|
|
Die Gaste, SAYI: 21 / Mart-Nisan 2012
|
Paternalizm: Göç Toplumunun Hegemonik Bir İlişkisinin
Yetişkin Eğitimindeki Rolü
[Paternalismus als migrationsgesellschaftliches Herrschaftsverhältnis in der Erwachsenenbildung]
“Dil, Eğitim ve Irkçılık Eleştirisi“ Çalışma Grubu1
“Paternalizm“ kavramı, dikkatleri göç toplumundaki dilsel iletişimi ve uygulamaları da etkilemekte olan toplumsal bir figürasyonun üzerine çekmektedir. Bu figürasyonun (baskın entegrasyon anlayışına bağlı) “göçmen kökenli“ ve “göçmen kökensiz“ bireyler arasındaki sosyal etkili farkı oluşturmada temel bir payı vardır. Paternalizm göç toplumu ilişkileri çerçevesinde temel bir mekanizma oluşturduğu için, aynı zamanda çok özel bir anlam taşımaktadır. 2012 yılının Ocak ayında Viyana’da gerçekleştirilen bir konferansta paternalizm terimi yetişkinlere yönelik dil eğitimi programları bağlamında konu edilmiştir (http://daf.univie.ac.at/tagungen/). Aşağıda bu konferansın sonuçlarından yola çıkarak paternalist figürasyonlar temelinde göç toplumunu belirleyici ayırımlarının oluşturulması hakkındaki bazı düşüncelerimizi belirtmek istiyoruz.
(1.) Paternalizm
Paternalist figürasyonların özelliği herhangi bir türde destek (yardım, ilgi gösterme, ders vb.) görme durumunda olanlar (“muamele edilenler”) ve bu desteği verme durumunda olanlar (“muamele edenler”) şeklindeki spesifik ayırımı gerçekleştirmeleridir. Paternalizm kavramının olağan kullanımını göz önünde bulundurduğumuzda, bu ikilinin arasındaki ilişkinin amacı “muamele görenlerin“ esenliğini artırmaktır. Ancak bu amaca ulaşmak için aynı zamanda özerklik kaybı gibi kısıtlamaların meydana gelmesi kabul edilmektedir: Maruz kişilerin özgürlüğünü (ya da dışa yönelik özerkliğini) bu kişilerin esenliğinin korunması amacıyla kısıtlayan uygulamalar paternalist uygulamalar olarak betimlenmektedir. “Klasik“ paternalist konstellasyonlar çocuk ve yetişkinler arasında veya özerkliği kısmen kısıtlı kişilere karşı (paternalist uygulamayla özerkliği sağlama veya tekrar geliştirme amacıyla ) oluşmaktadır.
(2.) Paternalizm ve Göç Toplumu Ayırımları
Göç toplumu ilişkilerini yüzeysel olarak incelediğimizde bile paternalist argümanstasyon figürleri, paternalist uygulamalar (muameleler) ve paternalist davranış biçimleri gözümüze batmaktadır. Bilindiği gibi göç toplumu ortamlarında belli kişilerin (ki bunlar göçmen olarak görülen bireyledir) “esenliğinin“ topluma yeterli katılamadıklarından dolayı ya da destek veya (baskın söylemin ana kavramı olan) “entgerasyon“ eksikliklerinin olmasından dolayı kısıtlı olduğu tanısı yapılmaktadır. Buna bağlı olarak da şu temel soru ortaya atılmaktadır: “Göçmenlerin daha iyi entegre edilmeleri, katılımlarının daha iyi sağlanması v.b. için ne yapılması gereklidir?“
Göç pedagojisi açısından bu tür paternalist argüman sistemlerini üç farklı düzeyde incelemek mümkündür:
a) Birey karşısında devlet
b) Yetişkin karşısında pedagog
c) “Azınlık” karşısında “çoğunluk”
Bu düzeylerin üçünde de bireyin esenliği için gerekli olduğu iddiasıyla yürürlüğe konulan ve bireyin özerkliğini kısıtlayan yönerge ve talepler mevcuttur. Bu tür paternalist argüman figürleri sadece ‚göçmen’lere yönelik belli muamelelerin meşrulaştırılması anlamına gelmemekte, aynı zamanda bu figürlerle ‚göçmen‘ ve ‚göçmen olmayanlar‘ arasındaki ilişki “muamele gören“ ve “muamele eden“ler şeklindeki hegemonik bir ilişki olarak oluşturulmaktadır. Bu bağlamda meşrulaştırma amacıyla öne sürülen “karşımızdaki bireyin esenliği“ olgusunun esasında yetişkinlerin özerkliğinin sınırlandırılmasını kabul ettirici bir amaç olup olmadığı sorusu ön plana çıkmaktadır.
