|
10. Sayı / Ocak-Şubat 2010 |
Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
Yayın Sorumlusu (ViSdP): Engin Kunter
diegaste@yahoo.com
|
Kültür Çevirmeni
Kulturdolmetscher
Prof. Dr. Ali UÇAR
Sorunun Konuluşu
Çocuk yuvaları, okullar gibi eğitim ve öğretim birimlerinde
eğitmen olarak, öğretmen, özel pedagojist, okul psikoloğu, terapist, okul
müdürü, okul kapıcısı ya da diğer okul personeli olarak sıkça göç kökenli çocuklarla,
gençlerle, yetişmekte olan insanlarla ya da ebeveynlerle ilişki söz konusudur.
Arka planında farklı bir kültür bulunan insanlarla çalışılmasına sadece eğitim
ve öğretim kuruluşlarında rastlan- mamakta, ayrıca bunun sosyal pedagog, sosyal
çalışman, müşavir, aile danışmanı, özel durumlar danışmanı vb. olarak sosyal
çalışma alanlarında da kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır! Benzer durum,
doktor, okul doktoru, kamu alanında görevli doktor vb. olarak sağlık
hizmetlerinde çalışanlar için de geçerli.
Yukarıda betimlenen alanlarda, pratikte, farklı kültür
çevrelerinden gelen çocuklar, gençler ve ebeveynlerle iletişim sorunu olarak
adlandırılabilen, dilsel ve kültürel anlaşma güçlükleri ortaya çıkmaktadır.
Yanlış anlaşılmalar, belirsiz teşhisler, değerlerin, kuralların
ya da davranış biçimlerinin hatalı yorumlanışı genellikle iletişim bozukluğunun
sonuçlarıdır. Arka planında farklı bir kültür bulunan insanlarla yaşanan bu ve
benzeri iletişim sorunları, onlarla birlikte çalışmanın işlevselliği üzerinde son
derece olumsuz bir etki yaratmakta. Şu ana kadar okul, toplumsal ve sağlık
alanındaki uygulamalar, ortaya çıkan güçlüklerin aşılması gerektiğini bize
göstermektedir. Ama nasıl?
Bunun için kültür çevirmenlerine ihtiyacımız var!”
Kültür çevirmeni” tasarımını daha sonraki açıklamalarımda
gerekçelendirmek istiyorum. Bu bağlamda okul alanıyla sınırlı kalmak ve
Türkiyeli göçmen aileleri örnek olarak vermek istiyorum. Verilerin korunması
yasası nedeniyle pratikteki olaylarda şahıs adları değiştirilmiştir.
Kültür çevirmeni kimdir?
Bir kültür çevirmeni, farklı kültürel sistemler arasında
arabulucu olarak faaliyet gösteren bir kimsedir. Bu anlamda çevirmenlik, salt
bir dilden diğerine çeviriden daha fazlasını ifade etmektedir. Bir kültüre ait
insanların değer, düzgü ve davranış biçimlerinin çeviri yoluyla başka kültürden
insanlar için anlaşılır kılınmasıdır. Anlaşabilmeye yönelik ya da arabuluculuk
için bu faaliyet, çevirmenin yalnızca iki dile egemen olmasını değil, aynı zamanda
her iki kültürel sistemi de iyi tanımasını öngerektirir.
Kültür çevirmenleri neden gereklidir?
