|
10. Sayı / Ocak-Şubat 2010 |
Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
Yayın Sorumlusu (ViSdP): Engin Kunter
diegaste@yahoo.com
|
Göç, Asimilasyon ve Getto
Hıdır Eren ÇELİK
Siyasal zirvelerle (“İslam Zirvesi”, “Entegrasyon Zirvesi” vb.) sorun kamuoyu gündemine taşınsa bile, sorunların çözümü için yerel düzeylerde, şehirlerde pratik adımlar atılmazsa sorunlar çözümlenemez. Kültürlerin ve bireylerin birarada yaşadığı şehirlerde birarada yaşamayı hedefleyen ve sorunların çözümüne bütün bir toplumun eşit ve katılımcılığını hedefleyen projeler üretilerek katkı sağlanabilir.
Federal Almanya Cumhuriyeti’nin 60´lı yıllarda başlayan ve o dönemde politik anlamda daha adı konmamış olan “göç politikası”, bu ülkeye gelen ve yaşamaya başlayan göçmenlerin Alman toplumuna eşit haklar temelinde entegrasyonunu hedef almıyordu. Göçmenlere politik anlamda “geçici işgücü” gözüyle bakıldığından entegrasyon ve buna yönelik uygulanan politikalarda “geriye dönüşü” temel alan rotasyon politikasına endekslenmişti.
80’li yıllara gelindiğinde göçmenlerin, özellikle de Türkiye kökenli göçmenlerin büyük bir çoğunluğu için geriye dönüş yolu, göçün beraberinde getirdiği bir çok sosyal, ekonomik ve siyasi faktör sebebiyle bir anlamda fiilen kapanmıştı. Ancak Federal Almanya’nın geriye dönüş politikası sistemli bir şekilde sürmeye devam etmekteydi. 1982 yılında Helmut Kohl’un başbakanlığın da ki CDU/CSU-FDP koalisyon hükümeti “geriye dönüş primi” (Rückkehrpremie) adı altında yeni bir girişime imza attı. Geriye dönüş primi olarak adlandırılan bu insiyatif, çalışan her göçmenin işini bırakması ve kesin olarak geriye dönüşü halinde 10.500 Alman markına iştikal eden bir tutardan yararlanmasını sağlıyordu.
Almanya’da 80´li yıllarda artmaya başlayan işsizlik, yoğunlaşan yabancı düşmanlığı ve diğer bir çok sosyal, siyasal ve ekonomik faktör, Almanya genlinde de bazı Türkiye kökenli göçmenin bu bahsedilen prim miktarını alarak geriye kesin dönüşünü olası hale getirdi. 1970’li yıllarda maden ve kömür yataklarının yoğun olduğu Ruhr bölgesi Almanya’nın en çok göç alan bölgesiyken, 80’li yıllarda patlak veren çelik ve kömür krizi, özellikle bu bölgeden bir çok göçmenin bu primden yararlanarak geriye kesin dönüşlerini gerçekleşmesini sağlamıştır. Almanya genelinde 1980 ile 84 yılları arasında Türkiye’ye 400 bine yakın göçmen kesin dönüş yapmıştır.
80’li yıllarda sadece Almanya’da değil, Türkiye’de de yaşanan siyasal, sosyal ve ekonomik sorunların toplumsal krize dönüşmesi, Türkiye’den Almanya’ya doğru yeni bir göç dalgasının doğmasına sebep olmuştur. Bu sırada geriye dönmeyen ve Almanya’da kalan göçmenler ise, aile birleşimi olanağından yararlanarak, Türkiye’de ki aile bireylerini Almanya’ya aldırmaya başlamışlardır.
1980 ile 1985 yılları arasında okul çağında ve okul çağını Türkiye’de tamamlamış onbinlerce çocuk aile birleşimi ile Almanya’ya getirilmiştir. Bu dönemde buraya getirilen bu jenerasyonun önemli bir bölümü, sistemli bir entegrasyon politikasının olmaması ve Alman eğitim sisteminin dışında tutulmaları sebebiyle herhangi bir mesleki eğitim almadan, kalifiyesiz eleman olarak iş hayatına atılmak zorunda bırakıldılar. Almanya göç tarihinde yaşanan bu önemli olay Alman toplum ve politik hayatını bugün de derinden etkileyen önemli bir faktördür. Çünkü bu gün Almanya’da Türkiye kökenli göçmenler arasında bulunan işsizlerinin önemli bölümünü 30 yıl önce buraya getirtilerek, meslek eğitimi almaktan mahrum bırakılan, toplumsal yaşama entegre edilemeyen 80’li yılların göç dalgasının çocukları oluşturmaktadır.
