"Dil ve Eğitimi Geliştirmek İçin İnisiyatif” oluşumu bünyesinde ve Die Gaste’nin birinci yılı vesilesiyle düzenlenen “Göçmenlerin Anadili Sorunu ve Çözüm Önerileri” konulu sempozyum, 23-24 Mayıs tarihlerinde Essen Üniversitesi’nde gerçekleştirildi. Göçmen çocuklarının eğitiminde özel bir konuma sahip olan anadilinin Almanya koşullarındaki durumu, çocuk gelişimine ve eğitime olan katkısı, tarihçesi, hukuki çerçevesi, medya, tiyatro ve edebiyat ile olan ilişkisi gibi bir dizi konu, Almanya genelinden ve Türkiye’den gelen konuşmacılar tarafından bilimsel bir çerçevede irdelendi.
Duisburg-Essen Üniversitesi Türkistik Bölümü adına konuşan Prof. Dr. Emel Huber’in, “hepimize bilgilendirici, düşündürücü, başarılı bir sempozyum dilerim” sözleriyle başlattığı etkinlikte, T.C. Essen Başkonsolosu Dr. Hakan Akbulut, KRV Eyaleti Eğitim Bakanlığı adına Dr. Ahmet Ünalan ve Die Gaste Genel Yayın Yönetmeni Zeynel Korkmaz açılış için konuşmalar yaptı. Hakan Akbulut, sempozyumun zamanlıca gerçekleştiğini, önemli bilimsel sonuçların çıkacağına inandığını belirtti ve “Bu sempozyumun bundan sonraki yıllarda da gerçekleşmesi gerektiği inancındayım. Uzun yıllar sürmesini, göçmenlerin anadili ile ilgili konularda, karar vericilere, eğitimcilere ve velilere referans bir sempozyum olmasını özellikle istiyorum” diyerek sözlerine devam etti. Akbulut, Almanya’daki Türk çocuklarının anadili sorununun tılsımlı, ulaşılması zor çözümlerden geçmediğini vurguladı. Çözüm için Türkçe öğretmenlerinin sayısının arttırılması, velilerin bilinçlendirilmesi, müfredatın geliştirilmesi ve bunun için Duisburg-Essen Üniversitesi Türkistik Bölümü’nün imkanlarının arttırılması gerektiğini savundu.
KRV Eyaleti Eğitim Bakanlığı adına söz alan Dr. Ahmet Ünalan da konuşmasında, “Göçmen dilleri, çeşitli ülkelerden göçün ellinci yılında artık Almanya’nın bir gerçeği. Gün geçtikçe bu gerçek daha iyi görülüyor ve daha fazla toplumun ve devletin merkezinde yer alıyor.” ifadesine yer verdi. Göçün, Almanya toplumunun geneline ve KRV Eyaleti’ne müthiş bir dinamizm kattığını vurgulayan Ünalan, bu dinamizmin sadece iktisadi alanda kalmadığını, giderek yaygınlaşan bir şekilde, kültürel iklimi de etkilediğini, değiştirdiğini ve zenginleştirdiğini sözlerine ekledi. Eğitim konusuna da değinen Ahmet Ünalan, PISA araştırmalarına ve Munoz raporuna dayanarak, “Alman eğitim sistemi sosyal geçişkenliğe yeterince izin vermiyor, yani başarılı eğitim gören, başarılı öğrenim gören gençler orta ve üst sınıflardan gelmekte, alt sınıflara da yeterince imkan tanınmamakta. Alman eğitim sistemi çokkültürlülüğü, çokdilliliği kabul etmiyor/edemiyor. Göç geçmişi olan öğrencileri mağdur ediyor. Bu bağlamda Almanya Avusturya’yla birlikte Avrupa ölçeğinde en muhafazakar ve en dışlayıcı eğitim sistemlerine mensup konumundaydı, Munoz’un eleştirileri” diye konuştu. Türkçenin konumunu da sıkça anımsatan Ünalan, “Türkçe Almanya’nın toplumsal bir gerçeği, ama bu toplumsal gerçeğin eğitim alanına yansıması maalesef asimetrik” sözlerini dile getirdi.
