|
|
Die Gaste, SAYI: 7 / Mayıs-Haziran 2009
|
Lerzis-i Hayal
Wolfgang RIEMANN
Aşk-ı Memnu 1898 yılında önce İstanbul’da yayınlanan bir edebiyat dergisinde tefrika edildi. Ardından roman 1900 yılında kitap olarak da yayınlandı. Her iki yayın da o dönemde Türkçede kullanılan Arap harfleriyle basılmıştı. Yazar Halit Ziya Uşaklıgil Edebiyat-ı Cedide akımının bir üyesiydi. Bu edebiyat akımının yazarları “L’art pour l’art” düsturuna bağlıydılar. Kullandıkları dille ve pek çok Arapça ve Farsça kökenli kelime içeren kelime dağarcıklarıyla, öncelikli olarak zarif ve özgün olmayı amaçlıyorlardı. Türkçede pek az bilinen kelimeleri metinlerine serpiştirmeye eğilim duyuyorlardı. Diğer taraftan gündelik kavramlar da kullanıyorlardı, ancak bilinen anlamlarıyla değil, çok daha nadir rastlanan anlamlarıyla.
Bu durum, bir çevirmen olarak benden özel bir dikkat bekliyordu. Çalışmam sırasında, uygun sözlüklerde bulamadığım kelimelerle karşılaştım. Düşünülebilecek tüm yazım biçimlerini denediğim yoğun taramalara rağmen bu kavramları bulmayı başaramadığım bazı durumlarda, bir hileyle hedefe ulaşabildim: Aradığım kelimenin Arap harfleriyle Farsça imla kurallarına göre nasıl yazılacağını düşünüyordum. Buna Farsçaya uygun bir seslendirmeyi de eklediğimde, kelimeyi bazen Farsça bir sözlükte bulabiliyordum. Bizzat saptadığım bir Arapça kökten hareketle Arapça sözlüklerde yaptığım taramalar da zaman zaman başarılı sonuçlar verdi.
Yazarın çok sık başvurduğu üslup araçlarından biri, bileşik kelime (Kompositum) kullanımı, yani birbirine iyelik takısıyla bitiştirilmiş iki kavramın bağlanmasıdır. Çoğu zaman bu bileşik kelimelerin her iki bileşeni de benzer ya da aynı anlamı taşır. Bu türden bileşik kelimelerin, aynı gramer kurgusuna sahip bir başka kavram çiftine bağlanması da oldukça sık görülür. Üst üste yığılan bu dilsel yapılar ayrıca bir dizi süsleyici sıfat ve - isimlerden birine bağlanan - idyomatik fiillerle tamamlanır (bir isim, bir fiille bağlantılı halde bir eylemi betimler, örneğin ‘Bakım yapmak’, ‘Teselli vermek’ gibi). Cümleleri Almancada anlaşılabilir kılmak için, çoğunlukla birbirine maharetle bağlanmış isimlerden birini sıfatlaştırmak zorunda kaldım. Burada aklıma Halit Ziya Uşaklıgil’in sıklıkla kullandığı “lerzis-i hayal” (yaklaşık olarak: hayal titreşimi) ifadesi geliyor. Bu ifadeyi biraz önce açıkladığım anlamda “schemenhaftes Schattenbild” (hayali siluet) ya da “verschwommene Fantasievorstellung” (bulanık hayal) (ya da benzeri çeşitlemelerle) karşıladım. Farsça ve Arapçadan alınmış bu kavram çiftindeki dilsel zarafet ve farklılığı Almanca olarak vermek mümkün değildir, eğer cümleye yalnızca belirli bir tını güzelliği katmak dışında bir işlev taşımayan, sözgelimi Fransızca bir kavramsal tamlamayı kabul etmezsek.
Burada Uşaklıgil’in üslubuna öykünerek kurgulanmış bir örnek cümle,eğer temkinli bir yaklaşımla müdahale etmiş ve cümlelere Alman okuru için kabul edilebilir bir biçim vermiş olmasaydım, yazarın yukarıda değindiğim dilsel özelliklerinin çeviride nasıl görüneceği hakkında bir fikir verebilir: “Sahildeki görkemli villanın (Almancada yalı kelimesi olmadığı için böyle çevirmeyi tercih ettim, çn.) bahçesindeki titreşen gölgelerin arasına gizlenmiş, büyülü müştemilatın yakınlarında, yaklaşan baharın taze soluğundan fışkıran çiçeklerin baştan çıkarıcı kokusunun tadını çıkardı.”