Aynı dönemde aile birleşiminin yanı sıra Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte yoğun bir şekilde yaşanan tutuklanmalar ve politik soruşturmalar Türkiye’den Avrupa’ya siyasal mülteci akınına yol açtı. 1980 sonrası Türkiye’den Avrupa’ya ve özellikle de Federal Almanya’ya 500 bine yakın kişinin siyasal iltica talebinde bulunduğu tahmin edilmektedir. Siyasal mülteci olarak Almanya’ya gelenlerin ezici çoğunluğunu Kürtler oluşturmaktadır. Şu anda Federal Almanya’ da 2,8 Milyona yakın Türkiye kökenli (Türk, Kürt ve diğer azınlıklar) göçmen yaşamaktadır.
Bu dönemde Federal hükümetlerin “göç ve entegrasyon politikası” toplumda yaşayan göçmen oranının artmasına rağmen halen “göçmen ülkesi” olma gerçeğini reddetmek temeline dayandırılıyordu. Toplumsal ve sosyal gelişmelere ve sunulan birçok bilimsel verilere rağmen Federal Almanya’nın “göçmen ülkesi” realitesini kabul etmeme politikası 2005 yıllına kadar sürdü. 2005 yılında Federal Parlamento’da grupları bulunan tüm partilerin ortak bir zeminde anlaştıkları “göç ve göçmen yasası” çıkarılıncaya kadar da devam etti.
Bu yasayla birlikte Almanya’da yaşayan göçmenlerin eşit haklar temelinde topluma entegre edilmesi hedefleniyor olsa da ne yazık ki uygulamada henüz başarılı bir sonuç alınmış değildir. Göçmenlerin bir çok alanda karşı karşıya bulundukları sorunlar, ki bunda çocukların ve özellikle de Türkiye kökenli göçmen çocuklarının eğitim ve meslek sorunları başta gelmektedir, henüz kalıcı bir çözüme ulaşılamamıştır.
Uygulanan göç politikasında, özellikle Türkiye kökenli göçmenlere karşı çifte bir standart uygulandığı gözden kaçmayan önemli bir detaydır. Örneğin Almanya birçok ülkeyle yaptığı uluslararası antlaşmalarda çifte vatandaşlık uygulamasını kabul ederken,Türkiye kökenli göçmenleri bu uygulama dışında tutmaktadır. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin vatandaşları yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkına sahipken, en büyük göçmen kitlesini oluşturan Türk ve Kürt kökenli göçmenler demokrasinin en temel hakkı olan seçme ve seçilme hakkından mahrum bırakılmaktadır.
Bu ve benzeri uygulamaların yanı sıra, özellikle de son yıllarda artan ırkçılık ve toplumsal dışlama,Türkiye kökenli göçmenleri ne yazık ki her geçen gün giderek daha yoğun bir biçimde siyasal İslam’a yöneltmektedir. Müslüman kökenli Göçmenlerin hiçte küçümsenmeyen bir kısmı çözümü islami cemaatlerde örgütlenmekte görmektedirler. Toplumsal dıştalanma en çokta siyasal islamın işine yaramaktadır. Örgütlü siyasal İslam’ın müslüman göçmenler üzerindeki etkisi her geçen gün artmaktadır. Müslüman ülkelerden gelen göçmenler son yıllarda giderek kendi Getto’larını yaratıp kendilerini yerli toplumdan soyutlamaktadırlar. Bir yandan kendilerini kendi yarattıkları ‘müslüman dünyasına’ hapsetmeye çalışırken, diğer yandan da kendilerini Alman toplumunun bir parçası olarak görmeleri –kendi içinde bir çelişki taşısa da– beraberinde yeni toplumsal sorunları getirterek günlük yaşamda yeni çatışmalara yol açmaktadır. Hemen hemen her şehirde giderek artan minareli camii yapımı genel anlamda toplumu germekte ve Alman kökenli ırkçı grupların müslüman kökenli göçmenlere karşı düzenledikleri eylem ve kampanyalarla yabancı düşmanlığı yapmalarına siyasal zemin yaratmaktadır.
