlıdır. Bilimsel çalışma esasen açık düşünme, karmaşık bağlar kurma ve bu bağlardan yola çıkarak düğümleri çözme yeteneğidir. Bu nedenle gerçek bilim, düşünce özgürlüğü veren dilde (anadilinde) yapılır. Yabancı dilde yapılan eğitimle özgün düşüncenin yerleşmesi, dolayısıyla da zihnimizin ilerlemesi ve yaratıcı olması mümkün değildir. Yaratıcılık bir şekil içgüdüdür, içgüdü ise kişinin derinliklerinden yani düşünceden gelen bir güçtür. Bu tetikleyici gücün yaratıcısı, koruyucusu ve geliştiricisi ise doğumla beraber aldığımız anadilin de beraber saklıdır.
Örnek olarak yabancı dilde bilim yapmak isteyen öğrencilerimizi ele alalım. Öğrencilerimiz yabancı dilde öğrenmeye çalıştıkları fizik, matematik veya biyolojide kullanılan kavramları algılamak yerine ezberlemeye gideceklerdir. Böylece kavramları kendi düşünce sistematiği içinde ifade etme özgürlüğü elinden alınmış olacaktır. Özgür düşüncesi elinden alınan çocuklar daha kolay olduğu için ezbere yönelecektir. Bu nedenle düşünce üretimi yerine, düşünce tüketimine gidecektir.
Bu şekilde konuları gerekli derinlikte anlamayan, konulara vakıf olmadığı için de kendi düşünceleri olmayan bir nesil yetiştirmekteyiz. Böyle bir nesilden oluşan milletler, kendi düşünceleri olmayan, yorum ve değerlendirme yapamayan, yaratıcılık ve üreticilikten daha çok tüketiciliğe yönelen bireylerden oluşur. Millet olarak maalesef zaman zaman kendi dilimize sahip çıkmamışız. İslamın altın çağı dediğimiz dönemde (8.-15.yüz yıl arası) bilim dili olduğu için insanlarımıza Arapça öğretmişiz; şimdiler de ise İngilizce’ye yöneldik. Her ikisinde de maalesef başarılı olamadık, olmamızda mümkün değil çünkü insanın yaratılışına aykırıdır. Biz insanlara anadilini kullanmaksızın eğitim verirsek, o çocuklardan özgür düşünceye sahip bilim insanı yerine, eğitimli tüketim köleleri yaratmış oluruz. Sonuç itibarıyla “kendi tarihine yabancı, kendi varlığı ve hayatı üzerinde düşünemeyen, fikir üretemeyen ve dolayısıyla kendi felsefesini yaratamayan aydın; bilim ve düşünce birikiminden yararlanamayan, yaratıcılık ve özgünlük yeteneği kaybolmuş nesiller ortaya çıkmıştır” (Korkmaz, 2000; s. 319-326).
Pekala bilimde yabancı dilin hiç mi yeri yoktur? Elbette, yabancı dil de gerekli. Fakat bu gereklilik bilim yapmak için değil, bilim camiasını takip edebilmek ve yapılan bilimsel çalışmaları pazarlayabilmek için gereklidir. Gelişmiş ülkelerin tümünde bilim anadilinde yapılır ve bunun yanı sıra yabancı dil de öğretilir.
Anadiline önem veren ülkelerin başında Almanya, İngiltere, Fransa, Japonya gibi ülkeler gelir. Anadiline önem verme konusunda Almanya ile Türkiye’yi kıyaslayacak olursak çok büyük farklılıklar görebiliriz. Türkiye de yabancı dilde eğitim veren (yabancı dil eğitimi değil) onlarca lise ve üniversite mevcut. Buralarda çocuklarımıza yabancı bir dilde eğitim vermeye çalışılıyor. Kendi dilini henüz tam kavrayamamış lise çağındaki gençlerimize matematiği, fiziği ve biyolojiyi İngilizce, Fransızca, hatta almanca diliyle öğretiyorlar, daha doğrusu ezberletiyorlar.
Beyinlerindeki sinirsel sistem anadillerinin temeliyle gelişmiş gencecik insanlarımız, tam özgün ve bağımsız öğrenmeyi öğrenecekleri bir anda, henüz anlayamadıkları ve kuramsal olarak kavrayamadıkları bir dilde fen bilgilerini ezberlemeye çalışıyorlar. Varın siz düşünün bu gençlerin bilimsel düzeylerini. Buna karşılık Almanya da bir iki ekonomi ağırlıklı özel üniversiteler dışında (bunlarda genelde bilimsel çalışma yapacak olanları değil, büyük uluslararası şirketlerde yönetici olarak çalışacak eleman yetiştirmekteler) hiç bir İngilizce eğitim veren lise veya üniversite yoktur. Hatta diploma ve doktora tezleri, bir kaç istisna hariç, mutlaka almanca olması şartı vardır (yabancı uyruklu değilseler). İşte tarihine, kültürüne ve anadiline sahip çıkamayan gelişmemiş ülkelerle Almanya gibi ülkeler arasındaki fark budur. Gelişmiş ülkelerde yabancı dil her zaman amaç değil, araç olmuştur.
Bilim insanı açık ve korkusuz konuşur. O halde açık konuşalım, biz İngilizce eğitim vereceğiz diye üniversitelerimizde, liselerimizde hatta bir çok ilköğretim okullarında çocuklarımıza matematik, fizik, kimya biyoloji öğretemiyoruz. Buralardan mezun olan öğrencilerimiz çok iyi İngilizce konuşabiliyor olabilirler ama maalesef bilimsel yetenekleri, istisnalar hariç, sıfıra yakın olduğu için bilimsel üretim yerine bilimsel tüketime yöneliyorlar. İlginçtir ki, bir taraftan belirli elit kesime yabancı dilde eğitim verirken, diğer taraftan öğrencilerimizin büyük bir çoğunluğuna doğru dürüst bir yabancı dil eğitimi bile veremiyoruz. Yabancı dilde eğitim yerine yabancı dil eğitimine ağırlık verilmiş olsaydı, hem bilimsel çalışmalar hem de yabancı dil eğitimi daha verimli olmaz mıydı?
|
|
|
| |