|
11. Sayı / Mart-Nisan 2010 |
Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
Yayın Sorumlusu (ViSdP): Engin Kunter
diegaste@yahoo.com
|
Helal Molekül Haram Molekül
Mehmet KORKMAZ
"Aşağıdaki tabela, hangi E-numaranın (gıdaların üretimi, hazırlanması, ambalajlanması sırasında ürüne katılan maddelerin listesini içerir.) Helal/Haram kriterleri ile uyumlu olup oldmadığını göstermektedir.
Bu tabela bir beslenme teknisyeni ve bir İslam bilgini ile hazırlanmıştır.
Kısaltmalar:
X= Etanol ile arıklandırma. (haram olması mümkün)
F= Etanol ile arıklandırma. (haram olması mümkün)
T= Hayvansal yağ asidi ya da hayvansal Protein ile esterleşme (esterleşme:Yağ asitlerinin alkollerle girdikleri reaksiyonlardır). (haram olması mümkün)
N= Haram. (haram olması mümkün)
E-Numaraları" (bazıları) :
|
E416
|
Kâraya zamkı
|
F,N
|
E418
|
Jellan Zamkı
|
F,N
|
E422
|
Amonyum fosfat (Gliserin)
Gliserin (E 422) kimyasal olarak kârbon atomuna bağlı üç hidroksil grubu (OH) içerir. Bütün yağların molekül çekirdeğinin tabanını oluşturur. (Bütün bitkisel ve hayvansal yağlarda bulunur). Gliserin ürünün dayanaklığını artırarak ürünün kalitesini sabit tutar. Çoğunlukla et, pasta ve reçel üretiminde kullanılır. Gliserin insan vücudu tarafından da üretilir ve kesinlikle uyuşturucu/hoşlandırıcı bir etkisi yoktur. Bu yüzden de böyle moleküller haram değildir. Aynısı E-471 ve Lesitin için de geçerlidir.
|
|
E471
|
Yağ asitlerinin mono ve digliseritleri
(Emülgatör)
E471, hayvansal yağ asitlerinden oluşmuşsa, kullanılmamalıdır.
Pastalar, Kekler, Çikolatalı ürünler, Margarinler, Kakao, Süt Tozu, Patates Püresi, Prinç ve Makarna
|
T
|
Kaynak: http://www.halal.de/HC_E-Nummern.htm
|
“Etin helali olduğunu biliyorduk da, şimdi moleküllerin
helallığı nereden çıktı” diyeceksiniz.
Die Gaste’nin 4. sayısının başsayfasında "Etnik reklamcığa hoş geldiniz"
başlığı altında şunlar yazılmıştı:
"...
(Bu etnik reklamcılığın oluşmasındaki en büyük etmen firmaların, müşteri
kazanmak istemesidir)... Diğer bir konu ise, ekonomik krizin derinleşmesiyle
müşterilere olan rekabetin artması sonucu bu etnik reklamcılığın ne kadar
etnikleştirileceği ve derinleştirileceğidir. Bu da paralel toplumların içinde
yeni bir paralel toplumların yeşermesi potansiyelini birlikte getirecektir.” (Die
Gaste, Sayı: 4 / Kasım-Aralık 2008)
Ve sonunda 2009 finans krizinin getirmiş olduğu iflaslar,
işsizlik, aşırı üretim, düşük ücret ve malların satılamaması, rekabeti artırarak
pazarlara olan ihtiyacı daha da artırmıştır. Yeni pazarların
olmayışı(bulunmaması), bazı rant kesimlerini yeni pazarlama yöntemleri aramaya
yöneltmiştir. Buldukları bu yeni pazarlama yöntemleri ise “helalcilik” bazında
sertifikalama sistemi olmuştur. Amaç şöyle ifade edilmektedir:
“EHZ’in
Helal Sertifikalama Sisteminden istifade eden et ve gıda maddeleri
imalathaneleri ve mezbahaneleri, bu sertifikalama sistemiyle helal
standartlarına uygun helal gıda maddeleri üretebilecekler ve bu standardı kazanan
işletmeler pazar paylarını arttırabileceklerdir.” (EHZ, Avrupa Helal Sertifika
Enstitüsü)
“İsrail’in
‘koşer’ adıyla uyguladığı helal sertifikasıyla İslam dünyası 2004’te tanıştı.