Müslüman Göçmenler anayasal demokratik çok kültürlü bir toplumda dini ibadetlerini yerine getirmeleri için camiilerini yapmak hakkına sahiptirler. Fakat bu hakkın siyasal suistimaline karşı gelinmesi de her kişinin vatandaşlık görevi olmalıdır. Çokkültürlü toplumlarda birlikte yaşam ancak günlük yaşamın her alanında bir arada yaşamaktan geçer. Giderek artan gettolaşma, “müslüman mahalleleri” yaratarak göçmen toplumunu belirli bölgelerde biraraya “hapsederek” siyasal etkinlik kurmak örgütlü islamın hedeflerinden biridir. Çünkü gettolarda siyasal hakimiyet kurmak hem daha kolay, hem de yaratılan mahalle baskısı sonucu göçmen bireylerini daha rahat kontrol etmek mümkündür. Bundan dolayıdır ki bugün bir çok örgütlü islami grup kendi “müslüman mahallesini” yaratmak için aktif olarak çalışmaktadır. Bu tür faaliyetler her ne kadar ‘din özgürlüğü’ adı altında yapılmış olsa da, sonuçta toplumu bölmekten, kendini halktan soyutlamaktan başka bir sonuç yaratmaz. Bölünmüş ve gettolara ayrıştırılmış bir toplumda sosyal barışı sağlamak, ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı mücadele etmekte zorlaşır. Toplumu ayrıştırmaya çalışan siyasal grupların bir tek ortak hedefi var –gerek siyasal dini gruplar olsun, gerekse milliyetçi ırkçı gruplar olsun– , oda toplumu bölerek kendilerinin siyasal yaşamlarına zemin yaratmaktır. Elbette bu tür grupların başarılı olmalarında bugüne kadar sürdürülen göç politikasının da payı küçümsenemez . Federal Almanya’nın göçmenleri topluma eşit ve katılımcı entegrasyonu yerine dıştalayıcı ve asimilasyoncu politikası bir yandan islamci siyasal örgütlerin güçlenmesini, diğer yandan da ırkçı milliyetçi Alman gruplarının güçlenmesini sağladı.
Bugün, gerek Federal parlamentoda olsun ve gerekse eyalet ve yerel parlamentolarında olsun müslüman kökenli Göçmenlerin topluma Entegrasyonu islamı cemaatlere havale edilerek sorun çözülmeye çalışılmaktadır. Entegrasyon sosyal ve toplumsal bir sorun olmasına rağmen ‘Din’ e endekslenerek çözüm bulunmak isteniyor. Bununla aslında sorun islami cemaatlere bırakılarak siyasi sorumluluktan kaçınılmaktadır. Amaç ilerde politik başarısızlıklarına gerekçe olarak yeni “suçlu” bulabilmektir.
Dini cemaatlerin ve örgütlü siyasal islamın burdaki göçmenlerin topluma eşit ve özgür katılımcılığını hedefleyen bir programları yoktur. Bu grupların çoğunluğunun tek hedefi, dini cemaatlerde rahatça propaganda ve faaliyet ortamının sağlanması ve kendilerinin istedikleri biçimde “özgürce” müslüman kökenli göçmenleri kurdukları paravan şirketler aracılığıyla sömürmelerine kolaylık getirilmesidir. Elbette müslüman kökenli göçmenlerin her türlü dini görevlerini yerine getirmeleri için her türlü kolaylık –camilerin inşaası da dahil– sağlanmalıdır. Ama bu toplumsal sorunların siyasal dinci örgütlerin aracılığıyla çözmeye çalışmak, sorunları çözmekten kaçınmak demektir.
Toplumsal entegrasyon, ancak toplumun tüm kesimlerini kapsarsa ve toplumsal güçlerin tümünü harekete geçirirse başarılı olabilir. Siyasal zirvelerle (“İslam Zirvesi”, “Entegrasyon Zirvesi” vb.) sorun kamuoyu gündemine taşınsa bile, sorunların çözümü için yerel düzeylerde, şehirlerde pratik adımlar atılmazsa sorunlar çözümlenemez. Kültürlerin ve bireylerin birarada yaşadığı şehirlerde birarada yaşamayı hedefleyen ve sorunların çözümüne bütün bir toplumun eşit ve katılımcılığını hedefleyen projeler üretilerek katkı sağlanabilir.
Çokkültürlü bir toplumda demokrasinin en temel taşlarından biri din ve ibadet özgürlüğüdür. Demokrasinin sağlıklı ve her türlü dışlayıcı politik etkenden kurtulması ancak birarada yaşayan farklı kültürlerin barış içerisinde kurdukları diyalog ile sağlanır. Siyasal dini örgütlenmeler toplumu germekten başka bir işe yaramaz. Bireyler ve sivil toplum örgütleri her türlü dışlayıcı uygulamalara karşı duyarlılıklarını göstererek, müslüman kökenli göçmenleri bir arada yaşamayı ve toplumsal sorunların birlikte çözümünü temel alan örgütlenmelere kazanmalıdırlar.
Not: Yazarın bu konuya ilişkin bir araştırması geçtiğimiz aylarda kitap olarak Almanca yayınlandı.
Hıdır Çelik, Einwanderung zwischen Assimilation und Ghetto. Arbeitsmigration aus der Türkei in die Bundesrepublik Deutschland. Bonn, Freepen Verlag 2009
|
|
|