(3.) Paternalizm mi,
“Sahte Paternalizm“ mi?
“Dil“ konusu göç toplumu ortamlarında üzerinde ‚entegrasyon‘a yönelik argümantasyonların hakim olduğu belki de temel bir alan olarak betimlenebilir. Bundan dolayı yukarıda ortaya atılan “ötekilerin esenliğinin“ gerçek amaç olup olmadığı sorusunu bu alandan bir örnekle tartışmak istiyoruz. Örneğimizi, “Raus mit der Sprache – rein ins Leben“ (Dili geliştir – yaşama gir“) kampanyası teşkil etmektedir (www.deut-schlandstiftung.net/). Kampanyanın internet sitesindeki tanıtımına göre (tümü “göçmen kökenli“ ve tanınmış kişilerden ibaret) “elçiler“ kişiliklerini ifade ediyor ve Alman bayrağının siyah, kırmızı ve sarı renklerine boyanmış dillerini göstererek bariz bir mesaj iletiyor: “Almancaya hakimiyet başarılı bir entegrasyonun anahtarıdır“ (agy).
Devlet bakanı ve entegrasyon görevlisi Maria Böhmer bu kampanyayı şu şekilde yorumluyor:
“Kampanya şunu gösteriyor: Almanca bilmeyenler ülkemizde birer seyirci konumunda kalmaya mahkûmdur. Bu nedenle Almanca öğrenmelerini göçmenlere ısrarla tavsiye ederim! Ancak Almancayı iyi bildiğiniz takdirde ülkemizin tüm olanaklarından yararlanmanız mümkün olacaktır. Almanca bilinmesi iyi bir eğitim, sağlam bir meslek eğitimi ve garantili bir iş yerinin ön koşuludur. Ve bununla birlikte de başarılı bir geleceğin. Almancayı iyi konuşanlar toplumumuzun içine girebilir ve toplumumuza katkıda bulunabilir... Mesaj özetle şudur: İyi bir Almanca ile ülkemizde sen de yükselebilirsin!“ (Prof. Maria Böhmer)
Bu örnek göç toplumunun hakim söylemini gösteriyor: Almancayı bilmek katılım, eğitim ve refahın anahtarı olarak gösteriliyor, göçmenlere karşı onların yararına oldukları iddia edilen bir takım taleplerde bulunuluyor. Bu söylemin kuramsallığı ise nadiren sorgulanıyor: Halbuki buradaki asıl amaç göçmenlerin iyiliği değil, acil ulusal durumun tedavisidir. Foucault’nun tabiriyle ortada bir urgence mevcuttur ve bu acil duruma karşı eski düzeni geri getirmeleri beklenen bir dizi tedbirden oluşan bir dispozitif ile reaksiyon gösterilir. Sözü edilen kampanya bu açıdan bakıldığında her şeyden önce Almancanın ulusal tek dil olmasıyla ulusal düzenin korunmasına veya tekrar oluşturulmasına katkıda bulunmaya çalışmaktadır. Acil ulusal durumdan söz etmemizin nedeni ulusal tek dillilik fikrinin (eskiden beri çok dilli) ampirik gerçeklikten dolayı hem tehlikede olması, hem de buna karşın yine de sözünü geçirmeye çalışmasıdır. Günümüzün göç toplumu da bu hayali dil düzenini devamlı olarak zorlamaktadır; işte bu durum “ulusal acil durum tedavisi“nden söz edilmesini gerektirmektedir.
Eğitim programları düzeyinde buna analog olarak paternalizm temelli pratiklerin asıl amaçlarının (çoğunluk toplumu üyesi) yetişkin eğitimcilerinin iş haklarının koruması ve eğitim kurumları rutinlerinin muhafaza edilmesinin olup olmadığı sorgulanmalıdır. Göçmenlerin esenlikleri söylemi, “entegrasyon kursu“ bitirildikten sonra beklenen Almanca öğrenilemediği takdirde yurt dışı edilme veya para cezası tehdidi gibi disiplini sağlayıcı müdahalelerin lejitimasyonu için araç edilmektedir.
