Türklerin entegrasyon özürlü olduğu artık resmi kayıtlara geçti. Berlin Nüfus ve Gelişim Enstitüsü’nün “Kullanılamayan Potansiyeller” başlığı altında yayınlamış olduğu araştırmada, Türklerin, uyumluluk sıralamasında, diğer göçmenlerle kıyaslaştırıldığında en son sırada yer aldığı açıklandı. Ve her zamanki gibi, entegrasyon tartışmalarının bir celsesi daha böylece kamuoyunda açılmış oldu. “Biz bunu söylemiştik zaten”cilerden, “ama bir dakika!”cılara kadar tanıdık kişiler, bildik yüzler, yorum ve karşı yorumlarla fazla gecikmeden harekete geçti:
“İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble, Türk ailelere, çocuklarına Almanca öğretmeleri için çağrıda bulundu.” (Berliner Zeitung).
“Göç nedeniyle, ülkemizde insanlararası kültür farklılıkları büyüyor. Bu da kısmen, kültürel ve dini anlaşmazlıklara yol açıyor. Biz, devlet ve toplum olarak bu anlaşmazlıkları önlemek için çaba sarfetmeliyiz.” (Wolfgang Schäuble, Hamburger Abendblatt).
“Biz bugün, geçmişte yapılan ihmallere karşı mücadele veriyoruz.” (Entegrasyondan sorumlu Bakan Maria Böhmer, Focus)
“Almanya’da entegrasyon mümkündür ve kazandırıcıdır. Eski Doğu Bloğu göçmenlerinin başarısı göstermektedir ki, entegrasyon öncelikle göçmenlerin isteğine bağlıdır. Özellikle Türk veliler entegrasyon için çabalarını arttırmalıdır. Bu bağlamda, onlardan daha fazla talepte bulunmalıyız. Almanca öğrenmeye karşı çıkanlar, sosyal yardımlarının kısıtlanabileceğini hesaba katmalıdırlar.” ( Hartmut Koschyk, CSU-Landesgruppe)
Daha ancak 2003’te göç ülkesi olduğunu açıklayabilen Almanya, Angela Merkel’in de söylediği gibi, yabancıları uzun bir süre boyunca sadece “konuk işçi” statüsünde görmüştür (Focus, 26.1.2009). Bu açıkça, son elli yıldır ciddiye alınabilecek bir entegrasyon politikası izlenmemiş olduğunu resmen kabullenmektir. CSU’nun da belirttiği gibi devlet, hiçbir zaman bugünkü kadar entegrasyona yatırım yapmamıştır. Bu, günümüzde yatırımların yeterli olduğu veya doğru bir çizgi izlediği anlamına gelmez, yalnızca, geçmişte “bugünkü kadar yatırım yapılmadığının” tartışmasız itirafıdır.
Berlin Enstitüsü araştırmasında, eski Doğu Bloğu ülkelerinden gelen göçmenlerin en başarılı topluluk olduğunu belirtmekte. Bu gelişmeyi memnuniyetle karşılayan CSU, kendi desteğini esirgemediği bu gruba, daha ilk baştan yurttaşlık haklarının tanındığını, iş pazarına girişlerinin kolaylaştırıldığını, bir bölümünün yüksek öğrenimli olduğunu ve tahsillerinin kabul gördüğünü gözardı etmiştir. Berlin Nüfus ve Gelişim Enstitüsü, Alman vatandaşlığını ve istihdamı başarılı entegrasyon için ölçüt aldığından, bu imtiyazlara sahip grup, kaçınılmaz olarak öne geçmektedir. Türkiyeliler, iş alanında ve Alman vatandaşlığına geçişte yeterlilik gösteremediğinden, bu ölçütler bazında kaybetmiştir (Türkiyeliler arasında işsizlik oranları: %23; gençlerdeki işsizlik oranı 28%).
“Kullanılamayan Potansiyeller” İspanya, İtalya, Portekiz ve Yunanistan ise “Güney Avrupalılar” paydasında toplamıştır. İtalyan göçmenlerin en az Türkiyeliler kadar eğitimde sorun yaşadığı bilinirken, diğer “Güney Avrupalılarla” birlikte ele alınmaları, bu olguyu ilgi odağından uzaklaştırmıştır. Türkiyeli öğrencilerin 30%’unun diplomasız okuldan ayrıldığı ve sadece 14%’ünün lise diploması alabildiği araştırmada yer almıştır. Bu ise bilinen gerçeklerin (PISA araştırmasının ortaya koyduğu gibi) tekrarı olmuştur, ama medyanın işe el atmasıyla sonuçlar, göçmenlerin entegrasyonu isteyip istememesi olarak yansımıştır. Araştırmanın yazarları da bu yönde (Sayfa 10) kendi yorumlarını, “göçmenlerin görevi” bölümüne ekleyerek zemin hazırlamıştır: öğrenme isteği göstermek, dile hakim olmak, ekonomik bağımsızlık için irade göstermek, hukuk düzenini kabul etmek, esneklik, kültürel ve sosyal normlara saygılı olmak”. Bu görevler kataloğunu tanımlamış olmak (göçmenlerin aksini yaptıklarına inanıldığı için), göçmenlere yönelik önyargıların araştırma yazarlarınca açıkça kabul edilmesidir. Bu şekliyle de muhafazakâr politikalarla ahenk halindedir.
Araştırmanın yorumlara, eleştirilere ve partiler arası çekişmelere ne denli vesile olacağı tartışılabilir, ama şimdiden söylenebilir ki, kamuoyunda işleniş şekliyle, birlikte yaşama katkısı olumsuzdur. O, özellikle muhafazakâr çevrelerin, Hessen seçimlerinden sonra, göç konusunda içine girdikleri durgunluktan kurtulma fırsatı tanımaktadır. CSU’nun Bavyera Eyalet seçimlerinde uğradığı hezimet de anımsanırsa, genel seçimlere (iki) çeyrek kala, oy getirecek en etkili seçim konusunun kullanılır hale gelmesi reddedilemez bir nimet niteliğindedir. Gündemde “entegrasyon özürlü Türkler” vardır ve bu eşsiz bir fırsattır. “Kullanılamayan Potansiyeller”, böylece, seçimler için ve göçmen sosyal ve demokratik haklarının kısıtlanması için “kullanılabilir potansiyeller” yaratmıştır.
Belirtilmesi gerekir ki, bilimsel araştırmalar, toplumun yararına, toplumsal sorunların nedenini açıklayarak ve çözümler üreterek ileriye dönük perspektifler sunabilmelidir. Bu araştırma ise, perspektif sunuyor izlenimi verse de, temel nedenler olan sosyal ve ekonomik nedenleri, entegrasyonda etnik derecelendirme uygulamasıyla arka sıralara itmektedir. Saptadığı görevlerle de, uyumun şu ana kadar süregelen hatalarını, göçmenlerin tutumuna bağlayacak şekilde tersten yorumlamaktadır.
Berlin Enstitüsü’nün “Kullanılamayan Potansiyeller”i, yapay bir tartışma için platform sunmuştur ve bu özelliğiyle de İdomeneo, Marko Weiss, Münih Metrosu Olayı vb. ile aynı kaliteye sahiptir. Yine de yeni bir boyut somutluk kazanmıştır: Türkiyelilerin en sorunlu grup olarak algılanması. Araştırmanın medyada ele alınış biçimine bakıldığında, türbanlı kadın resimlerinin enflasyonist bir şekilde kullanılmasıyla, “Türkiyeliler = İslamcılar” denkleminin kabul gördüğü anlaşılabilmektedir.
|