|
10. Sayı / Ocak-Şubat 2010 |
Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
Yayın Sorumlusu (ViSdP): Engin Kunter
diegaste@yahoo.com
|
Gülcan’ın Şansı
Gülcan im Glück
Prof. Dr. Hans-Peter Schmidtke
Carl von Ossietzky Üniversitesi, Oldenburg
Önceleri adı “öğrenim desteği için okul”du, ardından “sonderschule”, sonra “öğrenim engelliler okulu”, bugün “öğrenimi destekleme odaklı förderschule”. Her yeni adla birlikte bu okul türünün çocuklara vurduğu olumsuz damganın başka bir renkle boyanması söz konusudur, ama bu elbette damganın özünü değiştirmemiştir. Aptalca bir şey!
Bir kimse, eğer bir olaydan yola çıkarak bir şeyleri açığa kavuşturmak istiyorsa, en azından yazar açısından kesindir ki, burada öyküsü anlatılmaya değer bir olgu veya şahıs söz konusudur. Bir yerinde özel ya da heyecanlı bir şeyler saklı olmalı. Bir olay betimlenirken onun yazıya aktarılış biçiminde, daha başlangıçta, tüm açıklamaların yalnızca bu somut olay için geçerli olduğu kesinlikle açıktır. Bu açıklamalar genelleştirilemez, çünkü koşullar özeldir. Ve yine de böyle bir öykü öylesine ilginç noktalar içermelidir ki, belki de okur için yeni izlenimleri, yeni davranış olanaklarını, düşünmeyi ya da sevinci ve yabancı bir yazgıya katılımı mümkün kılabilmelidir.
Açımlamalarımda Gülcan’ı tanıtmak istiyorum, bir Alman kızı, ama adından da anlaşılacağı gibi göç kökenli bir kız ve o şu an artık genç bir kadın. Göçmen kökenli olmak öyle bir kavram ki, birçok kişi için bir sendrom niteliği taşımakta, ama en azından, bir çocuk Almanya’da doğmuş olsa dahi, bir risk faktörü ifade ettiği izlenimini bırakmakta. Gülcan’ın ailesi yıllar önce Alman vatandaşlığına geçmişti. Kendisinin bununla hiçbir sorunu yoktu, neden olsun ki? Kendi öyküsünü zaten değiştiremezdi ve ebeveynlerini oldukları gibi çok iyi buluyordu. Ne de olsa onları çocukluktan beri tanıyordu. Nasıl ki onlar tarafından değer görmüş ve sevilmişse, kendisi de onlara değer vermeyi ve onları sevmeyi öğrenmişti. Onlara karşı nasıl bir tutum takınacağını biliyordu.
Ben, bu genç kadını ilk kez Oldenburg Üniversitesi’nde verdiğim seminerlerimden birinde farkettim. Aslında o sözü edilen, dünya geneline bakıldığında pek de özel olmayan, hatta yakından bakıldığında Alman toplumunun büyük bir bölümü ve kendilerini Alman öncü kültürünün prototipleri olarak görenler için de özel olmayan göç kökeni ve buna sahip çocukların eğitim durumu bu seminerde işlenmekteydi. Dersin nesnesi üç bölümlü okul sisteminin dördüncü sütunuydu, förderschuleler. Önceleri adı “öğrenim desteği için okul”du, ardından “sonderschule”, sonra “öğrenim engelliler okulu”, bugün “öğrenimi destekleme odaklı förderschule”. Her yeni adla birlikte bu okul türünün çocuklara vurduğu olumsuz damganın başka bir renkle boyanması söz konusudur, ama bu elbette damganın özünü değiştirmemiştir. Aptalca bir şey!
Bu dersin kendisine özel olarak hitap ettiğini Gülcan duyumsamış olmalı. Bu bana tuhaf gelmedi, çünkü tam da Türk kökenli göçmen çocukları şu an bu okul türünde ortalamanın üstünde bir düzeyde yer alıyor, Gülcan kendisi de üniversiteli arkadaşlarının gözünde bir “Türk”tü. Biz derste, Almanca bilgisinin, tüm kararlara göre, bir çocuğun özel eğitim gereksinimini tespit etmek ve förderschuleye sevk edilmesi yönünde bir işlem başlatmak için kriter olamayacağı hakkında konuşuyorduk. Ama bu çocukların förderschulelerdeki yüksek oranının nedeni neydi? Eğer biz öğretmenlerin, bunu bir kez iddia etmiş olalım, tüm çocuklarla gerçekten ilgilendiklerinden ve kimseyi ihmal etmediklerinden yola çıkarsak ve tespit için işlemler gerçek anlamda iyi ve işe yarar ise, öyleyse, bir teoriye göre, sadece, birkaç kuşak geride kalmış olsa dahi belki de göçün kendisinin “göç kökenli çocuklar” diye adlandırılanların okul başarımlarını olumsuz etkilediği genel tespiti geriye kalmaktadır. Türk göçmen çocuklarının salt Alman olan çocuklardan düpedüz daha az zeki oldukları savı ise hiç kimse tarafından, şakadan da olsa savunulmamıştır.