ANADİLİNİN SOYUT DİL EDİNİMİ
BAĞLAMINDAKİ ÖNEMİ DİLE GETİRİLDİ
Sempozyumun ilk oturumunda, Almanya’da yaşayan Türk göçmen çocuklarının çok büyük bir bölümünün Türkçe tek dilli yetiştiği için, bu çocukların Türkçe anadil edinçlerinin yükseltilmesinin ve bu yolla Almanca öğrenmelerinin hangi etmenlere dayandığını, öğretmenler olarak neler yapılabileceğini tartışmaya açan Prof. Dr. Emel Huber, dil ediniminin ve bildirişimin aşamalarını bilimsel yönden açımlayarak, bu bağlamda göçmen çocuklarının özel durumunda meydana gelen aksamalara değindi. “Bütün dil dersleri gibi Almanya’da verilen Türkçe dersi de öğrencilerin dil edincini yükseltmeyi amaçlar. Ama öğrencilerin dil edinçlerini yükseltme çalışmalarının başarılı olabilmesi için öğrencilerin durumlarını bilmemiz, ona göre çalışmamız gerekir” diyen Emel Huber, Almanya’daki okullarda Türk göçmen çocuklarının olumsuz davranışlarının bildirişim ve dil edinçlerine dayandığını da belirtti. Çocukların anadili öğretiminde evde ve okulda destek görmemesi nedeniyle bunların çevreleriyle iletişim kurmada büyük zorluklarla karşılaştığını belirten Prof. Emel Huber, bu konuda öğretmenlere ve velilere önemli görevler düştüğünü belirtti. “Çocuklara sık sık masal okuyun ve Türk çocuklarının çevreleriyle iletişim kurmalarını, sorunlarını konuşarak dile getirmelerini teşvik edin” diye sözlerini sürdürdü.
Oturumda konuşan Prof. Dr. İnci Dirim, Hamburg’ta ilkokullarda yapılan “ikidilli eğitim projesi”ni tanıtarak, ikidilli eğitim veren ilköğretim okulları açılmasının önemini vurguladı. Prof. Dr. İnci Dirim, projenin sonuçlarına yer verdiği konuşmasında, dil duyarlılığının arttırılması için dil karşılaştırması uygulamalarının hayata geçirilmesi, bunun için öğretmenlerin meslek eğitiminde düzenlemelere gidilmesi ve çocuklara akademik Türkçenin öğretilmesi gerektiğine dikkati çekti. Prof. Dr. Dirim, ayrıca birinci ve ikinci dil edinimi arasındaki farkların dikkate alınması, ikidilli materyallerin geliştirilmesi, kültürlerarası diyalog bünyesinde Almanca yanı sıra, artan oranda diğer dillere de değer verilmesi, öğretmenlerin ve eğitimle ilgili kurum ve kuruluşların bu konuda duyarlı olması gerektiğine işaret etti.
Kavramların öğrenilmesi, ikidillilik ve zekâ gelişmesi arasındaki ilişkiye değinen Dr. Songül Rolffs da “Anadilinin gelişme süreci...aşağı yukarı 12 ile 13 yaşlarına kadar sürüyor ve anadilinin gelişmemesi çocuğun beyninin diğer alanlarda da gelişmesini olumsuz etkiliyor ...Anadili edinimi sürecinin kesintiye uğraması, kendisini özellikle soyut dil ediniminde de belirgin bir şekilde gösteriyor ki, soyut dil de zaten okul başarısının anahtarlarını oluşturuyor” dedi. Dr. Rolffs, “Alman çocukları gibi okulda kademe kademe geliştirerek akademik bir seviyede konuşabilmelerini, okuyup yazabilmelerini sağlamak hem Alman okul sistemi için hem de anne-babalar için üzerinde durulması gereken vahim bir konudur. Bunun içinde Türk toplumunun bir lobi oluşturması vazgeçilmezdir.” diyerek sözlerini tamamladı.
