Duyduk-duymadık demeyin, 22 Eylül 2013 Pazar günü Almanya’da Federal Meclis seçimleri var. 612 milletvekilinden oluşan Federal Meclis (Bundestag) seçimlerine, ülke çapında 11 parti katılıyor. Bu 11 partinin 6’sı, toplam 98 Türkiye kökenli kişileri aday listelerinde yer veriyor. 98 Türkiye kökenli adaydan 23’ü Yeşiller’den, 20’si SPD’den, 20’si Linke.’den, 17’si Korsan Parti’den, 10’u FDP’den ve nihayetinde 8’i CDU’dan aday gösterilmiştir. Beklentilere göre, bu adaylardan sadece 5 ya da 6 tanesi Federal Meclis’e girebilecek.
Almanya’daki Federal Meclis seçimleri, Türkiye’de ya da ABD’deki seçimlerle kıyaslandığında, sönük, silik ve sessizlik içinde geçmektedir. Seçimler, medyada, “Alman standartlarına” uygun biçimde yer almaktadır.
“Türk medyasının” seçimlere yaklaşımı da, “Türk göçmen standartlarına” uygundur. Genel yaklaşım, “hangi partiye oy verirsen ver, yeterki sandığa git” sözleriyle özetlenebilecek bir “tarafsızlık” içindedir. En tipik politik yaklaşım ise, “genellikle Türk seçmenlerinin SPD’yi tercih ettiği” yorumundan ibarettir.
Almanya’da federal ya da eyalet seçimlerinde seçmenleri hareketlendiren ve politize eden bir seçim kampanyası yürütülmediğinden “Türk medyası”nın bu suya-sabuna dokunmaz “tarafsız” yaklaşımı da fazlaca önemsenmemektedir. Seçime katılımı artırmak için bilboardlara asılan “oy kullan” sloganlarının ötesinde bir siyasal yaklaşımı olmayan “Türk medyası”, bu yolla hem suya-sabuna dokunmamış, hem de Alman siyasal partileri karşısında “aynı mesafede” kalabilmeyi becerebilmiş olmaktadır.
Kimilerine göre, demokrasi, “sandıktan ibaret”tir. Buna göre, seçmenler hükümet partileri kadar muhalefet partilerine de tepkilerini “sandıkta” gösterir. Beğendiklerine oy verir, beğenmediklerine oy vermez. Hangi partiye oy verildiğinin önemsizleştirildiği bir seçim ortamında ise, bireylerin hangi partiye oy verecekleri de önemsizleşir.
Durum böyle olunca Almanya seçimlerinde “Türk medyası”nın standart “tarafsızlığı”, demokratik kurallara uygun ve saygılı bir tutum gibi görünmektedir. Böylece 18 yaşını geçmiş Türkiye kökenli Alman vatandaşları “özgür iradeleriyle” başbaşa bırakılmaktadır.
Buna karşın, her türlü araç (medya başta olmak üzere) kullanılarak yürütülen seçim kampanyaları, tüm bu “tarafsız” tutumları ortadan kaldırmaya yöneliktir. Ama bizler, yani Almanya seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip olan vatandaşlar, sonuçta göçmenizdir. Bu nedenle de, Almanya’nın “asli” sahibi değilizdir. Almanya’nın kaderi, geleceği, siyasal yönetimi çok da bizleri ilgilendirmez. Zaten bizlerin Alman vatandaşlığına geçiş nedenimiz, Alman toplumu içinde etkin olmak ve siyasal yönetime katılmak gibi “ulvi” şeyler değil, bürokratik sorunlardan kurtulmak, sınırlardaki engelleri aşmak vs.’den ibarettir. Böyle olunca da, bizlerin hangi partiye (ve neden) oy vereceğimizin de önemi kalmamaktadır.
“Ben”, bir vatandaşımdır. Her vatandaş gibi, demokratik ortamda kendi düşüncelerimi söyleme hakkına sahibimdir. Düşüncelerimden dolayı herhangi bir yaptırımla karşılaşmayacağımın anayasal güvencesi vardır. Herhangi bir medya yöneticisi ya da dernek (sivil toplum kuruluşu) yöneticisi olsam da, herhangi bir siyasal partiye üye olabilirim. Siyasal partiye üye olmam ya da bir siyasal partiyi desteklemem benim bireysel tutumumdur ve bireysel hakkımdır. “Ben”im bu bireysel siyasal tercihim yüzünden, farklı siyasal tercihi olan kamu yöneticileri tarafından dışlanmam ya da temsil ettiğim kuruma farklı davranılması demokrasinin özüyle çelişir. Demokrasinin olduğu ülkelerde böylesi tutumlar asla kabul edilemez.
