İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 20 / Ocak-Şubat 2012

Entegrasyon Yerine Kültürlerarasılık!

Sanat Alanındaki Gecikmiş ve
Gerekli Reformlara İlişkin Düşünceler
[Interkultur statt Integration!
Überlegungen zu längst überfälligen Reformen im Kunstbetrieb]



Prof. Dr. Wolfgang SCHNEIDER
(Hildesheim Üniversitesi Kültür Politikaları Enstitüsü)



    Kültür politikaları yerel politika kapsamına girer, nitekim Alman Kentleri Meclisi (Deutscher Städtetag) bunu talep etmektedir. Peki bu ne anlama gelir? Sanatın olanaklı kılınması daha çok gönüllülüğe dayanan bir görevdir ve bütçelerin sınırlı olduğu bir dönemde belediyeler kültürel desteği kısıtlamaya gitmektedir. Belediyelerin üst düzey yetkilileri konulara çok daha yakın olduklarından, aslında kültürel kimliğin küreselleşen bir dünyada ne anlama geldiğini bilmelidirler, kültürel eğitim aracılığıyla toplumumuzun geleceği için hangi potansiyelin yaratılabileceğini, demokrasinin, ancak herkes için kültür ve herkesin kültürü gerçekleştirildiği takdirde işleyebileceğini bilmelidirler ve bu artan oranda şunu ifade etmektedir: Kültürlerarası politikalara ihtiyacımız var!
    Alman Federal Meclisi’ne bağlı “Almanya’da Kültür Araştırma Komisyonu” şunu belirtiyor: “Eğer yaşama şekil verme istemi bir yönüyle yaşamın kısa olmasından kaynaklanıyorsa, öyleyse onu güzel ve iyi şekillendirmek için itici gücün geldiği yer, yaşamı topyekün olumlayabilme olanağına duyulan özlemdir”.
    Sanat, nitekim insani duyguların dile getirildiği o belirli ifade biçimleri olarak kendini gösterir. Bu düşünce temelinde, insanlara, kendi kültürel ilgilerini gerçekleştirmelerine, yeteneklerini geliştirmelerine ve kültürel yaşama katılmalarına fırsat tanınmalıdır. Öyleyse kültüre verilen kamusal desteğin meşruiyeti ekonomik güç, turizm faktörü ve hatta dolaylı randıman değildir.
   
    Kültürlerarasılık: Bir Kenar Notu
    Bu bir üst yapı olabilir. Peki kültür coğrafyasındaki alçaltıların durumu nedir? Göç, Alman tiyatrosunda yalnızca bir ikincil konumundadır. Devlet tiyatrolarında personel eksikliği sorunu yaşanıyor, tiyatro eğitim merkezlerinde göçmen eleman oranı temsili bir büyüklüğe sahip olmanın çok gerisinde ve izleyici kitlesi, her ne kadar sayıca azalsa ve yaş oranları artsa da, kesinlikle çeşitlilik kazanmamaktadır. Alman Tiyatro Derneği’nin son tartışmaları onlarca yıllık bir gecikmeyle başladı, tiyatro uygulamalarındaki yapısal önlemler gecikmiştir, konuya ilişkin bazı etkinlikler ve yayınlar tartışma için yararlı, ancak kültür politikaları için çıkarımların fomüle edilmesi gerekiyor. Kamunun ayırdığı yıllık bütçenin %25’i ile -iki milyon Euro’dan fazla- görsel sanatlar örnek olmakla görevlendirilmelidir.
    Hildesheim Üniversitesi Kültür Politikaları Enstitüsü’nün 2010 yazında gerçekleştirdiği bir sempozyum, bu gereksinime yanıt bulmayı kendine amaç edindi. Toplumun öz anlayışının göç konusu bağlamında drama sanatlarına nasıl yansıdığı formüle edilmesi gereken bir soruydu, tiyatro politikası tasarılarının kültürler arasındaki alışverişi nasıl harekete geçirdiğinin incelenmesi gerekmekteydi. Hangi sanatsal programlar kültürel dönüşümü ayrıntılı olarak tartışmaktadır, kültür aktarımı için tiyatroların hangi olanaklara gereksinimi vardır ve böyle bir reform, belki de tüm tiyatro sisteminin de değişmesine nasıl yol açabilir? Entegrasyon, küreselleşme süreçlerinin yaşandığı bir dönemde toplumsal ve siyasal faaliyetin en büyük sorunsallarından biridir. Farklı etnik kökene, dinsel yönelimlere ve kültürel geleneklere sahip insanlara günlük yaşama eşit katılımları için olanak tanınması söz konusudur. Entegrasyonun bir amacı da, çoketnisiteli ve çokkültürlü bir toplumda kültürel çeşitliliğe saygı gösterilmesidir. Kültür politikaları, kültürel farklılıkların anlaşılmasına ve kabul görmesine katkı sunarak, entegrasyon için verilen çabalarda temel bir rol oynayabilir. Bu bağlamda kültürlerarasılık, kültür politikası istemlerinin tanımlanmasında ve entegrasyonun kültürel uygulama aracılığıyla olanaklı kılınmasında anahtar kavram olarak kullanılmaktadır.
   
