Joachim Gauck
24 Ocak 1940’ta Rostock’ta doğdu.
1951’de denizci babası, kimliği belirsiz iki kişi tarafından kaçırıldı. İki yıl sonra, babasının Sibirya’ya çalışma kampına götürüldüğü öğrenildi. Babası, 1955 yılında ailesinin yanına döndü.
Gauck 1965 yılında Rostock İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1989-90 yıllarında Mecklenburg Eyaleti’nde dinsel ve siyasal protesto hareketini örgütledi. Büyük mitinglerin ardından gerçekleşen haftalık ibadetlere başkanlık yaptı.
3 Ekim 1990’da Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker ve Başbakan Helmut Kohl tarafından Eski Doğu Almanya Devlet Güvenlik Servisi Kayıtları Dairesi Federal Komiseri görevine getirildi. Bu daire tarihe “Gauck Dairesi” olarak geçti.
9 Kasım 1999 günü Berlin Duvarı’nın onuncu yıkım yılında Michail Gorbatschow, George Hrbert W. Bush, Gerhard Schröder, Helmut Kohl ve Wolfgang Thierse ile birlikte konuşma yaptı.
“Gauck Dairesi”nden ayrıldıktan sonra birçok görevde bulunan Gauck, 2010 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde SPD ve Yeşiller Partisi tarafından aday gösterilmiş, fakat 494 oyla Christian Wulff karşısında seçimleri kaybetmişti.
Sayın Joachim Gauck konuşmalarıyla başkalarını etkilemekte oldukça başarılı. Ama söylediklerine daha dikkatlice bakıldığında, güçlünün yanında saf tutup güçsüze tepeden baktığını fark edebiliyorsunuz.
Bundan iki sene önce kadar Sayın Gauck Yeşiller Partisi’nin Meclis Grubu’nda Sosyal Demokrat Parti ile ortak adayımız olarak kendini tanıtırken yaptığı konuşmadan o kadar etkilenmiştim ki gözlerim dolmuştu. Konuşmasında birçok konunun yanısıra göçmenlere de değinmiş, artık toplumun bir parçası olarak kabul edilmeleri gerektiğini ifade etmişti. Gauck göçmenlerin artık ırkçı saldırıların hedefi olmaktan çıkmaları gerektiğinin altını çizmişti. Konuş- manın ardından ona, seçilmese bile kalplerin Cumhurbaşkanı olacağını söylemiştim.
Seçimleri kaybetmesinin ardından Joachim Gauck ismi gündemde yer almaya devam etti. Kamuoyunda tartışılan konularda Joachim Gauck’un görüşlerine sık sık başvuruldu.
Örneğin Thilo Sarrazin’i açıklama- larının cesaretinden dolayı övdü1 ve Sarrazin’in toplumda yaşanan bir sorun hakkında siyasetten çok daha açık şekilde konuşabildiğini söyledi.
Neue Zürcher Zeitung gazetesinde yayınlanan bir röportajında ise yabancılık, düşmanlıklar ve birarada yaşam konularına değindi. Yabancılaş- ma kavramını kullanan Gauck, bu kavramı Almanya’da ayıp sayıldığını bilmesine rağmen bilinçli olarak tercih ettiğini de belirtti.2 Seçtiği jargon sağ popülist bir siyasetçinin ağzına yakışabilir, ancak bir Cumhurbaşkanı adayına hiç yakışık almadı doğrusu.
Joachim Gauck bu açıklamaları yaparken Sarrazin tartışması gündemi kasıp kavuruyordu ve göçmenler toplumda savunmasız durumdaydılar. İşte tam bu sırada bir de Joachim Gauck tarafından hedef alındılar.
Sayın Gauck seçtiği kelimelerin özellikle o dönemde nasıl bir etki yaratacağının pek tabii ki farkındaydı. Ama o güçlünün yanında yer almayı tercih etti. Çünkü Gauck için çoğunluğun yanında yer almak önemliydi. İşte bu popülizm demek.
Cesaret, güçsüzün yanında yer almakta ısrar etmek ve gerekirse bu nedenle dezavantajlı konumda yer almayı göze alabilmektir. Sarrazin’in cesarete ihtiyacı mı var? Thilo Sarrazin sözü edilen açıklamalarından aylar önce de, çocuğunu tek başına yetiştirmek için hayat mücadelesi veren birçok annenin aralarında bulunduğu, Hartz 4 (işsizlik yardımı) alanlara karşı kışkırtıcı açıklamalarda bulunmuştu. Giderek artan ısınma masraflarından yakınacaklarına üzerlerine kalın bir kazak daha giysinler, demişti Sarrazin.
Thilo Sarrazin hiçbir eleştiriye veya müdahaleye maruz kalmadan yıllarca Müslümanlar hakkında ileri geri konuştu, ta ki özgün bir‚ Yahudi-Geni’nin varlığını dile getirene kadar. Bunun için mi cesarete ihtiyacı var Sarrazin’in? Arkasında yüksek tirajlı gazeteler bulunan Sarrazin hangi olumsuz sonuçtan çekinsin ki? Hatta kendisi Merkez Bankası’nın Yönetim Kurulu’ndan ayrılırken pazarlık ederek emekli maaşının 9.000’den 10.000 Euro’ya yükselttirdi. Irkçı tezlerinin yer aldığı kitap ise 1,5 milyondan fazla satış yaptı.