Müslüman ülkelerin yanı sıra Müslüman nüfusa sahip Avrupa ülkeleri Almanya,
Fransa, Belçika hatta Vietnam bile ‘helal’ sertifikası veriyor.” (Zaman,
25.02.2008) .
Bu yeni helalciliğin nedeni ise, artan bu pazardan “pay kapma”
olarak somutlaşmıştır: Dünya “helal pazarı” 2006 da 580 milyar dolar iken, bu
yıl 2 trilyon dolar olacağı tahmin edilmektedir. Ve bugün “helal et” sektöründe
en çok satan firmalar ise Avustralya ve Brezilya merkezlidir. (Handelsblatt,
08.12.2008)
Şimdiye kadar bildiğimiz ‘helal’ –Türk bakkalarından tanıdığımız
gibi– sadece et kesiminden oluşmaktaydı, domuz eti zaten yoktu ve alkol de
bulmak hemen hemen imkansızdı. “Helal” sadece bu kadardı, çünkü; “Bir ürünün
helal olması için, içinde domuz eti ve domuz ürünleri, alkol ve kan
bulunmaması, tüm et ürünlerinin İslamiyetin yenmesini meşru kıldığı
hayvanlardan oluşmaları ve İslami usullere göre uygun kesilmiş olmaları
gerekmektedir” (www.eurohelal.de) diye buyruluyordu. Buraya kadar da yeni
birşey yoktu.
Yeni olan ise, bu helal-kavramının genişletilerek ve
derinleştirilerek, sadece et-ürünlerinin değil, bütün yiyecek maddelerinin
atomlarına kadar (helalciliğe uygun olarak) yeniden gözden geçirilmesi ve tanımlanmasıdır. Böylece, insanın
rüyasında dahi hiç akla gelmeyecek maddeler, moleküller, vitaminler, ilaçlar,
üretim prosedürü, kremler, temizlik maddeleri, yapıştırıcılar, reçeller,
pastalar hatta mayalanmada kullanılan enzimler (Mesela hayvansal enzim
kullanılmış mı? Kullanılmışsa islami kurallara göre kesilmiş mi?) ve bakteriler
(Bakterilerin besiortamı, yani proteinler helal mi, domuz proteinleri
kullanılmış mı?) bile “helalcilik” kapsamına alınmıştır. “Helal kavramı
yalnız gıda maddelerini değil, aynı zamanda gıda maddelerine eklenen maddeler,
paketlemede kullanılanlar, kozmetik mamüller ve deterjanlar, çamaşır tozlarının
içeriğindeki kimyevi maddelere kadar hepsini kapsar”.
(www.halal-zertifikat.de).
Bütün bu ürünlerin ise sertifikalanması (islama uygunluğu)
gerekmektedir. İşte tam bu sertifikalama sistemi “helalci”lerin yeni rant
kapısını oluşturmaktadır, çünkü bu hizmetler için binlerce Euro yıllık aidat
ödenmesi (aşağıdaki tabelada gösterildiği gibi) ve bu aidatın da her yıl
yeniden tazelenmesi gerekmektedir.
Böylece “helal”in derinliğine ne kadar inilirse sertifikalanması
gereken ürünler o kadar da artacak, kendilerinin ve çok uluslu şirketlerinin
pazarlarını genişletmeye yardımcı olunacaktır. Bugün 50’ye yakın sertifika
veren şirket bulunmak- tadır. Bunların çoğu İran, Malezya ve İndonezya
merkezlidir. Almanya’da da böyle kurumlar son zamanlarda artmaktadır ve hepsi
de ücretlidir. Sertifikalamayı müslüman ülkeleri yaparken, “Nestle, Tesco
gibi Müslüman olmayan çok uluslu şirketler, Müslümanlara yönelik hizmet ve
ürünlerini genişleterek küresel helal pazarının tahminen yüzde 90’ını bu
şirketler kontrol etmektedir.” (Zaman, 25.02.2008).