ALMANYA’DA TÜRK MEDYASININ KONUMU FARKLI YÖNLERİYLE TARTIŞILDI
Anadili süreli yayınların işlevlerinin, sürdürülebilirliğinin ve anadili sorununa yaklaşımlarının açımlandığı ikinci oturuma konuşmacı olarak Ahmet Arpad, Bülent Mumay, Gürsal Köksal ve Zeynel Korkmaz katıldılar.
Oturumda Cumhuriyert Gazetesi için söz alan Ahmet Arpad, medyanın ticaret ve kâr odaklı olmasını eleştirdi. Türkçeyi kullananların yararını düşünmenin, onları desteklemenin, Türkçenin iletişim dili olarak gelecek kuşaklarda yaşamasının Almanya’daki Türk medyasının büyük sorumluluğu altında olduğunu belirten Arpad, bu ülkedeki Türk medyasının, bugün her iki dili aynı mükemmelikte kullanabilen eleman bulmasının da gözardı edilemeyecek bir sorun olduğuna dikkati çekti. Ahmet Arpad, “Türkçe’yle çalışarak, üreterek yaşamlarını kazanan gazetecilerin, zengin bir geleneği devam ettirenler olarak mesleki sorumluluklarının farkında olmaları kaçınılmazdır. Son olarak şuna da dikkati çekmek istiyorum: Almanya’daki Türk medyasının günümüzde, her iki dili aynı mükemmelikte kullanabilen eleman bulması da gözardı edilemeyecek bir sorundur.” diyerek sözlerini tamamladı.
Hürriyet Yurtdışı Yayınlar Müdürü Bülent Mumay da, göç koşullarının değiştiğini belirterek, ikibinli yıllara gelindiğinde muhafazakâr politikacıların Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunu kabul ettiğini ve göçmenlerin de kalıcılaştığını vurguladı. Bülent Mumay, başlangıçta amacı Almanya’da yaşayan göçmenlere Türkiye’den haberler iletmek olan medyanın, yarım asırlık bir sürecin ardından yeni işlev ve görevleri olduğunu, buradaki güncel sorunları da irdelemeye başladığını belirtti. Anadilinin medya açısından önemine değinen Mumay, “Anadilinin burada yaşadığı sorunlar, profesyonel anlamda gazetecilik yaptığımız için bizi de ciddi şekilde etkiliyor...çünkü anadili konuşamayan ve okuyamayana, Türkçe bir gazete olarak hiçbir şey akataramayacağımızın bilincindeyiz. Bu yüzden anadili sorunu bizim için de çok ciddi hayati önem taşıyor”dedi. Hürriyet olarak “Güzel Türkçe” eki ve bu alanda yapılan çalışmaları destekleyerek Türkçeye destek verdiklerini belirten Bülent Mumay, Almanca “Young” ekiyle de Almancaya verdikleri desteği ortaya koyduklarını söyledi. Mumay, “Burada katıldığım bir toplantıda, burada yetişmiş bir bilim adamı Türkçeyi gazetelerden öğrendiğini söyledi. Bu beni sevindirdi, ancak Türkçe sadece gazetelerden değil, okullarda da öğrenilmelidir” diyerek sözlerini sürdürdü.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) adına söz alan Gürsel Köksal, Türkçe için bir direniş bilincinin gerektiğini önemle vurguladı. Gürsel Köksal konuşmasında “Türkçenin yasaklanabildiği ortamlar oldu, okullarda, anaokullarında... Normal koşullarda insan haklarının aşırı derecede çiğnendiği bu tip örnekler, entegrasyona katkısı olan, cesaret projeleri olarak ödüllendirildi bile. Böyle bir durumda tabii ki Türkçenin bir direniş içinde olması gerekiyor” dedi. Almanya’da Türkçe kamu yayıncılığının giderek geriletilmesini eleştiren Köksal, medyanın, günlük yaşamın dayattığı kavramların Türkçeye ve topluma kazandırılması konusunda, eğitim alanının bu yöndeki çözümleri için bir köprü işlevi görebileceğini de dile getirdi.