Pratik alandan örnekler:
1. Olay (Çevirmen olarak çocuklar, kardeşler ya da komşular)
Hasan H. için Kasım 2003’te bir destekle-me kurulu (FÖA)
oluşturuldu. Ebeveynleri, 9. sınıfa giden büyük kızlarını çeviri için birlikte
getirdiler. Özel pedagog, bilirkişi raporunun sonuç- larını FÖA üyelerine ve
özellikle ebeveynlere açıklamaya başladı. Kız, öğretmenin açıklamalarını
çevirirken ebeveynler huzursuz olmaya başladılar. FÖA başkanı onlara herşeyi
anlayıp anlamadıklarını sordu. Ebeveynler adeta anlamışlar gibi başlarını
salladılar. Almancayı iyi konuşabilen kız bir çok şeyi hatalı çeviriyordu,
çünkü raporda kullanılan teknik kavramları ve bunların Türkçe anlamlarını
bilmiyordu. Sonderschule öğretmeni tespitlerini çok yavaş ve açık bir biçimde
tekrarladı. “Herr Harman, oğlunuz düşük düzeyli bir IQ’ya sahip; bir zeka testi
olan CFT 20’ye göre 76’ya ulaşmakta, normal ortalama 100’dür. Çocuğunuz öğrenim
güçlüğü çekiyor, bu nedenle öğrenme alanında desteğe ihtiyacı var. Bir özel
destek alan öğrenci (förderkind) olacak ve muhtemelen bir özel eğitim statüsüne
girecek. Öğrenim engelliler için sonderschulenin destek planına göre, bir branş
öğretmeni/ özel eğitmen tarafından ders verilecek...” FÖA’nın oturumu bittikten
sonra çocuğun babası yanıma geldi ve şunu söyledi: “Az da olsa Almanca anlamama
rağmen hiç bir şey anlamadım. Olayın özünü tekrar anlatır mısınız?”
Bu örnekte olduğu gibi, pratikte çocuklar, kardeşler ya da
komşular çeviri için devreye sokulmaktadır. Kanımca bu uygulama bir çok
tehlikeye yol açmaktadır: 1- Sözkonusu olan çocuk damgalanacaktır ve
kardeşleriyle ya da yabancılarla bir çatışma ortaya çıkacak, yahut varolan
çatışma keskinleşecektir; 2- Çocuğa ilişkin gizli kalması gereken konular diğer
çocuklar tarafından bilinecektir; 3- Kardeşler arasında bir hiyerarşi oluşur ve
bu kalıcılaşır.
Bu olay, “Fördern” kavramının Türkçeye ne kadar zor
çevrilebildiğini, ebeveynlere ne kadar zor anlatılabildiğini gösterir. FÖA
görüşmesinde yalnızca “Fördern” kavramı değil, örneğin Förderausschuss,
Förderbedarf, Förderkind, Förderlehrer, Förderplan, För dergutach ten,
Fördermittel, Fördergruppe, Förderzentrum, Förderdiagnose, Förder unterricht
vb. gibi ebeveynlerin ya hiç anlamadıkları ya da kısmen anlayabildikleri bir
çok kavram sözkonusudur..
Türk ebeveynlerle yaptığım görüşmelerde, onların, okul ve aile
için belirleyici rol oynayan okul ve kurumlarla ilintili kavramları, normları,
değerleri, kuralları, davranış biçimlerini vb. ya hiç anlamadıklarını ya da
yeterince anlamadıklarını saptadım.
2. Olay (Hatalı) Tanı – (Hatalı) Tedavi
Şubat 2003’te sınıf öğretmeni Bayan Möller, evlerinde Türkçe
konuşulan A. Nasir’i okul psikoloğuna gönderdi. Gerekçesi: Çocuk çok
edilgenmiş, kendisinden istenmediği takdirde derse neredeyse hiç katılmıyormuş
ve çekingenmiş. “Onunla konuştuğumda gözlerime hemen hemen hiç bakmıyor.
Bakışları çoğunlukla yere doğru kayıyor. Sanki ebeveynleri onu dövüyormuş gibi
davranıyor. Nasir güvensiz, ürkek vb. öğrenme ve davranış açısından olumsuzluğu
dikkat çekiyor.”