    Bir Sanat Olarak Kültürlerarasılık
    Göç bir olgudur. Şu an Almanya’da her üç çocuktan biri bir göçmen aileden gelmektedir, bazı kentlerde öğrencilerin yarıdan fazlası göç kökenine sahiptir. Ülkemizde milyonlarca insan Türk, Doğu Avrupa ya da Afrika kökenlidir. Ancak göç çevreleri etnik kökene göre değil, birbirinden daha çok değer anlayışlarına, yaşam biçemlerine ve estetik eğilimlerine göre farklılık göstermektedir. 2010 tarihli, Göç Kökenli insanların Almanya’da ve Kuzey Ren Vestfalya’daki Yaşam Dünyaları ve Çevreleri Araştırması’nda (www.interkulturpro.de) saptanmış olduğu gibi, birçok göçmen kendini çokkültürlü Alman toplumunun bir parçası olarak kavrıyor. En önemli bilgi ise, göçmenlerin kültür ve sanat alanında daha fazla temsil edilmeyi istemeleridir. Çünkü tüm kültür birimlerinin eğitim etkinliklerinin yalnızca yüzde biri hedef kitle olarak göçmenlere yöneliktir, yalnızca yüzde dokuzu göçmen kültür dernekleriyle işbirliği yapmaktadır, ama bu birimlerin çoğu, kültür ve sanatı bu bağlamda bir köprü olarak görüyor. Kültür Araştırmaları Merkezi’nin de 2010’da Federal Eğitim Bakanlığı için yaptığı bir inceleme bunu ortaya koymuştur (www.kulturforschung.de).
    Kültür ve sanat, kültürlerarası bir diyalogun gerçekleşebilmesi için vazgeçilmezdir. Sanatın içinde barındırdığı dinamik, deneyci ve yenilikçi karakteri, duygusal potansiyeli ve nihayet vücut dilini kullanabilme olanağı, iletişimi kolaylaştırmakta, diğer kültür ve geleneklerle karşılaşılmasına destek sunmaktadır ve karşılıklı kabul etmeyi de güçlendirebilir. Eğitim süreçleri farklı değer anlayışlarının ve yaşam biçimlerinin aktarımını sağlayabilme gücüne sahiptir. Birbiri hakkında bilgi sahibi olmak ve anlayış göstermek, toplum içerisinde şiddetten arınmış bir ortak yaşamın başlıca önkoşullarıdır. Böylece izlenecek yol belirlenmiştir: Kültürlerarası görevler üzerinden kültürlerarasılığa geçiş. Bu, herkesten çok sivil toplum aktörlerinin özel bir biçimde öne çıktığı, 2008 Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı’nın anlam ve önemine tekabül etmektedir. Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı’nda, bakış açısının, birlikte neye yöneltmesi gerekliliği önem kazanmıştır: “Biz kültürlerarası yeniliği gerçekleştirmek ve kamusal alandaki karar vericileri kültürlerarası girişimlerde desteklemek istiyoruz. Kültürlerarasılığı, bir diğer ifadeyle kültürlerarası çabalarla kültürlerin geliştirilmesi ilkesini, yeni insani değerimiz seviyesine taşımak zorundayız”. “Gökkuşağı” adını taşıyan raporda bu sözlere yer verilmiştir (www.intercultural-europe.org).
   