Die Gaste adına konuşma yapan Zeynel Korkmaz, göçmenlerin kalıcı olduklarının bilincine vardığı bir dönemde, medyanın yeni hedefleri olduğunu söyledi. Değişen göç koşullarında, Türkçeden uzaklaştırılmış olmanın getirdiği dilsel zaafların giderilmesi için belli bir zamana gereksinim duyulacağı ve bir geçiş dönemimde bulunulduğunu belirten Zeynel Korkmaz, bu geçiş döneminde Anadilinde hitabın, anadilinin önemi üzerine bilgi aktarımının ve anadili hakkı için yasal girişimlerin gündemde olduğunu vurguladı.
GÖÇMEN EDEBİYATINDAKİ GELİŞMELER İLE ÇİFTDİLLİ YAYINLARIN VE ÇEVİRİ YAYINLARININ ÖNEMİ İRDELENDİ
“Göçmen Edebiyatı, Çiftdilli Yayınlar ve Çeviri Yayınları” konulu üçüncü oturumda Doğan Hızlan, Prof. Dr. Dilek Dizdar ve Mevlüt Asar konuşmacı olarak yer aldılar.
Hürriyet Gazetesi Yayın Danışmanı ve kitap, sanat eleştirmeni Doğan Hızlan, dilin ve kültürün iç içe geçmişliğinden söz ederken, iki dilliliğin önemine değindi, “Almanca elbette öğrenilmeli ama bunun bedeli Türkçeyi unutmak olmamalı. İnsan anadilini iyi bilmiyorsa yabancı bir dili de iyi öğrenemiyor” dedi. “Bir dilin kültürü vardır. O dil ile o dilin kültürü arasında yapışıklık, örtüşme vardır. Onun için iki dillilik dediğimizde, iki kültür söz konusudur. Bu da ancak dili öğrenmekle olur. Aslında bir yabancı dili, bir diğer dili öğrenmek için insanın gerçekten kendi dilini bilmesi gerekir. En az bildiğimiz dil ise, ana dilidir.” Almanya’daki Türkiye kökenli yazarların eserlerinin aynı zamanda Türk edebiyatına ait eserler olarak da görülmesi gerektiğini söyleyen Hızlan, Almanya’daki Türkiyelilerin durumlarını ve sorunlarını “Göçmen Edebiyatı” olarak adlandırılan Aras Ören, Fakir Baykurt ve Yüksel Pazarkaya gibi yazarların eserlerinden öğrendiklerini anımsattı ve bu eserlerin Türkiye’de yeterince incelenip değerlendirilmediğini söyledi.
Hızlan, “Almanlar; Alman edebiyatçıları, Alman aydınları Türkleri ve Türkiye’yi tanıyor mu?”, “Türk yazarların kitaplarını okuyorlar mı?”, “Almanya’da yaşayan Türk kökenli yazarlar, Türkiye’de ne kadar tanınıyor?” ya da “Türkiye kökenli bir yazar, Türk meslektaşlarını ne kadar okuyor?” sorularıyla kültürel ilişkilerde dilin öneminin altını çizerken, “İki dillilik aynı zamanda iki kültürlülük demektir. Buradaki Türk kökenli yazarlar bu niteliklere sahipler. Ben sentez kavramını pek sevmem, ama bu yazarlar doğu ile batı arasında bir bileşim sağlayabilirler” dedi. Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasının ardından Türk edebiyatı için dünya çapında bir ilgi patlaması gerçekleşmediğini söyleyen Hızlan, birkaç yazarın eserlerine ilginin yeterli olmadığını, bunun için geniş çaplı bir çeviri projesi gerektiğini vurguladı. “Devlet çeviri basarsa pek okunmaz. Genel olarak dünyada devletin çevirilerine belli bir mesafe vardır. Bunun bence ajanslar aracılığıyla yapılması gerekir. Müthiş bir çeviri edebiyatı lazım” diye konuşmasını sürdürdü.