Ayrıntılı bir okul psikolojik araştırmasından sonra şunları
saptayabildim: A. Nasir, aslında normal bir davranış sergiliyor. O, eğitim
değerlerinin dini geleneklere bağlı olduğu bir ailede büyüyor ve erkek rolüne
hazırlanmaktadır. Dinsel ve köylü özelliklerin ağır bastığı geleneksel bir
ailede, “büyüklerin -özellikle kadınların- gözlerine bakmamak” bir “SAYGI”
ifadesidir. Eğitimsel bir değer olarak “saygı” şu anlamı taşır: Büyüklere karşı
saygılı olunmalı, onlara değer verilmeli, gözlerine bakılmamalı, ast olunmalı,
itiraz etmemeli ve büyüklerin sözünü dinlemeli. Bir kadın, bir öğretmen ve bir büyük
olarak Bayan Möller saygın bir kişidir. Bu nedenle A. Nasir çekingen, edilgen
davranmakta ve etkin bir biçimde derse katılabilmek için öğretmeninin
talimatlarını beklemektedir. Hatalı tahminler ve değerlendirmeler ya da dikkat
çeken davranışların hatalı yorumlanması, hatalı tanıya ve sonuçta yanlış
tedaviye yol açabilmektedir.
3. Olay
Türk kökenli öğrenci N. Berker izinsiz olarak bir kaç gün okula
gitmiyor. Bunun üzerine öğretmen, Nesrin’in neden okula gelmediğini öğrenmek
için eve telefon açıyor. Babası, “... ailem hasta. Nesrin küçük kız kardeşine
bakıyor. Bunun için okula gelemiyor.” diye yanıtlıyor. Öğretmen, kızının
gelmediği günler için mazeret kâğıdı getirmesi gerektiğini söylüyor. Ertesi gün
Nesrin mazeret kâğıdını getiriyor ve öğretmene veriyor. Kâğıdın üzerindeyse
Nesrin’in annesinin adı yazıyor, yani mazeret kâğıdı annesi için yazılmış.
Öğretmen ise bunu Nesrin için istiyordu. Bunun üzerine o kendisinin değil,
annesinin hasta olduğunu belirtmiş.
Burada öğretmen, Nesrin ve Nesrin’in babası arasında bir yanlış
anlama söz konusu. Öğretmen şöyle anlamış: “Eğer aile hastaysa, Nesrin’in de
dahil olduğu tüm aile fertleri hastadır (muhtemelen bulaşıcı bir grip)”. Ama
gerçekte Nesrin hasta değildi, sadece annesi hastaydı. (Burada açıkça aile ile
öğretmen arasındaki iletişimde bir yanlış anlama var.)
Yanlış anlaşılmanın temel nedeni, “ailem hasta” ifadesinin
yorumlanışında yatmaktadır.
4. Olay (Yanlış yorumlama)
Zeynep 13 yaşında ve realschulede 7. sınıf öğrencisi. Evi
toparlarken Zeynep’in babası, kızının bir erkek okul arkadaşını kucakladığını
gösteren bir fotoğrafını buluyor. O bu resmi alıp okula gidiyor. Okul
bahçesinde sınıf öğretmeniyle karşılaşıyor ve öfke içinde resmi gösterip, kendi
başına fotoğraftaki oğlanı aramaya koyuluyor. Öğretmen ondan okul bahçesini
terketmesini rica ediyor ve ayrıca kızının kendi sınıfından bir erkek
arkadaşını kucaklamasının kötü bir şey olmadığını vurguluyor. Baba öğretmenin
isteğine uymadığından, okul müdürü devreye giriyor. Okul müdürüyle konuşmasında
baba “konuk işçi Almancası”yla kızına, oğlana ve öğretmene sövüyor: Öğretmenler
çocuklara dikkat etmiyorlarmış, herşeye izin veriyorlarmış, otoriter
değillermiş. Okul idaresi babayı yatıştırmaya ve olayın o kadar vahim
olmadığına inandırmaya çalışır. Bunun üzerine baba şunu söylüyor: “Eğer
öğretmenler çocuklara terbiye öğretemiyorlarsa, kızımı ve namusumu korumam
gerekli!”. Baba okulu terk ederken, okul bahçesindeki çocuklara bir göz atıyor
ve parmağıyla onlara işaret ediyor: “Hepinizi öldüreceğim”. Okul müdürü ona
yasaları hatırlatıyor. Okul müdürü bu gelişmeleri ciddiye alıyor ve yetkili
okul kurumu aracılığıyla “ölümle tehditten” suç duyurusunda bulunuyor. Bir kaç
gün sonra babaya polisten çağrı geliyor. Suç duyurusuna, yani ithamlara ilişkin
ifadesi isteniyor. Baba, “ölümle tehdit” suçlamasını reddediyor. O böyle bir
şey yapmadığını belirtiyor. Ancak anlaşmazlık çığrından çıktı ve okul yönetimi
güvenlik önlemleri alınmasını talep etti. Polis okulu gözetime aldı. Aile bir
avukat tuttu. Öğretmenler korku içindeydi. Kız okula gitmiyordu.
