Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • SONRAKİ YAZI
  • ÖNCEKİ YAZI
    3. Sayı / Eylül-Ekim 2008



    Die Gaste 3. Sayı / Eylül-Ekim 2008

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Yurt Özlemi
    ve Entegrasyon

    PD Dr. Hacı-Halil USLUCAN





        “Felsefe, aslında bir yurt özlemi - her yerde, kendi evinde olabilmenin güdüsüdür.” [Georg Philipp Friedrich von Hardenberg (Novalis) (1772-1801)]
       
         
        Bir kavram olarak “yurt özlemi” (Heimweh) ilk defa 17. yüzyılda İsviçre’de kullanılmış olup, yabancı ülkeler için görev yapan İsviçreli askerlerin tepkiselliğini nitelemiştir. Buna yönelik ilk yayın, Basel’li doktor Johannes Hofer’in 1688 tarihli tezi olmuştur ve yurt özlemini nostaljik bir görünümde yansıtmıştır. Genellikle yurt özlemi ve nostalji –buna nostaljik tepki de denebilir– bir bütün olarak algılanır (nostos+algos: geçmiş zaman (yurda dönüş) + sızı). Böylece yurt özlemi, her zaman, insanların kontrolü kaybetmesinin de bir ifade şekli olmuştur; çünkü yeni çevrenin öncelikle edinilerek, özümsenerek, varolan bilgi şemalarına yerleştirilmesi gerekmektedir.
        “Yurt özlemi” kavramı, hüzün duyumsamasından ayrı düşünülemez. O, her zaman yabancı çevrelerde varlığını hissettirir. Türkiyeli göçmenlerin ruhsal durumları hakkındaki, kendi izlenimlerini de yansıtmakta olan en belirgin olgu, yurt özleminin yarattığı sızıdır. Almanya’da ne zamandan beri yaşanıldığının bu bağlamda bir önemi yoktur. Semptomlarının ise acil, kısa süre önce gerçekleşmiş bir mekan değişiminden kaynaklanmadığı, tersine, kalıcı, yaşamlarına eşlik eden ciddi bir yük teşkil ettiği söylenebilir.
        Peki yurt özleminin entegrasyon ile bağlantısı nedir? Belki de yurt özlemi, entegrasyonun gerçekleşmesini engelleyen belirleyici bir etken olarak düşünülebilir, çünkü kim kendini psikolojik açıdan yurduna sıkı bağlarla bağlı hissediyorsa, o kişi, yeni çevresinin tepkilerine eğilim göstermekte ve kalıcı bir şekilde yerleşmekte zorlanacaktır. Bu açıdan bakıldığında, yurt özleminin yeni çevrede etkinleşebilmede zaafa, aynı zaafın da toplumsal tecride ve nihayetinde daha şiddetli yurt özlemine sebebiyet vereceği düşünülebilir.
        Birçok Türkiyeli göçmen için örneğin kendi ülkeleri artık yabancılaşmış, fakat gelinen yabancı çevre yurt edinilememiştir. Tereddütte kalan insanların egemen olamadıkları durum ve etkileşim koşullarından daha ziyade kaçındıkları ve böylece sorunlara karşı koyabilme becerilerini istenilen boyutlarda geliştiremedikleri söylenebilir. İçinde bulundukları koşulların ise tamamen değişmesi mümkün olmadığından, yeni olaylarla karşı karşıya bulunduklarında, güvensizlikleri giderek derinleşmektedir.
        Basit bir pasaport değiştirme ile, yani yeni bir vatandaşlık ile, ayrıca yeni bir yurt edinilmediği ilk kuşak Türklerde açıkça görülmektedir. Öz yurdun imgesel sıcaklığı ve emniyetinin bir yanılsama olduğu ise, ülkelerine geri dönenlerin aşırı bir biçimde idealleştirdikleri yurdun dönüşümden geçen güvenilirliğinde gözlemlenmektedir. Onlar, üzüntüyle, yurdun nasıl sıradanlaşmış ve geçerliliğini yitirmiş bir biyotopa (Boesch, 1998) dönüştüğünü görüp öğrenmişlerdir.
        Yurt özlemi ile bağıntılı sorular, ayrılık, yitim, bağlılık ve güven gibi bir dizi psikolojik sorunsal ile temas etmektedir.
        “Yurt özlemi” öncelikle, tanıdık, samimiyet bildiren mekanları betimlerken, her zaman da, insanların kontrolü kaybetmesinin bir ifade şekli olmuştur; çünkü yeni çevrenin öncelikle edinilerek, özümsenerek, varolan bilgi şemalarına yerleştirilmesi gerekmektedir. Belki de özlem duyumsaması, yaşamın zorunluluklarından bir kaçış biçimidir de. “Yurt özlemi” hisseden insan, o samimi, ama yok olan dünyayı idealize eder ve de onu, çocuksu mutluluğun tadıldığı yer olarak tanımlar.
        Bu duyguya, şimdiki gerçekliğin değerini düşürmek ve geçmişe imgesel değer kazandırmak denk düşer. Bugünün ve geleceğin ihtiyaç giderimine odaklı potansiyelleri geçmiş zamana aktarılır; olumsuzluk ihtiva eden bu olguya göre, şu içerik kristalleşmektedir: Yurt özlemi duyumsayan insan, ayrıca, kendisinin, sıcaklık, şefkat ve himaye altında olma duygusundan yoksun olduğu bildiriminde de bulunmaktadır.