Diğer bir olgu ise, “helal”in de, “Bio”da olduğu gibi bir
standartlaşmaya gidilerek “helal” adının tescilli bir marka haline
getirilmesidir. Bu da artık hiç kimsenin bir ücret ödemeden bu adı
kulanamayacağı anlamına gelmektedir. Küçük bakallar, marketler (kendi kesimini
kendisi yapanlar) ise belirli bir ücret ödemeden “helal” adını kullanamayacak,
ya da ürünlerinin bir bölümünü ancak büyük şirketlerden daha pahalıya almaları
gündeme gelecek ve bu şirketlere bağımlılıkları artacaktır.
Sözü edilen sertifika firmaları bugün sadece gıda sektöründe
faliyet gösteren firmaları (Nestle, Dr. Oetker, Müller, Gazi gibi) değil, aynı
zamanda gıda sektörüyle hiç alakası olmayan kimya ve ilaç sektöründe de (Basf,
Bayer, Degussa, Evonik, Merck gibi) sertifikalama yapmaktadır.
Ve sorunun en ilginç ve
en kârlı yanı tam da burada başlamaktadır. İlginç olan, dünyanın en büyük
kimya, petrol ve enerji sektöründe faliyet gösteren bilimsel firmaların
“helalcilik”e neden ilgi gösterdikleridir. Mesela dünyanın en büyük
firmalarından biri olan BASF Kimya Şirketi’nin (2008 yılındaki cirosu, 62
milyar Euro ve yaklaşık 100.000 işçi çalıştırmaktadır) “helalcilik”le olan
ilişkisini tabelayla göstermektedir.
(Bkz. http://
www.nutrition.basf.com/Files/
PDF/News/Nutrition/ Product%20Catalog%20Human%20Nutrition.pdf)
Bu tabelada ve dipnotta da görüleceği gibi, amaç pazarlanması
bütün dünyada mümkün ve her dinde ve kültürde kabul gören evrensel vitaminler
ve buna göre molleküller üretmektir. “İngiltere’nin Principle Healtcare ve
Kanada’nın Duchesnay’i gibi ilaç şirketleri, artık jelatin ya da diğer
hayvansal türevler içermeyen helal vitaminler satıyorlar.” (Zaman,
30.05.2009)
Sadece temizlik maddelerine bakıldığında (Deterjan, bulaşık
suyu, şampuan, sabun vb.) bu maddelerin içinde alkol bulunduğu kuşkusuzdur
(alkolün yağ çözücü niteliğinden dolayı). Amaç artık alkol-moleküleri içermeyen
yeni helal-ürünler (Helal-Omo, helal-Pril, helal-Nivea, helal-sabun, aklınıza
ne gelirse) pazara sürmektir. Bütün bu ürünler göz önünde bulundurulduğunda bu
pazarın ve arkasında yatan kârın ne kadar büyük olduğu tahmin edilebilir. Diğer
bir olgu ise bu sektördeki (kimya, ilaç, petrol) firmaların, ulemanın ve din
bilginlerinin İran’dan veya Malezya’dan verdikleri fetvalar ile islami şartlara
göre, yani helal-üretimde bulunmaları ve bu gibi hizmetlere meşruiyet
kazandırıyor olmalarıdır.
İşlerine geldiğinde helal-vitamin, çözüm bulamadıkları zaman da,
aşağıdaki tabelada bir ilaç firmasının yaptığı gibi kuran’a atıfta bulunarak
(hem de bozuk Türkçe ile ve bilgisayarda Türkçe karekter kullanmaktan aciz)
işin içinden çıkılacaktır.