Bireylerin esenliğini iddiasıyla aslında diğer tarafın çıkarlarını korumayı amaçlayan paternalizmi burada “sahte paternalizm“ olarak adlandırmak istiyoruz. “Gerçek paternalizm” bazı konstellasyonlarda ve belli sınırlar içerisinde hakikaten “muamele gören” kişilerin yararınadır, örneğin yetişkin-çocuk ilişkilerinde olduğu gibi. “Sahte paternalizm“ ise, hegemonik düzenin sağlanması veya meşrulaştırılması için alınan disiplini sağlayıcı tedbirlerden oluşmaktadır. “Sahte paternalizm” yetişkin bireyleri, “göçmenleri”, yukarıdaki örnekteki “sen” hitabından da anlaşılacağı gibi çocuk yerine koymaktadır: “İyi bir Almanca ile ülkemizde sen de yükselebilirsin!“
“Sahte paternalizm“ bireyin yaşam hakkını ve refahını göz önünde bulundurduğunu iddia etmektedir ve bununla aslında bireylerin istem ve özgürlüğüne karşı uygulama, yasa ve müdahaleleri lejitime etmektedir. “Sahte paternalizmin“ eğitim ortamlarında da (çoğunluk) toplum(u) ortamlarında olduğu gibi kabul edilen bir şey olması mümkün değildir. “Sahte paternalist“ müdahaleler bireyin güvenliğine veya esenliğine katkıda bulunma iddiasıyla ne bireyin kendisine karşı, ne de karşısındaki bireye veya üçüncü bir şahısa karşı meşrulaştırılamaz. En azından ilk etapta karşısındaki bireyin özerkliğinin sınırlarına saygı gösterilmesini ciddiye alan ve ikinci etapta sınırların aşılmasını bariz bir temele oturtabilen, açıklayabilen ve sorumluluğunu üstlenebilen bir pedagoji bunun bilincinde olmalıdır.
(4.) Paternalizmin Meşrulaştırılması
ve Eleştirisi
“Sahte paternalizm“ eleştirisi “gerçek“ paternalizmi de kapsamalıdır. Paternalist müdahalelerin bireyin esenliğini gerçekten artırdığı durumlar var mıdır? Varsa eğer, böyle bir durum, paternalist uygulama ve ilişkilerin kabullenebileceği tek konstellasyondur. Aşağıda belirtilen hususlar bu soruyu paternalizmin hangi takdirde kabul edilemez olduğunu göstermeleri açısından dolaylı yoldan cevaplandırmaktadır.
• Bireyin özgürlüğün bireyin istemine karşı sınırlandırılması
• Bireyle bireyin özerkliği bağlamında ilgilenilmesi şartına uyulmaması
• Karşıdaki bireyin isteğinin veya isteyebileceğinin yeterli derecede ortaya çıkarılmamış olması
• Yerine getirilmesi mümkün olmayan taleplerin (asimilasyon konseptine olduğu gibi) olması
• Hata yapma hakkı (J.S. Mill) tanınmamasından dolayı bağımsız öğrenmeye engel olunması
• Bireylerden talep edilen şeylerin bir yararı olacağının kesin olarak söylenememesi, belli olmaması durumu
Bireyin esenliğini artırmak amacıyla bireyin özgürlüğünü, özerkliğini ve istemini kısıtlayan uygulamalara çift yönlü bir eleştiri yöneltilmelidir. Ortadaki argümantasyon gerçekten paternalist argümantasyon mudur ve eğer öyleyse bu paternalizmin kabul edilir bir paternalizm olması mümkün müdür? Veya asıl amaç bireyin esenliği iddiasıyla hegemonik düzenin meşrulaştırılması mıdır? Buna göre paternalizm eleştirisi her zaman çift yönlü bir eleştiridir.
Yetişkin eğitimini paternalizm yapılmaksızın gerçekleştirilmesi her gün üstesinden gelinmesi gereken bir zorluktur. Paternalizm kavramı eğitimcilerin kendi pe- dagojik uygulamalarını, bu uygulamaların sonuçlarını ve etkilerini hegemonik durum şartları bağlamında incelenmelerini sağlayan bir analiz perspektifidir. Daima “hayır“ demenin mümkün olduğu bir yetişkin eğitimi ortamı muhtemelen istenmeksizin uygulanan paternalizme karşı etkili bir konsept olacaktır. Paternalizm kavramı aynı zamanda paternalist ve sahte paternalist müdahale ve söylemleri birbirinden ayırabilmek için de uygundur. Böylece paternalizm kavramı göçmenlerin esenliğini öne sürerek hegemonik durum şartlarını ve bireyin irade ve özgürlüğünün kısıtlanmasını meşrulaştırmaya çalışan söylemlerin maskesini düşürmeye katkıda bulunacaktır.
Dipnot:
1 Uluslararası çalışma grubunun üyeleri:
Susanne Arens (Oldenburg Üniversitesi),
İnci Dirim (Viyana Üniversitesi),
Marion Döll (Viyana Üniversitesi),
Magdalena Knappik (Viyana Üniversitesi),
Paul Mecheril (Oldenburg Üniversitesi),
Claus Melter (Esslingen Yüksek Okulu),
Elisabeth Romaner (Innsbruck Üniversitesi),
Birgit Springsits (Viyana Üniversitesi),
Nadja Thoma (Viyana Üniversitesi),
Oscar Thomas-Olalde (Innsbruck Üniversitesi)
|
|
|
|