        Yerleşim yerini değiştirmek bir geçiş aşamasını karakterize eder ve sonucu, ilkin, artan bir çaresizlik, bunalım ve stress olabilir. Stress ise aynı zamanda, hastalıklara olan eğilimliliği arttırır ve de bağışıklık sistemini zayıflatır. Göçmen işçilerde olduğu gibi bir ülkeden diğerine geçiş, basit bir yerleşim yeri değişiminden çok daha vahimdir.
        Göçmenler, Alman toplumuna kıyasla daha yoğun riskler ve sağlığı olumsuz etkileyen durumlar göstermektedirler. Collatz’ın tahminine göre “Life-events” ölçütleriyle bu kesimin yükü 20 kat daha ağır (Collatz 1998). Ayrıca Türkiyeli göçmenlerin, Alman işçilerden 10 yıl daha erken malül oldukları tahmin edilmekte (Glier, Tietz, Radewig 1998). Rahatsızlıklarda, oturum statüsü ya da yurt dışı edilme korkusu büyük bir rol oynamakta.
        İçinde bulunulan durumu bir çok göçmen aleyhine zorlaştıran diğer bir unsur da, çevre değişiminin, kalıcı bir çözüm olarak şekillendirilmemiş olmasına rağmen, istenmese de kalıcı bir çözüme dönüşmesidir.
        İsteğe dayalı göç koşullarında kişiler, yeni ortama daha açık olacaklardır ve onu yeni yurtları olarak göreceklerdir. Bu nedenle gönüllülük dereceleri, Akkulturasyon* stresi açısından belirleyici bir değişkendir. Öte yandan ailesel yaşantının etkisi ve sosyal yardımlaşma, stres duyumsamasının üstesinden gelebilmek için önemli bir rol oynamaktadır. Kaynaklarda örtüşen bulgular, aileleriyle birlikte göçen insanların sorunlarını, yalnız veya dul olarak yaşayanlardan daha iyi çözdüklerini göstermektedir. Yurt içi mekân değişimleriyle önceden kazanılan deneyimler de stres duyumsamadaki derecelendirmede kesin etki yaratmaktadır. Öyle görünmektedir ki, doğrudan bir “yurt özlemi semptomu” bulunmamakla birlikte, yurt özlemine dayalı deneyimler en iyi ihtimalde, motivasyon ve ruh hallerindeki değişimle açıklanabilir. Yurt özlemi ile korku, bunalım, bedensel semptomlar, geçmişe odaklı kafa yorma eğilimi ve gelişimi güdümleyen bilgi türetimindeki başarısızlık arasında yüksek bir ilişki bağı mevcuttur. Öyle ki, Fisher (1986), yurt sızısı duyumsayan insanlarda betili tasarımların (hayallerin) hakim olduğunu, bunun tersine, sözü edilen sızıyı hissetmeyenlerde, düşünsel yoğunluğun daha çok somut sorunlara yönelmekte olduğunu göstermiştir. Ayrıca bu bağlamda zihinsel etkinliklerde esaslı farklılıklar da saptanabilmektedir. Muhtemelen, yurda dönük düşünüş, kurgusal bir dünyaya kaçış biçimidir, çünkü gün üzeri düşler ve geçmişin hoş yanlarını anımsamak, güncel sorunlarla karşı karşıya kalmaktan sakınmayı desteklemektedir.
        Kendi hazırlamış olduğum, anonimleştirilmiş, standardize edilmiş ve Berlin’de yaşayan 12-65 yaş grubu Türkiye kökenli 350 civarında yurttaş ile yapılan anket, bunların yarısının, kısmen üçte ikisinin yurt özlemi duyumsadıklarını göstermiştir. Ankete katılan üniversite öğrencileri orta derecede bulunmuşlardır, bu da evlilik ve iş amaçlı Alman-ya’ya gelenlerden az, ama Almanya doğumlu olanlardan daha yüksek bir sonuca işaret etmekte. En az yurt özlemi tepkisini ise Türkiyeli kadın akademisyenler göstermiştir. Görünüşe göre eğitim, tecrübelere dayanan ve yük olarak duyumsanan her yurt özlemine karşı bir koruyucu etmen şeklinde tezahür etmekte.
        İstatistik hesaplar, yetersiz kalan toplumsal destek durumlarında, yurt özleminden kaynaklanan sıkıntıların belirgin bir şekilde arttığını göstermekte, bu olgu da, göçmenlerin ruhsal sağlığı açısından sivil kuruluşların ve ilişkiler ağının olağanüstü önemini ön plana çıkarmaktadır. Toplumsal desteğin bulunmaması koşullarında göçmenler, daha şiddetli bir yalnızlık ve çaresizlik hissedecekler ve de daha çok yurt özlemi duyumsayacaklardır. Bu duyumsama ise, günlük yaşamın zorlukları duygusal olarak hazmedildiğinde, öz saygı az gelişmiş ve sosyal çevre düzensiz ve anlaşılmaz olduğunda pekişebilecektir. Daha fazla sivil kuruluş ve geniş sosyal ilişkiler ağı, yaşam uyuşmazlıklarını duygusal değil etkin olarak çözmek ve de toplumsal koşulların geniş ölçekte saydamlığı, psikolojik sıkıntılardan –sadece göçmenlerde değil– koruyabilecek unsurlardır.
       
        * Akkulturasyon: Bir grubun veya kişinin başka bir kültürden parçacıklar alarak kültürel dönüşüme uğraması.
        [Uslucan, H.-H. (2005). Heimweh und Depressivität türkischer Migranten in Deutschland. Zeitschrift für klinische Psychologie, Psychiatrie und Psychotherapie, 3, 230-248.]