Okul psikolojik hizmetleri tarafından bu okula yardımcı olmak
üzere görevlendirildim. Çocuklarla, kadın öğretmenlerle ve okul idaresiyle
yaptığım görüşmelerden sonra, aile ile okul arasında bir iletişim sorunu
bulunduğu ve birbirlerini anlamadıkları kanısına vardım. Bir yanlış anlamadan
büyük bir çatışkı doğdu. Bulanıklıkların, yanlış anlaşılmaların, hatalı
yorumların ortadan kaldırılması ve çözüme varılabilmesi için, okulun ve
ebeveynlerin birlikte konuşmaları gerektiğini saptadım. Belirlenen tarihte ben,
müdür ve ebeveynler okulda buluştuk. Okul idaresi, babanın okul bahçesinde
öğretmenlere ve öğrencilere “ölüm tehdidi”nde bulunduğunu öne sürdü.
Baba, “sizi öldüreceğim” tehdidinin ciddi olmadığını söyledi.
Çocuklarımızın eğitiminde her baba ve her anne çocuğuna: “Uslu dur, yoksa
kulaklarını keserim ya da seni öldürürüm ya da boğarım seni” der. Bu ifadeler
korkutmak içindir. Ama gerçekte bunlar zararsız sözlerdir. “Bugüne kadar bu
sözlerle hiç bir anne ya da baba çocuklarını ne öldürmüş ne de onların
kulaklarını kesmiştir. Bu sadece çocukların doğru bir davranışa
yönlendirilmeleridir.”
Neticede babanın tehdidinin ciddi olmadığını ve okulun bu
ifadeyi ciddiye alıp suç duyurusunda bulunduğunu saptadım. Ardından her iki
taraf da, aralarındaki anlaşmazlığın gerçekten bir yanlış anlaşılma ve hatalı
yorumlamaya dayandığına inandılar. Sonunda babanın sözünü geri alması ve okul
idaresinin suç duyurusunu geri çekmesi kararlaştırıldı. Böylece sorun çözüme
bağlanmış oldu.
Bu yanlış anlama, diğer bir ifadeyle baba-nın gösterdiği
davranışın okul idaresi tarafından bu hatalı yorumlanışı karışıklığa yol açtı
ve çok emek gerektirdi. Yanlış anlaşılmanın açığa kavuşturulması için polis,
ebeveynler, okul ve okul psikoloğu bu anlaşmazlığa çok enerji ve zaman harcadı.
5. Olay (Tanı, tedavi ve ebeveynlerin bilgisizliği)
9 yaşında ve 3.sınıf öğrencisi Yasemin olayında, okul psikolojik
bölümü gelişim bozukluğu tanısında bulunur ve bu nedenle bir psiko-motorik
terapi önerir. Ebeveynlerle görüştükten sonra bir Alman terapist çalışmaya
başlar. 3 oturumdan sonra ebeveynler tedaviyi keserler. Tedaviyi neden devam
ettirmediklerini sorduğumda anne şu yanıtı verdi: “Böyle bir tedavi kızıma bir
şey katmıyor. Psikolog çocuğumla sadece oynuyor ve onunla bir kaç hareket
yapıyor. Ama çocuğumun karın ağrısı var, sık sık da baş ağrısı ve okuyup
yazamıyor. Psikolog ağrılarına karşı ilaç vermiyor. Çocuk, okul için okumayı
öğrenmeli, oynamayı değil, bu bir işe yaramaz.”