“Olgularında
gösterdiği gibi, çoğu sertifika firması, müslümanlardan çok şirketlerin
çıkarlarını göz önünde bulundurmaktadır.” (Mahmoud Tatari von Halal Control
in Rüsselsheim)
Son iki, üç yılda ki olguların ve gelişmelerin nedenleri ise son
yıllarda Avrupa’yı da içine alan ekonomik krizlerdir. (1997 Asya krizi, 2003
krizi ve son 2009 finans krizi).
Burada kimin daha fazla kâr edip etmiyeceği, bu ‘helalcilik’in
hangi dinamiklerin ürünü olduğu fazla önemli değildir. Önemli olan bu
gelişmelerin topluma nasıl yansıyacağı ve sonuçlarıdır.
Ürünün ve üretimin kendisi, ya ihtiyaca (talep) göre şekillenir,
ya da ihtiyacın kendisi ürün ve üretime göre şekillendirilir.
Birinci örnekten yola çıkıldığında, ihtiyaç (talep) veridir,
ürün ve üretim ona tabii kılınır. Bunun anlamı da, bugün Almanya’da bu gibi
helal-ürünlere (helal-deterjan, helal-şampuan, helal-makyaj, helal-ilaç gibi)
rağbet gösteren muhafazakâr bir toplumun varlığını öngörür. Almanya’daki
Türkiyeli toplum yakından incelendiğinde, bu gibi ürünlere (et hariç), talebin
yok denecek kadar az olduğu görülecektir. “O zaman bu kadar helal-vitamini kim
yutacak?” sorusu akla gelmektedir. Bu kadar helal-üretim neden?
İkinci örnekten yola çıkıldığında ise ürün ve üretim veridir ve
ihtiyaç (talep) ona tabii kılınır. Bunun anlamı ise, Almanya’da yaşayan
Türkiyeli toplumun Müslümanlık tabanında dışarıdan bir etki ile
muhafazakârlaştırılmasının gündeme getirileceğidir, çünkü ancak o zaman bu
kadar helal-ürünlere ilgi gösterilecek ve o kadar da helal-vitamin yutulacak,
kârlar da o kadar artacaktır. Bu da insanların bir sınır içine hapsedilmesi
demektir. Nasıl ki bir ülke iç pazarını korumak için bir sınıra ve gümrüğe
ihtiyaç duyarsa, ülke içinde bulunan toplulukların da kendi çıkarlarını korumak
için bir sınır veya gümrüğe ihtiyaçları vardır. Bu gibi sınırlar biçimsel
olarak dinsel, ırksal olabilirken, aynı zamanda çevrecilik, bölgecilik,
bio-tarımcılık olarak da ortaya çıkabilmektedir. Amaç ise hep aynıdır:
İnsanları başkalaştırarak ve diğerlerinden kopararak kendi pazarını oluşturmak
ve rakibini dışarıda bırakmak (helal, koşer, bio’da olduğu gibi).
Diğer bir olgu da bu gelişmelerin bugün birlikte çalışan
işçilerin (ırkına, dinine, cinsiyetine bakılmadan) zaman içinde birbirinden ayrılmasını
da birlikte getireceğidir, çünkü bu üretim tarzı (helal-üretim) Arap ya da
Türk, Müslüman ve erkek işçi gerektirecektir. Bir firmanın (Meemken GmbH)
sahibi: “Bizde haftanın üç gününde Muhammed’in kanunlarına göre üretim
yapılmaktadır. Henüz helal üretimde bulunabilmek ve domuz artıklarının sosise
karışmaması için makineleri titizlikle temizliyoruz, fakat yakında üretimi
ayırmak için, yeni bir fabrika kurmayı düşünüyoruz.” (Spiegel online,
6.10.2009)
Böylece üretimi bölerek işçiler de bölünecek. Helal-üretimde
bulunan Müslüman, Türk ve erkek, haram-üretimde bulunan Alman, Hıristyan ve
erkek ile karşı karşıya getirilecek. Süpermarketlerde helal-ürünler ile
haram-ürünler ayrıştırılacak, ona göre de helal/haram personel alınacak.
