|
|
Die Gaste, SAYI: 7 / Mayıs-Haziran 2009
|
“Evinizde Çocuklarınızla Almanca Konuşun”
Dr. Hakan AKGÜN
Türkçe anadil dersi öğretmenleri bilir, okullardaki Alman meslektaşlarının sözüm ona iyi amaçla söylenmiş bilgiç önerilerini: Türk öğrencilerin ebeveynlerine evde Almanca konuşmalarını tembihleyin. Sizde görüyorsunuz Türk ailelerin çocuklarının ne kadar başarısız olduğunu. Bu da evde Almanca konuşmamalarından kaynaklanıyor! Yoksa çocuklar okulda nasıl başarılı olsunlar, evde hep Türkçe konuşulursa? Onbir sene önce öğretmenlik görevinden Remscheid’deki RAA yöneticiliğine atandığımda tebrik ziyaretine gelen daha önce görev yaptığım okuldaki Alman meslektaşlarım bana yapacağım danışmalarda göçmen velilere mutlaka iletmem gereken en önemli konunun bu olduğunu dile getirdiler. Bende onlara mümkün olduğunca nazik bir şekilde anne babaların en başta gelen görevlerinin çocuklarıya iyi bir iletişim kurmak olduğunu, bunun da onların en iyi bildikleri dille olanaklı olduğunu ve göçmen çocuklar için bir yabancı dil olan Almancayı öğretmek görevinin bu konuda uzman olan öğretmenlere düştüğü şeklindeki yanıtımdan sonra aramızdaki buzlar bugüne dek çözülmedi.
O zamandan beri böyle hiç bir bilimsel dayanağı olmayan ve kendinden emin bir bilgiçlikle dile getirilen bu tür önerilerin kaynağının ne olduğu konusunda düşünmekteyim.
Bunun çaresizlikten ve bilgisizlikten kaynaklanan bir tepki olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de monolinguist bir şekilde tek Almanca dili üzerine kurulmuş bir okul sisteminde Almancayı ikinci dil olarak öğrenen göçmen öğrencilerin Almancayı ana dili olarak öğrenen yerli öğrencilere kıyasla daha başarısız olmaları sistemden kaynaklanan doğal bir olgudur. Sistemi sorgulamaktan kaçınan bu mantık başarısızlığın faturasını doğal olarak göçmen ebeveynlere çıkarmaktadır. İşin kolayı da budur: Evde Almanca konuşmadıkları için suçlu olan kendileridir. Kaç senedir buradadırlar ve hala Almanca bilmemektedirler. En kısa zamanda Almanca öğrenip evde artık bu dili konuşmalı ve çocuklarına da öğretmelidirler. Burası Almanya’dır, onlar da burada yaşadıklarına göre Almanca konuşmalıdırlar. Pedagojik eğitim görmüş öğretmenlerin böyle bir mantıkla göçmen anne babaları yanlış yönlendirmeleri ve pisikolojik baskı uygulamalarını anlamak bana oldukça zor geliyor ve kendi kendime ‘acaba bu tür yaklaşım yönlendirici baskın kültür anlayışının getirdiği bir yaklaşım şekli mi?’ diye soruyorum.
Bu olayın uzmanlarla ilgili boyutu. Olaya bir de ebeveyler açısından bakmak, onların nasıl tepki gösterdiklerini ortaya koymak gerektiğini düşünüyorum. Yukarıda sözünü ettiğim sistemden kaynaklanan olumsuzluklara bir de göçmen anne babaların çoğunluğunun kırsal ve işçi kökenli olmaları ve bu olguya bağlı olarak çocuklarının okuldaki başarılarına destek olamamaları da eklenince olumsuz koşullar zincirindeki halkalar çoğalmaktadır. Bu nedenle onlar zaten bir çaresizlik duygusu içindedirler ve daha önce belirttiğim yerine getirilmesi olanaksız olan beklentiler bu çaresizlik duygusunu daha da artırmaktadır.
Bu çaresizlik duygusuna rağmen büyük bir kesim yine evde en iyi bildiği dil olan anadilini kullanırken, neyazık ki bazı anne babalar bu baskıların sonucu olarak evde Almancayı temel iletişim dili olarak denemektedirler. Eğer evde çocuklarıyla Almanca konuşan anne veya baba bu dili yeterli derecede bilmiyorsa bu deneme ne yazık ki hep çocukların dil gelişimlerini olumsuz etkilemektedir. Bu savımı okul öncesi ve ilkokul döneminden vereceğim birer örnekle güçlendirmek istiyorum:
1. Bir anaokulu bir sene sonra okula başlayacak olan bir kız çocuğunun henüz cümle kuramadığını ve tek tek sözcükler kullanarak kendisini ifade etmeye çalıştığını belirterek aileyi RAA’ya yönlendirdi. Okul öncesi eğitimden sorumlu Alman pedagog arkadaşla birlikte anne baba ve çocukla yaptığımız ilk görüşmede gerçekten çocuğun hem Türkçe hem de Almanca dillerinde tek tek sözcüklerle kendini ifade ettiğini tesbit ettik. İlerleyen görüşme akışında babanın evde anaokulu eğitmeninin tavsiyesi üzerine çocuk anaokuluna başladığından beri sadece Almanca konuştuğunu öğrendik. Fakat ne anne ne de baba Almancayı yeterli derecede biliyorlardı. Anne eşinin Almanca bilgisinin iyi olduğunu onun için babanın çocukla sürekli Almanca konuştuğunu belirttikten sonra ne yazık ki babanında Almancayı düzgün cümlelerle değilde tet tek sözcükleri ard arda dizerek konuştuğunu gördük. İşin kötü tarafı çocuğun hem Türkçe dilinde hem de Almanca dilinde babasının ifade şeklini özümsemiş olmasıydı. Çocuğa Türkçe logopedik tedavi ve babaya da acilen Almanca öğretmenliğini durdumasını önerdiğimizde baba bundan hoşnut kalmamıştı.
2. Beş sene önce edindiğim bir önceki deneyimimden sonra geçen sene bir ilkokulun özürlü ve özürsüz öğrencilerin birlikte öğretim gördükleri 3. sınıfına devam etmekte olan bir oğlan çocuğunun ailesi okuldan şikayetçi oldukları için bize başvumuşlardı. Çocuklarında telaffuz zorluğu olduğu için iki sene önce öğrenim özürlü olarak rapor verilmişti ve logopedik tedavi başarıyla sonuçlandığı halde okul bu yeni raporu dikkate almamakta direnmekteydi. Yine görüşmenin ilerleyen akışında anne burada okula gittiğini, Hauptschule mezunu olduğunu ve çocuğun okulda zorluk çekmemesi için anaokulundan beri oğluyla Almanca konuştuğunu belirtti.
Ne yazık ki okula vermiş olduğu Almanca dilekçeyi incelediğimde bu annenin de Almancasının yetersiz ve hatalı olduğunu gördüm. Bu yetersiz Almanca bilgisiyle çocuğuna Almancayı öğretmeye çalışan anne çocuğunun normal zeka düzeyine rağmen, hem Türkçe dilinde hem de Almanca dilinde gramer ve telaffuz zorlukları yüzünden özürlü öğrenci olarak sınıflandırılmasına neden olmuştu. Ne yazık ki göçmen ailelerin çocukları bir taraftan Almancayı ikinci dil olarak öğrenen göçmen kökenli öğrencilere ters düşen bir okul sisteminin zorluklarını aşmaya çalışırken, diğer taraftan da kaş yaparken göz çıkaran bu tür iyi niyetli yanlışlıkların ceremesini çekmektedir.
|
|
|
|
|