Çevirinin, kültürlerarası bir eylem olduğunu örneklerle açıklayan Prof. Dr. Dilek Dizdar, bunun bir yorum süreci olarak algılanması gerektiğini söyledi. Bu nedenle, kelimeleri ya da tümceleri farklı diller arasında birebir aktarmanın olanaksız olduğunu, kültür ve dil yapılarının örtüşmeyeceğini anlattı. Çevirilerin kalitesinin arttırılması konusundaki düşüncelerini aktaran Dizdar, Mainz Üniversitesi’nde bu soruna yönelik oluşturulan “Çeviri Yüksek Lisans Programı” hakkında bilgi verdi.
Oturumda konuşmasını yapan Fakir Baykurt Edebiyat Yerleşkesi Başkanı Mevlüt Asar, sözlerine, göç olgusuna değinerek başladı. Ülkelerini terk edip, farklı bir coğrafyada yaşamak zorunda kalan insanların, hem kendi öz kültürlerinden hem de dillerinden bir kopuşu, ama aynı zamanda farklı bir kültür ve dille karşı karşıya kalma olgusunu yaşadıklarını belirtti. Bundan kaynaklanan karşıtlıklardan ve ortaklıklardan büyük sanat eserleri çıktığını aktararak, buna örnek olarak dünyanın en büyük göç ülkesi olan ABD’yi gösterdi ve ikidilli kitaplar hakkında görüşlerini açıkladı. Mevlit Asar, “Almanya’nın böyle bir gelişmeyi teşvik etmesi beklenemez. Çünkü resmi göç politikasının paradigamalarından biri Anadili’nin entagrasyonu (asimilas- yonu) engellediği düşüncesidir. Bu durumda Türkçe edebiyatın Almanya’da yaşamasına ve gelişmesine olanak sağlamak göçmenlerin kendi kuruluşlarına ve tabii öncelikle de Türkiye’ye düşmektedir.” diyerek sözlerini tamamladı.
ANADİLİ ÖĞRETİMİNİN GÜNCEL SORUNLARI,
TARİHÇESİ VE HUKUKİ KONUMU GENEL BİR
ÇERÇEVEDE AÇIMLANDI
“Anadili Öğretiminin ve Öğretmenlerinin Sorunları” başlıklı oturumun konuşmacıları ATÖF Başkanı Mete Atay, Dr. phil. Esin İleri ve Essen Başkonsolosluğu Eğitim Ataşesi Yusuf Terzi sunumlarda bulundu.
Mete Atay konuşmasına, kısa bir süre önce yitirdiğimiz (hayatını kaybeden) eğitim gönüllüsü Türkan Saylan’ı anarak başladı. Anadili öğretimi sorununun sadece öğretmenlerin sorunu olmadığını belirtip, bunun göçmenlik olgusuyla birlikte bir bütün olarak ele alınmasını ve bir dil, eğitim, pedagoji ve bilimsel vb. konularla birlikte incelenmesi gerektiğini açıkladı. Bugüne kadar yaşanan sürecin tek taraflı, göçmenlik olgusu dışında ve yanlış olarak değerlendirildiğini anlatan Mete Atay kısaca bu sürece dair bilgi sundu. Dört bölüme ayırdığı süreci ekonomik, politik ve toplumsal sorunlarla birlikte ayrıntılı bir şekilde açıklayan Atay, anadili öğretimine yönelik girişimlerin yasaklanarak, engellenerek ya da dilin unutturularak geçiştirilmeye çalışıldığını sözlerine ekledi. Almanya’da elli yıl içersinde anadili eğitimi konusunda bir ilerleme olmadığını belirten Atay, “Dersin bir adı yok. Ders mi, kurs mu belli değil” dedi. Anadili öğretmenlerinin sayısının üç binden 1.500’e düştüğünü, derslere katılımın çok az olduğunu ve derslerin kalitesinin sürekli düştüğünü, “Böyle giderse öğretmen sayısı yarıya ineceğini”, Almanya’nın Türkçe derslere kayıtsız kaldığını söyleyen Atay, aynı zamanda Türkiye’nin de bunda sorumluluğu olduğunu belittti. “Öğretmen göndereceksin, ama nereye göndereceksin. Türkçe dersi için bir altyapı yok, dersin nasıl verileceğinin yöntemi yok, malzemesi yok” dedi.
