|
6. Sayı / Mart-Nisan 2009 |
Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
Yayın Sorumlusu (ViSdP): Engin Kunter
diegaste@yahoo.com
|
Türkiye Kökenli Göçmenler Toplumun “En Alttakiler”ini Oluşturuyor
Dr. phil. Hıdır Çelik
Bonn Göç Araştırmaları ve Kültürlerarası Eğitim Enstitüsü Başkanı
Köln Üniversitesi Kültürlerarası Pedagoji Bölümü öğretim görevlisi
Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü’nün geçtiğimiz ocak ayında kamuoyuna açıklanan Almanya’da toplumsal entegrasyon ve uyumla ilgili araştırma sonuçları, entegrasyon politikasının son elli yıldan beri göçmenlerin topluma uyumunun başarısızlıkla sonuçlandığına dikkat çekmektedir. Bu araştırmanın dikkat çektiği en önemli nokta ise Türkiyeli göçmenlerin toplumsal entegrasyonda (uyum) tüm göçmen grupları arasında en başarısız olan grup olmalarıdır. Araştırmanın dikkat çektiği en önemli konuların başında Türkiye kökenli göçmenlerin ve çocuklarının üçte birinin herhangi bir okulu bitirmeden, herhangi bir okul diploması almadan okuldan ayrılmış olmalarıdır. Herhangi bir okulu bitirerek meslek edinme hakkı elde edelerin ise meslek yeri bulmaları ve meslek yaşamlarını başarıyla sonuçlandırmaları ise ayrı bir toplumsal sorunu oluşturmaktadır. Bu araştırmanın sonuçlarına bakıldığında Türkiyeli göçmenlerin büyük bir kısmı diğer göçmen gruplara göre işsizlikten en çok etkilenen, en kötü eğitime sahip, toplumsal yaşama en az katılan grup olarak öne çıkmaktadır.
Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitü-sü’nün araştırma sonuçları bir çok yönüyle tartışıldığında Türkiyeli göçmenlerin toplumsal uyumda “en alttakileri” oluşturuyor olmaları Almanya’nın göçmenler politikasının başarısızlığını göstermektedir. Göçmenlerin topluma uyumu elli yıldan beri tek taraflı olarak, göçmenlerin asimilasyonu ve geri dönüş politikası olarak ele alındı. Göçmenlerin buradaki kalıcılığı dikkate alınmadı. Özellikle de burada doğup büyüyen gençlerin toplumsal uyumu seksenli yılların sonlarına kadar gözardı edilerek, nasıl olsa onlar da aileleriyle birlikte geri dönecekler politikasıyla sınırlandırıldı. İkinci ve üçüncü kuşak Türkiye kökenli göçmenlerin eğitim ve meslek yaşamlarındaki başarısızlıkları bu politikanın bir sonucudur. Toplumsal uyum ve birlikte yaşam kitlelerin sosyal ve ekonomik uyumunun sağlanmasından geçer. Sosyal sorunlarını çözememiş toplumlar, toplumsal eşitsizliğin bir sonucu olarak –sosyal gruplar arasındaki işsizlik, ekonomik sorunlar, konut, beslenme ve eğitim farkı– sosyal yaşamda birlikteliği sağlayamazlar. Türkiyeli göçmenlerin sosyal yaşama katılmamaları onların eşit sosyal ve toplumsal haklara yeteri derecede sahip olmayışlarının bir sonucudur. Toplumsal uyumun sağlanması göçmen gruplara eşit hakların sağlanmasından ve bu grupların aktif toplumsal yaşama katılmalarının sağlanmasından geçer. Araştırmanın dikkat çektiği engelleyici diğer önemli bir faktör ise din ve bunun sonucu olarak gettolaşmanın toplumsal uyumdaki negatif rolüdür. Özelliklede son yirmi yılda giderek yoğunlaşan siyasal ve fundamentalist (köktendinci) dini örgütlenmeler birlikte yaşamın ve kültürlerarası diyaloğun önündeki engellerden biri olmakla birlikte, belirleyici temel etken değildir. Göçmen grupların ve özelliklede Türkiyeli göçmenlerin toplumda dıştalanmaları, eşit politik ve sosyal haklara sahip olmayışları onları giderek dinci fundamentalist gruplara yöneltmektedir. Bu tür siyasal akımların etkisizleştirilerek, göçmen gruplar üzerindeki etkilerinin azaltılması göçmenlerin ve çocuklarının eğitiminden ve özelliklede iş dünyasına uyumundan geçer.
Bu araştırmanın önemli eksikliklerinden biri ise Türkiye kökenli göçmen grupların bir bütün olarak değerlendirilmeleridir. Eğitim, sosyal ve ekonomik konumu daha yüksek olan, dini grupların daha az etkisinde olan Türkiye kökenli göçmenlerin çocukları daha başarılıdır. Bu durum araştırmada dikkate alınmayan önemli bir konudur.
Sonuç olarak bu araştırmanın bir kez daha dikkat çektiği en önemli nokta Türkiye kökenli göçmenlerin toplumda “en altakileri” oluşturmalarının asıl nedeninin, toplumdan dıştalanmalarıyla birlikte, sahip oldukları insan ve işgücü potansiyelinin topluma kazandırılmayışından ve doğru bir şekilde değerlendirilmeyişinden kaynaklandığını göstermektedir.
|
|
|