Türkiye kökenli insan olan “ben” ise, çok iyi bilirim ki, siyasal tercihler iktidar sahipleri tarafından şu ya da bu biçimde karşılık bulacaktır. Bu yüzden de, bilirim ki, “tarafsız” görünmekte, tüm partilere “eşit” mesafede durmakta sonsuz yarar vardır!
“Ben”, aynı zamanda göçmenimdir. Göçmen olarak yaşadığım toplumun siyasal sistemi karşısında “tarafsız”ımdır, “elalemin” işine karışmam!
Ama “ben”, Alman vatandaşıyımdır. Seçimlerde oy kullanmam istenmektedir. Eğer oy kullanmaya gidersem bir partiye oy vereceğimdir. Bunca “tarafsızlık” içinde yaşarken, birden bir “taraf” olmak durumunda kalacağımdır. Alman toplumunun siyasal olayları ve siyasal partileri karşısında “taraf” tutmayan “ben”, oy verirken “taraf” haline gelince, kaçınılmaz olarak genel eğilime göre oyumu kullanacağımdır.
Türkiye kökenli seçmenin oy tercihi Alman siyasal partilerini algılayışıyla ilintilidir. Genel kural olarak, Türkiye’de sağ partilere oy verenler (ya da verecek olanlar) de, sol partilere oy verenler de, Almanya seçimlerinde göçmenlerden yana olan sol ya da sosyal-demokrat partilere (SPD, Linke ve Yeşiller) oy verirler. Küçük bir azınlık (hiçbir zaman %20’yi geçmeyen bir kesim), yerel ilişkilerin çerçevesi içinde CDU’ya oy verme eğilimindedir. Yine de ne “Türk medyası”, ne Türk göçmen kuruluşu renk vermez.
Bütün bunların sonucunda, yaklaşık 700 bin Türkiye kökenli seçmen %80 oranında sol ya da sosyal-demokrat partileri tercih eder. Seçime katılım oranının fazla olmadığı gözönüne alındığında, yaklaşık 400 bin oy SPD, Linke ve Yeşiller arasında dağılır. Toplam Alman seçmenlerinin yaklaşık %1’ine denk gelen bu oylar dağınık olduğu için de etkin bir sonuç doğurmazlar.
Oysa bu oyların dağılmaması, bir partide yoğunlaşması durumunda, o partinin oy oranı 1 puan (katılımın yüksek olduğu durumda 2 puan) daha fazla olacaktır. %5 seçim barajının olduğu Almanya’da böyle bir yoğunlaşmanın milletvekili dağılımını önemli ölçüde etkileyecektir. Örneğin, 1998 Federal Meclis seçimlerinde %5,1 oy oranıyla seçim barajını geçen PDS/Linke 36 milletvekili kazanırken, 2002 yılında %5 barajını geçemediği için milletvekili sayısı 2 olmuştur. Yeşiller ise, 2002 seçimlerinde %8,6 oy alarak 55 milletvekili çıkarırken, 2005 seçimlerinde %8,1 oy oranıyla 51 milletvekili çıkarabilmiştir. Yine 2002 seçimlerinde CDU ile SPD arasındaki oy farkı sadece 60 bin olmuştur. Bu 60 bin fark nedeniyle CDU, SPD’den 4 milletvekili fazla çıkarmış ve Angela Merkel başbakan olmuştur.
Bu seçim sonuçları açık biçimde göstermektedir ki, Türkiye kökenli seçmenlerin oylarının belirsizliği, seçime katılımlarının azlığı ve oyların partiler arasındaki dağınıklığı Federal Meclis’in yapısında etkisiz kalmalarına neden olmaktadır. Bu da, “tarafsızlığın” bir sonucudur.
Sorulması ve yanıtlanması kesin olan soru, Almanya seçimlerinde Türkiye kökenli seçmenlerin hangi partiye oy vermelerinin daha etkin sonuçlar yaratacağıdır. Kesin olan, oyların sol ya da sosyal-demokrat partiler arasında dağılmaması, tersine oyların belli bir sol partide toplanması durumunda Federal Meclis’in yapısının önemli ölçüde değişeceğidir.
Burada hangi siyasal partide oyların toplanması gerektiğini uzun boylu ele almak durumunda değilim. En azından böyle bir tutum Die Gaste’nin genel çizgisine saygısızlık olacaktır. Ama Die Gaste yayın kurulunun hoşgörüsüne sığınarak, kişisel olarak, demokratik kurallara uygun olarak kurulmuş ve demokratik seçimlere katılma hakkına sahip olan, ancak her durumda CDU, SPD ve FDP tarafından “demokratik olmadığı” için dışlanan Linke’nin oyların toplanacağı tek doğru tercih olduğunu söyleyebilirim.
Bu, kesinkes kişisel bir tercihtir, ama mantıksız olduğu asla söylenemez.
|