Halit Ziya Uşaklıgil romanında sıklıkla uzun cümleler kullanır. Bu cümlelerde öznenin yanı sıra özneden bağımsız, -i ya da -e halindeki ortaçlar veya sıfatfiillerle oluşturulmuş pek çok yancümleye yer verilir, ki bunlar da havai fişekler gibi art arda patlayan sıfatlar ve diğer eklentilerle bütünlenir. Ve cümlenin sonunda bunları, daha çok biçimsel nedenlerle sözdizimsel bir parantez işlevi gören tek bir nihai fiil izler. Böyle kurulmuş cümle yapıları yerine göre rahatlıkla yarım kitap sayfasını kapsayabilir.
Bu taşkın cümle yapıları çoğunlukla dramatik bir biçimde yükselen duygusal izlenimleri betimler. Sözgelimi karakterlerin iç çatışmaları hava koşullarının anlatımı fonunda sahnelenir: Bulut dağları yükselir, seller boşanır, öfkeli gökgürültüleriyle kopan fırtınalar gökyüzünü karartır. Bu manzaralar tıpkı bir tiyatro sahnesi gibi, bir dekor, bir tiyatro efekti gibi kullanılır? Bu sırada betimlemeler her yancümlede dramanın bir üst basamağına tırmanır, zirve yolundaki öykünün gerilimi durmaksızın artar.
Ama yazar bu denli dramatik olmayan anlatımlarında, sözgelimi güneş vurmuş bir bahçeyi betimlerken ya da yalnızca bir roman karakterinin mutlu olduğunu belirtmek üzere de sözünü ettiğim kapsamlı cümle yapılarına baş vurur. Bu teknik yardımıyla mesafeli, kesintisiz bir tür çağıltı elde edilir, çünkü akış özneden bağımsız ortaçlar ya da sıfatfiiller tarafından sağlanır. Her yancümle, kapsamlı bir senaryonun içinde hafif dokunuşlarla oluşturulmuş bir resmin parçasıdır. Yazarın asla yere temas etmeden kelime malzemesinin ve cümle yapısının üzerinde - nihai bir fiil koyarak sanki kontrpuantal bir tavırla sona erdirebileceği - bu ağırlıksız salınım ve hayalgücüyle dolu her süsleme, zarif ifadelerin tadına sınırsızca varma ve okura yalnızca duygusal düzlemde seslenme olanağı tanır.
Bir çevirmen olarak benim için bu cümle yapıları büyük bir meydan okumaydı, çünkü zincirinden boşalmışçasına üst üste yığılan bu cümle parçacıklarını Alman okura dayatamazdım. Cümleleri böldüm ve böyle kısmi cümleleri tamamlayabileceğim, ancak özgün metinde yer almayan uygun fiiller bulmak zorunda kaldım. Sonuçta özgün metindeki cümle çoğu zaman ancak tek bir nihai fiil, hatta sıklıkla yalnızca bir yardımcı fiil içeriyordu. Buna rağmen bir ölçüde kesintisiz bir gerilimi koruyabilmek için, izleyen cümleleri çoğu zaman bir önceki cümle ve nesnel durumla yakın ilişki içinde bulunan bağlaçlarla başlattım.
Uzun bir cümle yapısı içinde yer alan tüm yancümlelerin aynı örneği izlediği –sözgelimi zincirleme sıfat tamlamalarında– ve girift yancümle biçimlerinin söz konusu olmadığı durumlarda, Almanca çevirinin okurları bunu görece zorlanmadan izleyebilecekleri için, yapıyı bölme yoluna çoğunlukla gitmedim.
Burada yalnızca Uşaklıgil metinini çevirirken karşılaştığım özel durumlara değinmek istiyorum. Çevirmenin, özellikle de Türkçeden çeviri yapan bir çevirmenin, üstesinden gelmek zorunda olduğu pek çok başka güçlük bu nedenle bu yazının konusu olmadı.
Çev. Cemal Ener
|
|
|
|
|