Mete Atay’dan sonra sunumunu yapan Dr. phil. Esin İleri, Pisa Araştırmasının ortaya çıkışını, nedenleri ve uygulamalarıyla birlikte değerlendirerek, bu araştırmanın Almanya’daki eleştirilerine yer verdi. Anadili sorununu Pisa Araştırmaları bağlamında değerlendirip, Avrupa Birliği ve Almanya’daki yasaları ve uygulamaları geniş örneklerle birlikte dinleyicilere sundu. Eğitim sistemine yönelik eleştirileri aktaran Esin İleri, aktif ikidilli göçmen çocuklarına yönelik alınan kararların hayata geçirilmesini isteyerek, Türk kökenli çocukların anadili eğitimine yönelik sorunların çözümü için önerilerini aktardı. “Avrupa Birliği'nin üye devletler için düzenlediği dil politikasına göre, bir insanın, bir etnik azınlığın kendi anadilini öğrenip öğrenmemesi, yaşanan ve vatandaşı olunan devletin resmi diline bağlı değildir. Öyle ise bu raporda AB, üye devletlerin resmi dillerine ve üye devletlerde yaşayan azınlık dillerine tanıdığı ‘eşitlik prensibini’, Türk kökenli öğrencilerin anadili olan Türkçeye de tanıması ve uygulaması gerekir. Bu, Türk kökenli öğrenciler için Türkçenin her okul tipinde birinci sınıftan son sınıfa kadar anadili dersi olarak yasal hak olması demektir. Türk azınlığının bu hakkı –hukuki yollara başvurarak– alma zamanı çoktan gelmiştir.” dedi.
Sempozyumda ortaya konulan değerlendirmeleri ve araştırmaları T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’na aktaracağını söyleyerek konuşmasına başlayan T.C. Essen Başkonsolosluğu Eğitim Ataşesi Yusuf Terzi, Türkçe dil dersleri sorununun hâlâ çözümlenemediğini ve bunda herkesin sorumluluğu olduğunu belirtti. Velilerin yeterince duyarlı olmadıklarını ve anadiliyle ilgili yapılan toplantılara yeterli katılımın sağlanamadığını anlatan Terzi, aynı zamanda öğretmenlerin de sorunları tam anlamıyla tartışmadığını ve kendilerini bu konuda geliştiremediklerini söyledi.
TİYATRO ANADİLDEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ
ÇERÇEVEDE AÇIMLANDI
“Anadili öğreniminde, eğitiminde tiyatronun yeri ve işlevi’ konulu son oturumuna konuşmacı olarak Berin Uyar, Koral Okan, Dr. phi. Şebnem Bahadır ve Nihat Bozkurt katıldı.
Essen Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü (Türkistik) öğretim görevlisi Berin Uyar, kültürlerarası öğrenme, kültürlerarası bildirişimin dil kullanımının yetişkinleştirilmesiyle mümkün olduğunu vurgulayarak, “Dil kullanımı için dünya bilgisinin olması ve geliştirilmesi gerekir. Kendi kültürünü anlama yetişkinliğini geliştirme ve bunu bilince çıkarmak çok önemlidir. Bilince çıkarılan dil kültürlerarası köprü görevi görmektedir. Kendi kültür grubuna eleştirel gözle bakmak gerekir. Sözel Kültürel olarak yetiştiğimiz için eleştirel bakış açısıda değişmelidir. Ulusal sinema tüm ülkelerde siyasal amaç için kullanılıyor. Bizim amacımız sinemalarda fazla gösterime sunulmayan filmleri göstermektir. Dünya ve Türkiye sinemalarından önemli film göstermi yapmaktır. Casablanca, Mustafa, Güz Sancısı, Mavi Gözlü Dev gibi filmleri sunarak, sinemayla dünyayı ayağınızın altına getirebiliriz” dedi. “Kültür Çalışmaları” hakkında bilgiler veren Berin Uyar, bu çalışmaların temelini, hedeflerini ve Türkistik Bölümü açısından işlevini ortaya koyarak, üniversitede hayata geçirdikleri “Salı Sineması” günlerinene yönelik açıklamalarda bulundu.