    Bir Model Olarak Kültürlerarasılık
    Mark Terkessidis, artık geleceğe şekil vermenin konuşulması zamanının geldiğini yazıyor. Daha önce Köln’de, şimdi de Berlin’de yaşamakta olan yazar bunun için bir tasarı geliştirdi: Kültürlerarasılık programı. 2010’dan bu yana, Suhrkamp bilimsel yayınlarının bir yayın dizisinde, göç toplumu olarak Almanya’da nelerin yanlış yürüdüğünü, neden makro düzlemde onlarca yıldır neredeyse hiçbir hareketlilik olmadığını ve aynı zamanda yerel birimlerin mikro kozmosunda hangi potansiyellerin baş gösterdiğini okumak mümkün. Kültürlerarasılık bir yöntem biçimi olarak betimlenmektedir, ama kesinlikle salt ütopik bir taslak değil, tersine eylem kuralları olarak kavranmayı istemektedir. Konu “aradaki kültür”dür, kültürlerarasılık “ilkesi”dir, ki kültürlerarasılık “ilkesi”nin, çokluğun çeşitliliğe dayalı üretiminde duyarlılık sağlaması istenmektedir. Nitekim bu düşüncenin çıkış noktası, Terkessidis’in Parapolis ve Heterotopi kavramlarıyla karakterize ettiği yeni bir dünya anlayışıdır. Terkessidis’e göre nüfüsun artan oranda hareketliliği karşısında “biz” tasarımının düzgüsel inşası, geleceğe dönük bir durumu yansıtmamakta. Ona göre polis dağılmıştır, parapolis ise yeni bağlamları tesis etmektedir. Kültürlerarasılık “modeli” ile normların sorgulanması, bireylere açınmayı ve yabancı ortamların yakınlığını keşfetmeyi sağlayan çerçevelerin oluşturulması gündemdedir. Bu heterotopiler, kültürlerarası bir kenti yoğun bir şekilde etkilemektedir, heterotopilerin amacı varolanın korunması değildir, tersine “farklılıkların harekete geçirilmesi ve yeni bir kompozisyonun sağlanmasıdır”. Terkessidis’in tasarısına göre, sokaktaki çokluğun değişik bir toplum düşüncesi için çıkış noktası olması çok daha verimlidir. Bunun için kurumların farklı yapılandırılması gerektiği belirtilmekte. “Devlet kurumlarının ya da onun paralarıyla finanse edilmiş kurumların -resmi dairelerden olduğu kadar yerel kamusal işletmelerden, müzeler, kütüphaneler ve eğitim kuruluşlarından da söz edilmektedir- artan çeşitlilik gereksinimlerine yanıt verebilmek amacıyla değişmeleri zorunludur”. Bu sav, dört aşamada “engellerden kurtulmanın sağlanmasını” hedefleyen bir programı da ortaya çıkarmaktadır: Kurumların sahip olduğu kültürün anayasasında, kural ve değerlerinde yeni bir ayar yapılması gereksinimi bulunduğu belirtilmektedir. Varolan personel birleşiminin aksaklıkların denetlenmesini ve değişimi beklediğinden, maddi temelin genişletilmiş olanaklar için bir önkoşul olduğundan, uygun ortamların –en geniş anlamda– şekilendirilmesi, çevrenin evrenselleştirilmesi ve stratejilerin yönünün ana akım olarak farklılığa yoğunlaştırılmasından söz edilmektedir.
    Almanya’daki tiyatrolar ve tiyatro grupları için bu neyi ifade eder? Neler yapılıyor ve hangi tasarılar mevcuttur? Hangi kültürlerarası sanat aktarımları ve sunulan hangi çokkültürlü olanaklar, modelleri etkilemektedir? Bu Köln’de tartışıldı ve tartışmaların dökümantasyonu “Tiyatro ve Göç. Tiyatro Uygulamaları ve Kültür Politikaları” adlı kitapta yer alıyor (Transkript Yayınevi, Bielefeld 2011). Söz kültürbilimcilerde ve tiyatro sanatçılarında. Kültür politikaları ve tiyatro uygulamaları sorgulamaya tabi tutuluyor. Tiyatronun kültürel kimlik için bir sahne olmasıyla, yabancı olanla yüzleşmesi, toplumsal katılım ortamları teşkil etmesi, kültürlerarası diyalog için olanak sunmasıyla ilgili farklı pozisyonlar var.
   