Ebeveynlerin çocuk terapisini bilmedikleri burada açığa çıkıyor.
Ruh ve beden arasında ayırım yapmıyorlar. Bu nedenle ruhsal hastalıklarda hemen
ilaca sarılıyorlar.
6. Olay (Davranışın hatalı yorumlanışı)
4. Sınıf öğrencisi Bayram için, saldırgan davranışları nedeniyle
bir destekleme kurulu oluşturuluyor. Sonderschule öğretmeni raporunu destekleme
kuruluna (FÖA) sunuyor. Dersteki gözlemlerinde şunları saptadığını belirtiyor:
Bayram huzursuzmuş, başka çocukları rahatsız ediyormuş. Her şeyden önce
saldırganmış, ders sırasında diğer çocukların üzerine gidiyor ve onların yanaklarını
sıkıyormuş. Çocuklar kendilerini savunduğunda veya acı duyduklarında, Bayram
onları gülerek okşuyormuş. Öğretmenlerin de onayladıkları gibi, bu tutumu sıkça
yapıyormuş.
Bu bağlamda sorun, Bayram’ın bu davranışının “çimdiklemek,
gülmek ve ardından okşamak” nasıl yorumlanacağıdır?
Aile içinde yaptığım araştırmada, çocukların yanaklarını sıkmaya
ailede sıkça rastlanabildiğini saptayabildim. Yetişkinler yanakları sıkmakla
belli bir sevgi gösterisi sergilemekteler. Biraz acı duyuldu mu, o zaman çocuk
okşanır ya da öpülür. Bayram’da da –yetişkinlerden öğrendiği– bu davranış
ortaya çıkmıştır. Aslında Bayram diğer çocuklara karşı “sevgisini” göstermek ve
onlarla temasa geçmek istiyordu. Öyleyse sorun, bunun bir davranış bozukluğu
mu, yoksa normal bir davranış mı olduğudur.
Ebeveynlerin düşüncesine göre, Bayram’ın bu tutumu çok doğal ve
normaldi. Ama Alman özel eğitim pedagogu açısından hiç de normal değildi. Bu
olay, tanıya, değerlendirmeye ve tedaviye ilişkin hangi hatalı yorumlamaların,
yanlış anlaşılmaların ortaya çıkabileceğini göstermektedir.
Yukarıda betimlenen olaylar uygulamanın sadece küçük bir
bölümünü kapsamaktadır. Bu davranış biçimleri, arka planında başka bir din, dil
ve kültür bulunan bir çok çocuk için geçerlidir. Alman kökenli olmayan bir
çocuk, genç ya da aileyle iletişimde, dilsel güçlükler ya da anlaşmada güçlük
yaşanıyorsa, uzman Alman personelin gösterdiği ilk tepki “Evet, Almanca öğrenmeliler”
olmaktadır. Daha iyi anlaşabilmek için başka alternatifler ya da imkanlar göz
önünde bulundurulmamaktadır.
Çevirmen
Bir çevirmen yardımıyla göçmenler için sunulan hizmet, etkinlik
açısından çok sınırlı kalmaktadır. Bir çevirmenin görevlendirilmesi bir çok
alanda risk barındırmaktadır. Örneğin pedagojik, psikolojik, sosyal, ailesel,
psikosomatik ya da tıbbi konular, bilgiler ve görünümler söz konusu olduğunda,
uygulamada çevirmen tarafından bir çok saptırma ortaya çıkabilir:
– Çeviri, her zaman çevirmenin kendi payını içerir. Çevirmen,
her iki dile egemen olduğu için, dili bilmeyen insanlardan daha üstün bir
konuma sahiptir.
– Bir çevirmenin görevlendirilmesi, örneğin bir terapi sürecinde
terapistin kendi yönetici rolünü yitirmesine yol açabilir.
– Anlaşmazlık durumlarının çevirisinde çevirmenin kendisini ön
plana çıkarma olasılığı vardır.
– Bir çevirmenin görevlendirilmesiyle, ikili bir ilişki yerine
üçlü bir ilişki doğar. Bu nedenle, genelde üçlü kümelenme oluşur.
