|
|
Die Gaste, SAYI: 6 / Mart-Nisan 2009
|
Berlin Nüfus ve Gelişim Enstitüsü’nün “Kullanılmayan Potansiyeller” Araştırmasına İlişkin Açımlama
Prof. Dr. Franz Hamburger
Institut für Erziehungswissenschaft der Universität Mainz und Institut für Sozialpädagogische Forschung Mainz e.V.
Berlin Nüfus ve Gelişim Enstitüsü’nün veri dayanağı olağanüstü, yorumlanış ve kullanılış biçimi ise kabul edilemezdir.
1. Araştırmada öyle olgulardan söz edilmektedir ki, bunlar, göçmenlerin motivasyonu örneğinde olduğu gibi, verilere dayanmamaktadır. Araştırmanın 7. sayfasında “... düşük motivasyon görülmektedir” denmektedir. Verilerde ise buna yönelik ipucu bulunmamaktadır. Ama araştırmanın karakteristik özü ortadadır. Potansiyellerin kullanılamamasının suçu, pervasızca göçmenlere yüklenmektedir. Bir başka ifadeyle de bu gösterilebilir: 7. sayfada denilmektedir ki: “Göçün başarılı olabilmesinde köken belirleyicidir”. Oysa her önlisans seminerinde, bu başarı için fırsatların ve engellerin de belirleyici olduğu öğretilir. Araştırmanın kamuoyuna sunumunu bu kadar uygun kılan, yönlendirilen suçlamalardaki indirgemedir. Bu indirgeme, yerlileri rahatlatabilmekte ve onların mevcut olduğu kadarıyla entegrasyon karşıtlığını tabulaştırmaktadır. Araştırma, bu yorumlama tarzıyla önyargılara hizmet etmektedir. Öte yandan “iki kültürlü evlilik” göstergesinin kullanılması, entegrasyon kuramı açısından önemsiz değildir. Ama belki de, bir birliktelikte iki taraf olduğu konusunda biraz kafa yorulabilirdi.
2. Ayrıca bütün bunlar, araştırmanın ve sunumun Türk odaklı olmasındaki nedendir. Çünkü yabancı sorunun bir Türk sorunu olduğu, Kneipe müdavimleri tarafından 1980’lerin başından beri bilinmektedir. Kneipe müdavimliğinin ise, örneğin genç İtalyanların eğitim durumunun, diğer milletlerden gelenlerden daha kötü olduklarını gösteren analizlerden etkilenmediği pek de şaşırtıcı değildir. Ama kendini bilimsel olarak kabul eden bir araştırmanın, böylesi eskimiş kabalıklarla sunulabilmesi ise şaşırtıcıdır. İtalyanlarda görüldüğü gibi, okul başarısı ile ulusal karakterin elbette bağlantısı yoktur, tersine, göç sürecinin yapısıyla ilintilidir. Ama Berlin Enstitüsü’nün belli ki bu yönde hiç bir tasarımı bulunmamaktadır.
3. Bu ise, genel olarak göç araştırmalarının alıntılanması için de geçerlidir. “Araştırma”da, genel anlamda, diğer hiçbir araştırmanın sonuçları dikkate alınmamıştır. Neden böyle bir şey yapılır? Dikkate alınsalar, bu “araştırma”yı karakterize eden o sıradan parolalar kaleme alınamazdı. Oysa, örneğin toplumsal uzaklıklara yönelik araştırmalardan bir şeyler çıkarılabilirdi. Bir başka örnek: 8. sayfada, “Bilhassa Türk kökenlilerde, gençlerin eğitime olan tutkusunu artırmak için, kalifiye olmanın faydalarını, şu ana kadar olduğundan daha da belirginleştirmek gerekmektedir” denilmektedir. Halbuki araştırmanın yazarları, DJI’nin (Alman Gençlik Enstitüsü) araştırmasında, özellikle Türklerde son derece yaygın bir eğitime yönelim olgusunun bulunduğunu okuyabilirlerdi. Nitekim göçmenlerin genelinde de benzeri görülmektedir –bu da, göç araştırmacılığının burada ve başka yerlerde kurulduğundan beri– ve bir çok araştırma tarafından da sıkça doğrulanmış bir sonuçtur. Ama “araştırmanın” yazarları neden bilimsel tahliller tarafından yanıltılmaya izin versinler ki!