İnsanlar, alışverişte, helal-deterjan mı yoksa haram-deterjan mı ikilemi
arasında bocalayacak, ulemaya da sorulduğunda “ürünün helali varken haramını
almak günahtır” denilecek. Ne de olsa “helal” eti “haram” pril ile yıkanmış
tabakta yemek mübah olmayacağına göre...
Aynı firmada, birisi, namaz kılmak zorunda bırakılacak (işi
adabına uydurmak için), diğeri “biz dinimize niçin sahip çıkmıyoruz” demagojisi
ile karşı karşıya kalacak. Birisi Hıristiyan sendikasında örgütlenirken, diğeri
Müslüman sendikasında örgütlenecek. İkisi de, işverene karşı haklarını
aramaları doğrultusun-da, bir yandan birbirlerine rakip olacak ve diğer yandan
bu dünyanın fani dünya olduğu, ahirete ise haklarını alacakları vaizleriyle
teselli edilecek, insanlar bir daha bölünecek.
Kazanılan para ve elde edilen kâr da helal bankaya yatırılacak.
“İlk şeriat bankası Mannheim’a geliyor: Faiz, Şans oyunları ve erotik
sektöründe yatırımlar yasak” (ZDF heute.de, 29.12.2009), “İslami
Bankacılık: Kapitalizm ile Sosyalizm arasında üçüncü yol” (Reinhard
Löffler-CDU, SZ, 19.12.2009). Sanki en büyük vurgunlar ve dolandırıcılık banka
sektöründe ve kendine ‘’temiz’’ sıfatını yapıştıran din söylemli firmalarda
yapılmamış gibi davranılmaktadır (2009 Finans-banka krizi, Yimpaş, Jetpa,
Kombassan, Deniz Feneri).
Bu gelişmelerin topluma yansıma biçimi ise, giderek başkalaşmış,
bulundukarı toplumun dışına çekilmiş, yaşadıkları ülkedeki yerli toplumun
önyargılarını ve korkularını güçlendiren ve onları karşılarına alan yalıtılmış
bir topluluğu (paralel-toplum) doğurması ve derinleştirmesi şeklinde olacaktır.
Yakından bakıldığında ise, bu artan helal-üretim tarzı ile yerli halkta yabancı
düşmanlığı ve müslüman fobisi artışı arasında bir parallelik gözlenecektir.
Der Spiegel (37/2008) dergisi bunu dolaylı olarak şöyle
ifade ediyor:
"Globalizm,
minare inşasına şiddetli, ama başarısız olarak karşı çıkan İsviçre’nin 4983
nüfuslu Wangen kasabasına da yetişti. Burada Nestle firması Müslümanlar için
helal yufka üretiminde bulunuyor.”
Bugün Avrupa’da en çok helal üretimde bulunan ülkelerden biri de
İngiltere’dir:
İngiltere’de
dünyanın en büyük tavuk restorantları zincirinden biri olan Kentucky Fried
Chicken (KFC), mönüsüne ‘helal tavuk’ koyuyor, McDonald’s bir yıl önce
Londra’da Avrupa’da ilk helal burger satan mağazasını(bayisini) açtı. İngiliz
süpermarketleri Tesco ve Sainsbury’s helal sortimanlarını açtı.” (Spiegel
online, 08.09.2008).
Bu gelişmelerin sonucunda İngiltere’de şeriat hukukunun
tartışılması tesadüf değildir:
“Anayasa
başkanı şeriat’ı hukuk sistemine entegre etmek istiyor’’ (Spiegel online,
04.07.2008).
”Tüm
Danimarka kanatlı kümes hayvanı endüstrisini verimlilik sebebiyle Helal’le
değiştirildi.” (wp-irak.de 03.08.2009)
| |