– Bir çevirmenin görevlendirilmesinde yatan diğer bir tehlike,
onun eleyerek çeviri yapması ve açıklamaları, kendi değer yargılarıyla
saptırmasıdır.
– Bir çok bilgi kaybolabilir.
İKİ KÜLTÜREL SİSTEM, İKİ DÜŞÜNCE SİSTEMİ,
ANLAŞMA GÜÇLÜKLERİ VE ALGILAMA SORUNLARI
Almanya’da birçok insanın arka planında bir göç kökeni
bulunmakta. Bu insanlar, çalışma ve yaşam biçimlerini, davranışlarını,
algılayışlarını ve eğitime, hastalığa, vücuda, psikosomatiğe ve de düşünüş
tarzına olan yaklaşımlarını şekillendiren, en azından iki kültür sisteminin etki
alanında yaşamaktadırlar.
Bu nedenle, anamnestik araştırmalarda kültüre özgü
determinasyonların teşhis, terapi ya da başka tedavilerde göz önünde
bulundurulması gerekmektedir.
Göçmen ailelerinin, spesifik bilgiye sahip olunmadığı takdirde
erişilemeyen çok miktarda tabu alanları bulunmaktadır, ki bu nedenle
eğitmenler, öğretmenler, sosyal görevliler, okul psikologları, doktorlar
şikayetlerde bulunuyorlar.
Eğitim ve öğretim kuruluşları ile göçmen aileler arasındaki
iletişim salt bir dil sorunu değil, bunun ötesinde o kültürel nitelikli bir
anlaşamama sorunudur.
Burada söz konusu olan, başka bir kültür çevresinden kavram,
davranış biçimleri, değer ve normlarını bir başka kültürel sisteme
çevirilmesidir, başka bir ifadeyle uygun kavramların, değer sistemlerinin diğer
sistemlerde aranması ya da en azından benzer kavramların aranması ve bu
düzlemde bir anlaşmaya varılmasıdır. Bunu başarmak, iki kültürel sistem
arasında bir anlaşma sağlamak isteyen birinin, bu yönde yetkinleşmiş olmasını
öngerektirir. Diğer bir ifadeyle o, iki kültürü iyi tanımalı ve yöntemsel,
kişisel ve teknik yetkinliğe sahip olmalı.
Farklı kültür çevrelerinden insanlarla iletişimde, yukarıdaki
pratik olaylarda da görüldüğü gibi, sık sık yanlış anlaşılmalar doğmakta. Sözlü
olmayan iletişimde yanlış anlaşılmalar ve hatalı yorumlar daha da
belirginleşmekte. Farklı vücut hareketleri, bakışlar, yakınlık, mesafe, mekanın
ve de zamanın algılanması farklı kültürel anlamlar taşıyabilirler, ama
iletişimde büyük bir rol oynayabilirler. Böylece, örneğin insanların yoğun
bakışları bir saldırganlık ifade edebilir ya da saygı olarak da yorumlanabilir.
Ön-arka ya da üst-alt, Avrupa’dakinden farklı anlamlar taşıyabilir.
Örneğin Alman olmayan bir erkek çocuğun saldırgan tavrı
ebeveynler tarafından Alman öğretmeninkinden farklı algılanabilir. Erkeklerin
eğitiminde saldırgan bir görünüm olumlu karşılanbilirken, öte yandan bir Alman
öğretmen aynı davranışı olumsuz olarak değerlendirebilir. Belki de ebeveynler
oğullarının saldırgan tavrını sorun olarak görmeyeceklerdir. Erkekler kendini
kabul ettirebilme yetisine sahip olmalı ve gücünü gösterebilmeli. Bu olgu,
ataerkil erkek eğitimine aittir.