4. Ayrıca umursamazlık da yaygındır. Buna göre, kültürel normların kabul edilebilirliğinin, nesnel olarak hemen hemen hiç saptanamayacağı iddia edilmektedir (11. sayfa). Böylesine basit bir anlayışa karşı, Türklere ve başörtülü müslüman kadınlara yönelik Konrad Adenauer Vakfı’nın yapmış olduğu araştırmaya işaret etmek yeter. Basitçe düzenlenmiş anketlerle bile, düzinelerce önyargı çürütülmektedir. Ama şu da bir devrim olurdu: Göçmenlerin kendisine, kültürel normlar hakkında ne düşündüklerinin sorulması. Aslında, araştırmanın o denli küçük düşürdüğü Türklerin Alman demokrasisine yerlilerden daha çok değer vermeleri görüntüye uymazdı. Ama Konrad Adenauer Vakfı’nın araştırmasından bile alıntı yapılmamıştır.
5. Bilimsellik açısından en ölümcül hata ise, entegrasyonun, toplumsal yükselişle karıştırılmış olmasında yatmaktadır. Bu hata, Baden Württemberg Eyaleti İçişleri Bakanının, araştırmanın göstergelerine göre meslek eğitimi gören iki çocuklu Avusturyalı esnaf bir ailenin, annenin işsizliği koşullarında entegre olamadığı saptamasını yapmaya itmiştir. Araştırmada, entegrasyonu “ölçmek” için kullanılan üç etmen, entegrasyonu değil, orta, hatta üst katmanlara ait olanları, yani lisede okumayı, yüksek öğrenim düzeyinde bulunmayı ve mezuniyet oranını ölçmektedir. Aynı göstergeler yerli nüfusa uygulandığında (ve öte yandan araştırmanın da yaptığı gibi, serbest meslek sahipleri, kamu hizmetinde çalışanlar, güven öngören meslekler ve ev kadınları oranları da eklendiğinde), entegrasyon düzeyi kötü bir görünüm sergiler. Belki de olay, araştırmanın odaklandığından farklı olarak, entegrasyonun biraz daha karmaşık kavrayışlarının bulunduğudur. Belirtilmelidir ki, Mikrozensus, betimleyici tarzdadır, ama o, mutlak biçimde ideolojik yönelimlere uydurulmaya çalışılmıştır ve kaçınılmaz olarak bunda başarısız olmuştur. Yazarlar, verilerden işe yaramaz göstergeler türetmişlerdir. Ayrıca riskli hesaplamaları için gruplar oluşturmuşlardır. Bu grupların sistematik olarak gerekçelendirilmesi mümkün olmayıp, tersine, sadece hesaplamalara uygun büyüklüğe sahip gruplar oluşturma isteğinin bulunduğu ortaya çıkmaktadırlar. Önce Almanya’daki Türkler ele alınır. Sonra Asyalılar –ama bu grubun birleşimi belirsiz bırakılsın– ya da “Afrikalılar” –renkli bir karışım, ama her zaman hesaplamalar için iyi bir grup oluşturur–, yahut Güney Avrupalılar. Araştırmanın yazarları, kendilerini bu bağlamda, birbiriyle bağdaşmaz olguları aynı kefeye koyduklarına değinmekten alıkoyamıyorlar. Belki de getirdikleri bu kavrayıştan farklı bir sonuç çıkarabilirlerdi –ama onlar bunun için para almadılar. Zaten bu kadar da güzel hesap yapamazlardı!
6. Son olarak bölgeselleştirme. Özünde toplumsal araştırmalara yönelik bir başlangıç göndermesi. Ama veriler bir federal eyalet için neyi ifade eder? Herkes biliyor ki, bu ortalama verilerin arkasında en zıt karakteristik gelişmeler yatmaktadır. Ama yazarlar, genelde lise mezunu oranı düşük olduğu yerde, o ünlü göçmen kökenliler arasında da aynı düşük oranın görüldüğüne ve diğer bölgelerde, örneğin kent eyaletlerinde durumun farklı olduğuna bir göz atabilirlerdi. Ve bu eyaletlerde okul başarısızlığındaki oranların da yüksek olduğunu ve buna ilişkin açıklamalar bulunduğunu da –elbette, ister politik, ister entelektüel olsun, Kneipe müdavimliğine hizmet etmesi istenen açıklamalar değildirler– görebilirlerdi. Neden Rheinland-Pfalz’daki durumlar söylendiği gibi durumlardır? Eğer en yüksek entegrasyon düzeyine sahip olan Doğu Bloku göçmenleri ve AB-25 ülkelerinden gelenler özellikle burada yoğunlaşmışsa ve yine de eyalet “en alt düzeyde” kalmışsa, bunun nedeni nedir? Anlaşılan, toplumsal ve tarihi olgular, federal eyaletler için basit hesap şablonları hazırlayıp, yorumlamaya başlayacak kadar kolay değildir.
7. Belki de kullanılamayan potansiyeller vardır. Ama o zaman buna konulacak altbaşlık, “Almanya’da uygulamalı toplumsal araştırmaların durumu” olmalıydı.
|
|
|
| |