Avrupa-Türkiye İnterkültürel Tiyatro buluşmaları Genel koordinatörü Koral Okan, “sosyoloji bir çok bilimle karışır ve onların yöntemlerini kullanır. Anadilin erken ve yeterince öğretilmemesi başka kültürel toplumda yaşamasından kaynaklanmaktadır. Çocuğu saran sosyolojik etkinin çocuğun ve gencin eğitimini doğal olarak etkiler. Bu karmaşık etkenlerin çözülmesi gerekir. Çarpık kapitalizimden gelip yoğun işsizlikte düğümlenir. Toplum kendi kendini yönetme imkanı olmadığı için siyasi olarak pasifize edilmiş durumdadır. Çocuğun anadil öğrenmesinde kendini saran toplumsal çevrelerdende etkilenerek yetişir. Eğitim çocukların gelecek işgücüdür. Anadil sorununda halk devlet sisteminde söz sahibi olmalıdır. Bunun içinde fikir gruplarına ihtiyaç var. Özerklik ve sosyal adaletin içi boşaltılmış olarak şans eşitliği yok edilmiştir” dedi.
Mainz Üniversitesi Dil, Kültür, Çeviri Yüksek Lisans sorumlusu Dr.Phil. Şebnem Bahadır, “Doğal Çevirmen Olarak Göçmenler” başlıklı sunumunda, “Çeviri eğitimleri pedagojik anlamda çok önemlidir. Doğal çevirmen olan göçmenlerin sayısı hergün artmaktadır. Türkiyeli göçmenlerin topluluk konumuna geçmesi öenmlidir. Göçmenler çeviriye ihtiyaç duyduklarında göç alan ülkede örgütlenerek bu sorunu hal etmesi gerekir. Bazı tutucu Alman siyasetçilerin tam tersi durumunu yaratmalıyız. Kendi kökeninin farkına vararak iki kimliği birleştirerek buna sahip çıkar. Siyasi toplumsal bütünleşmeyle çok ilintili bir olaydır. Göç alan ülkelerin iyi niyet gösterisi her zaman iyi niyet olmuyor. Buna tarihtende rastlamak mümkündür’dedi. 1973 yılında göçmen aileler toplumda daha görünür hale geldiğini de belirten Bahadır, ‘ Göç sosyolojisi açısından 2.Kuşak göçmenleri büyük bir potansiyel olarak lanse ediliyor. Göç alan ülkeler tarafından göçmen toplumunun sosyo kültürel yapısı 1980 sonrası büyük bir değişime uğradı. Bu dönemde vasıflı Türkiyeliler oluştu. Doktor, hemşire, avukat, öğretmen oluşuyor. Göçmenlerin bir çok sorunun iki dilli olmasıyla çözülmüyor. Mainz Üniversitesinde ilk defa anadili Türkçe olmak üzere eğitim veriyoruz. Değişik alanda uzman kişiler yetiştirmeyi hedefliyoruz. Göçmenlerin güç kazanması, iradeli talebi olan bir toplulıuk olması için harekete geçmelidir.” dedi.
Berlin Halkevleri İşçi Tiyatrosu yönetmeni Nihat Bozkurt ise, yaşama hakkı kadar anadil hakkının kutsal olduğunu, tiyatronun bir uygulama ve denetleme sanatı olduğunu ve insanlara medeni cesaret kazandırdığını belirterek, Almanya’da anadil dersinde tiyatronun dilinin Türkçe olarak olması gerektiğini belirtti. İşçi tiyatrolarından örnek veren Bozkurt, tiyatronun hak alma mücadelesinin bir aracı olması gerektiğinin altını çizdi. Asaf Çiğiltepe’nin “Tiyatro akşam yemeğinden sonra yenilen çerez değildir” sözünü yinelerek sözlerini tamamladı.
|