Birçok Türk ebeveynin hastalıklara, özellikle psikolojik
hastalıklara yaklaşımı çok ilginç. Farklı hastalıkların açıkça kültüre bağlı
görünümlerini vurgulayan birçok örnek var. Türkiyeli kadınların çoğu
hastalıklarını genelde vücutlarıyla ifade ediyorlar. Acı hissediyorlar. Bir
Alman kadın böyle bir durumda “Ben bunalımlıyım” der; bir Türk kadını ise,
“Ağrılarım var” der. Depresyonda vücut ağrıları öne çıkartılmaktadır. Bu neden
böyle?
Ben 8 yaşındayken bir gün hastaydım. Annem bana şunu söyledi:
“Oğlum göbeğin düştü. Rahatça yatmalı, dinlenmeli ve bu dağ çayını içmelisin”.
Yatakta gizlice karnıma ve göbeğime baktım. Ama herşey yerli yerindeydi. Göbek
düşmemişti. Ama annem benim dengemi kaybettiğimi anlatmak istiyordu. Göbek
vücudun ortasında. Bir hastalıkla vücut dengesini kaybeder. O zamandan beri
Türk ebeveynlerin “çocuğun göbeği düştü” demelerini anlıyorum.
Türk toplumunda büyüye yönelik tasarımlar çok yaygındır.
Geleneksel anlayışta, halkın sağlık anlayışında hastalıklar, insan çevresinde
oluşan bağımsız bir varlıktır, yani insan vücuduna dışardan giren ve çoğu zaman
onu tamamen sarabilen büyülü bir güç olarak anlaşılmaktadır. Burada ruh (psycho)
ve beden (soma) arasında bir ayırım yapılmamaktadır.
Büyülü güçlerin yanı sıra insanların kötü bakışlara yönelik
tasarımları bulunmaktadır (nazar, büyü), ya da cinlerin çarptığına inanılır.
Onlar burada aslında bozuk ilişkilerden söz ediyorlar. Soğukluk, sıcaklık,
beslenme, yük gibi doğa tarafından şartlanmış tasarımlar da, yerinden oynamış,
düşmüş, kaymış organların tasarılanması da, hastalıkların kaynağı olarak
görülebilmektedir.
Yukarıda betimlenen örnekler, hastalıkların ya da davranış
biçimlerinin kültüre bağlı görünümlerini göstermektedir. Alman psikologlar,
psikiyatristler, pedagoglar, eğitmenler, sosyal çalışanlar, doktorlar v.s.,
yabancılarla çalışma- larında kendilerini pratikte sıkça çaresiz
hissetmektedirler. Öte yandan Alman olmayan kültür çevrelerinden ebeveynler,
çocuklar ve gençler de, uzmanlar tarafından anlaşılamadıklarını duyumsadıkları
için kendilerini çaresiz hissediyorlar. Çocuklarının belirsiz teşhisleri
nedeniyle doktordan doktora, psikologtan psikoloğa ya da bir danışmanlık
bürosundan diğerine, ellerinde ilaçlarla, mazeret kâğıtları, mektuplar,
bilirkişi raporlarıyla dolu poşetleriyle oradan buraya koşan bir çok aileyleyi
uygulamadan tanıyorum.
Özet
Kreş(Anaokul) ve okul gibi eğitim ve öğretim kuruluşlarında
kültür tercümanlarına ihtiyacımız var. Sağlık ve sosyal sistem için de bu
geçerlidir. Sosyal devletin sosyal hizmetlerini yeni bir anlamda interkültürel
yönde açması için bu bir ödevdir. (Madde 7 ve 20 GG).
Çocuk yuvaları ve okullar için –özellikle göç kökenli birçok
insanın oturduğu semtlerde– kültür çevirmeni hizmetleri kurulmalıdır. Her iki
dili ve kültürü iyi tanıyan pedagog ya da psikologlar istihdam edilmelidir.
Onlar okul psikolojik danışmanlık merkezlerine bağlanabilir ya da bu çerçevede
kurulabilir. Ama bu ekip hareketli olmalı. Bir hazırlık döneminden sonra hemen
göreve başlayabilirler. Belli bir zaman sonra bu tasarımların nasıl
gerçekleştirilebileceği yeniden kontrol edilebilir ve değerlendirilebilir.
|
|
|