    Bir Köprü İşlevi Olarak Kültürlerarasılık
    Alman Federal Meclisi Araştırma Komisyonu’nun sonuç raporunda, “küreselleşme ve uluslararasılaşma çağında, kültür ve sanatın kimlik tahsis edebilme etkisine sahip olması gerekir” denilmekte. Kültürlerarası süreçlerde sanatsal potansiyel, olası bir köprü işlevi olarak öne çıkarılmakta. Bu varsayım, anketlerdeki gözlemler tarafından desteklenmektedir. Bu anketlerde “yabancılığın” sanatsal çekiciliği açıklık kazanmaktadır ve örneğin genç ve yaşlılar tara-fından etnoloji konulu sergilere büyük ilgi gösterilmesi, yabancının çekiciliğine açıkça işaret etmektedir. Toplumun diğer ülkelerin kültür ve sanatlarıyla uğraşmaya kesin bir ilgilisi var.
    Kültür Araştırmaları Merkez’inden Susanne Keuchel yaptığı bir ön araştırmada, kültür ve sanatın mevcut olası köprü işlevini belgeliyor. “Araştırma kapsamında söyleşiye katılanların çoğu, sanatla köprüler kurulması fırsatını verdikleri yanıtlarla olumlamışlardır. Bunlar özellikle arabuluculuk işlevi atfedilen, müzik ya da sanat sergileri gibi sözel olmayan sanatlardır. İranlı bir şarkıcı şöyle söylüyor: “Sanat kesinlikle bir köprü olabilir. Benim diğer müzisyenlerle konuşmama gerek yok, hepimizin müzik yapıyor olması yeterlidir. Burada müzik dil olmaktadır”. (İranlı bir şarkıcı)
    Sanatın hangi biçimlerde bir köprü işlevi üstlenebileceği, ankete katılan sanatçılar tarafından farklı tanımlanmıştır. Bir yandan, bir kültür çevresine ait alımlayıcının diğer bir kültür çevresinin sanatına eğilmesi durumlarına değinilmiştir. Bir Türk ressam, Berlin-İstanbul Sergisi gibi etkinliklerin, insanların diğer ülkeler hakkındaki bilgilerini genişletmeye ve yanlış tasarımların düzeltilmesine katkı sunabileceğini belirtmiştir. Ressam ayrıca kendi sergileri kapsamındaki karşılaşmalara da değinmiştir. Sanat üzerinden “beyinlerdeki yanlış tasarımların yıkılması için konuşmaya başlanabilmekte”. Kültürel köprülerin bu tarzda kurulmasının diğer bir örneği, farklı kültürlerden müziğin dinletildiği konserlerdir. Bir müzisyen şunu söylüyor: “Farklı kültürlerden müziğin sahnelenmesi, halklar arasındaki iletişimi güçlendiriyor ve diğer kültürel görünümlere duyarlılığı artırıyor”. (Rus müzisyen)
   
    Bir Misyon Olarak Kültürlerarasılık
    Diğer yandan, farklı kültürel kökene sahip sanatçıların birlikte yaratıcı etkinlikte bulunabilecekleri sanat projeleri, kültürel köprülerin kurulmasına örnek gösterilmiştir. Bir oyuncu, uluslararası yapımların artan bir açıklığa ve duyarlılığa neden olduğunu ifade ediyor. Bir hattat, dünyanın farklı bölgelerinden gelen diğer hattatlarla, kültürlerarası bir şenlik kapsamında birlikte kitap hazırladıkları bir projeden söz ediyor. Ankete katılan diğer bir sanatçı, kültürel köprülerin inşasının bir tarzı olarak, farklı biçemleri birbiriyle kaynaştıran ve yeni bir oluşumu gerçekleştiren Crossover müzik türünü öne çıkarıyor. Son olarak belirtilen bu örnekler, köprüler oluşturulması anlamında, “diğerinin” kültürü için sanat yoluyla yalnızca daha iyi bir iletişimi olanaklı kılmaz, ayrıca yeni “hibrid” sanat biçimlerinin oluşmasında katalizatör işlevi görür.
    Bu tür olumlu yanıtların yanı sıra, sanat aracılığıyla köprüler kurulması fırsatları konusunda bazı noktalarda kuşkucu düşünceler de olmuştur. Buna göre sanat alanı öyle eliter ki, yeni kitlelere ulaşamamakta, tersine ancak “zenginleri zenginlerle” birleştirmekte. Gerçek bir köprü ise “normal bir insanın da erişimi” için, “yaşam kültürü” alanını da kapsamalı.
    Tüm düşüncelerden, tüm kuramsal tartışmalardan ve uygulamalara ilişkin çözümlemelerden, kültür ve eğitim politikalarına yöneltilen bir görevin kapsamına girmesi gereken bilgiler elde etmek mümkün. Kültür coğrafyasındaki gelişmeler artık rastlantılara bırakılamaz, tersine kamu, sorumluluğu gereği, maddi olanaklarını salt alışılagelmiş kültür kullanıcılarının ilgisine sunmamalıdır, tüm topluma, herkes için olan bir kültürü olanaklı kılmalıdır. Bizim göçmen salonlarına ihtiyacımız yok, sanat birimlerinin kapsamlı bir reformuna gereksinimimiz var!
   
    Çeviri:Die Gaste