Joachim Gauck, Sayın Sarrazin’den göç konusunu açıkça tartışılmasını sağladığı için övgüyle bahsederek siyasetin de Sarrazin’in kitabının başarısından ders almasını belirtti.
Ben Almanya’ya 1990 yılının Nisan ayında geldim ve tıpkı Sayın Gauck gibi 21 yıldır Federal Almanya Cumhuriyeti’nde yaşıyorum. Dolayısıyla birleşik Almanya‘nın gelişimini 21 yıldır birlikte gözlemliyoruz. Sorarım kendisine, bu süre zarfında ne zaman göç üzerine tartışmadık? Sırf açıkça değil aynı zamanda ateşli ve ırkçı bir biçimde tartışmadık mı? “Tekne doldu” sloganları dillendirilirken göçü tartıştık. Yabancılaşma belagatı gündemi işgal ederken göçü tartıştık. 1991 yılının başında kısıtlayıcı Yabancılar Yasası yürürlüğe girdiğinde göçü tartıştık. Rostock-Lichterhagen ve Hoyerswerda’da kitlelerin alkışlarıyla mülteci evlerini ateşe verdiklerinde de göçü tartıştık. Mölln ve Solingen’de göçmenlerin diri diri yakılmalarının öncesinde de göçü tartışmıştık.
Öte yandan göçmenlerin Almanya’da seçim kampanyasına alet edilmedikleri tek bir seçim hatırlamıyorum. Almanya’da belediye, eyalet, federal ve Avrupa seçimleri gözönüne alındığında seçim kampanyası konusunda kıtlık olmadığı anlaşılır. 2007 yılında yurtdışında yaşayan eşlerin birleşiminin kısıtlanması dolayısıyla, 2009 ve 2010 yıllarında da zorla evlilikler bağlamında göçü tartıştık.
Eğer Sayın Gauck, Thilo Sarrazin’in kitabı aracılığınla nicedir gereksinim duyulan bir tartışmayı –cesaretle– başlattığını iddia ediyorsa, bugüne kadar ayda yaşıyor demektir. Yoksa bugüne kadar yapılan tartışmaları yeterince ırkçı mı bulmadı?
Irkçı bir terör hücresi 13 yıl boyunca tüm ülkeyi karış karış gezip dokuzu göçmen, biri polis olmak 10 kişiyi katletti. Kasım 2011’de bu olaylar ortaya çıktığında da göçmenlerin toplumumuzdaki yerini tartışmaya açtık. Sayın Gauck Nazi terör hücresinin kurbanları için düzenlenecek anma etkinliğine de karşıydı. Bu tarz bir etkinlik yerine başka bir şey yapılması yanlısıydı. Bir etkinlik diğerine engel değil ki. Nihayetinde cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla anma toplantısında yeraldı. Hatta etkinliğin sonunda Türkiye Büyükelçiliği’nde kurbanların aileleri için verilen davete yetişmek için acele etti. Orada da duygusal bir konuşma yaptı. Kurbanların aileleri konuşmayı kerhen alkışladılar. O kültüre aşina biri olarak kimin ne zaman sırf nezaketen alkışlandığını anlamam zor olmadı.
Sadece göçle ve göçmenlerle ilgili konularda değil birçok başka konuda da Gauck aynı tutumu sergiledi. İşgal (Occupy)-Hareketi’ne ilişkin herkesin kendine ait bir görüşü vardır, şüphesiz. Ancak bu hareketi “ahmakça” ya da “tarifsiz” olarak nitelemiş olması, Sayın Gauck’un burada da güçlünün gözüne girmeye çalıştığını ortaya koyuyor.
Joachim Gauck bilgilerin saklanmasını sakıncalı bulan kimseleri de ‚isterik‘ olarak nitelendirmişti. Kısa bir süre önce Federal Anayasa Mahkemesi, operatörlerin bilgileri Gizli Servise veremeyeceğine karar verdi. Sayın Gauck’un gözünde şimdi Anayasa Mahkemesi yargıçları da mı isterik‘?
“Gerçek” bir insan hakları savunucusunun vatandaşların gözetleyici bir devletten endişe duymalarına katılmasa bile onları en azından anlayışla karşılaması beklenir; hakaret etmesi değil. Sayın Gauck bu konuda da güçlünün saflarında yerini aldı.
Ülkemiz ve hepimiz için onursal bir otorite olması gereken cumhurbaşkanının kararsız kaldığında zayıfın yanında yer alabilmeyi göze alması gerekir. Sayın Gauck şimdiye kadar bunun tam zıttı bir tavır izledi.
> Dipnotlar:
1 “Gauck attestiert Sarrazin Mut”, Tagesspiegel 30. Aralık 2010.
2 Joachim Gauck’un NZZ ile röportajı 10. Ekim 2010, http://tinyurl.com/7uckfsz
|