Ve o an Gülcan öyküsüne başladı. Denildiği gibi, bu çok özel koşullara sahip somut bir olaydır; uyarlanamaz, genel geçer değildir, ama o yine de düşündürebilir. Gülcan ilkokul yıllarını çok iyi anımsıyordu: O zamanlar sınıfta başarı düzeyi düşük öğrencilerdendi, çok az arkadaşı vardı ve nerede bir tartışma olsa her zaman onun içinde yer alırdı. Okul, Gülcan için bir kabustu, kendini iyi hissedebileceği ve coşkuyla öğrenebileceği bir kurum değildi. Aslında evde bütün sınavlara çalışıyordu, ama yine de başarısızdı. Öğrenmeye devam etmek için bu durum onu motive etmiyordu. Böylece Gülcan için ve sadece göç kökenli değil, bir çok çocuk için okuldaki düşüş başlamıştır ve başlamaktadır. Sonunda, en azından bazılarında eksikliğin o denli ağır olduğu görülmektedir ki, normal araçlarla ve salt destekleyici ek derslerle bunlar ortadan kaldırılamamakta. Okuldaki sorunların kaynağının öncelikle okulda değil, tersine çocukta aranması gerektiğinden emin olmak için öğretmenler, çocukların förderschuleye kaydı yönünde işlemleri başlatmaya azmettirilmekte. Ardından ebeveynlerin bu durum hakkında bilgilendirilmesi gerekiyor.
Neticede Gülcan’a da böyle oldu. Bir förderschule –düşünceye göre– özel eğitilmiş, daha iyi maaş alan öğretmenlerin küçük sınıflarda, yoğun olarak bireye odaklı derslerde ve eğitimin süreceği okullardaki ders konularına onları yakınlaştırabilmek için ve mümkün olduğunda tekrar normal okula (hauptschule) hazırlamak amacıyla her öğrenciye planlı ilgi gösteren bir okul türüdür. Bilindiği üzere bu çok istisna durumlarda başarılı olmakta. Ama Gülcan’da durum farklıydı. Gülcan’ın babası, kızının förderschuleye “ihraç” edileceğini öğrendiğinde, o bunu böyle ifade ediyordu, öğretmenle ve müdürle hesap sormak için hemen okula gitmiş. Görüşme, genel hatlarıyla, babanın okula karşı ciddi suçlamalarda bulunduğu tek taraflı bir nitelikteydi, kendi kızı engelli değilmiş, kendi kızı hayır! O yalnızca derste yeterince desteklenmemiş ve yaşamının ayırdedici özellikleri ve ikidilliliği dikkate alınmamıştı. Bazı Alman öğretmenler “Türk ebeveynler ne bilir ki!?” diyebilir. Bu babanın förderschulenin “kalitesine” ve buna bağlı olarak kızı için yapacağı “iyiliğe” açıkça doğru anlam veremediği görülmekte. O yalnızca sevk için işlemlerin başlatılmamasını ve çocuğunun förderschuleye sevk edilmemesini sağlamıştı. Hatta bunun ardından çocuğa sınıf atlattırılmış (bir kaçı babayla sorun yaşamak istemediklerini, diğerleri, huzursuzluk yaratan bu çocuğa bir yıl daha katlanmak istemedilerini belirtmişler) ve o böylece, bir kez dahi sınıfta kalmadan hauptschuleye geçmiş. Elbette förderschule için öngörülen bir öğrencinin sonunda lise için önerilmesi beklenemezdi. Bu baba için de açıktı.
Burada özel bir durum bulunduğu bir kez daha vurgulanmış olsun. Yine de ebeveynlerin, çocuklarının okul meseleleriyle ilgilendiklerini ve okulun aldığı kararları eleştirel biçimde sorguladıklarını gören öğretmenlerin sevk işlemlerinin başlatılmasına yanaşmadıkları ve çocukları daha iyi değerlendirme eğilimini daha sık gösterdikleri bilimsel araştırmalardan bilinmekte.
Gülcan’nın başarımı hauptschulede de düzelme yönünde çok şey vaat etmiyordu. İyi notlardan çok uzaktı, ama ebeveynleri öğretmenlerle irtibata geçmeye çalıştılar. “Türk ebeveynlerin, en azından kız çocuklarının çıraklık eğitimini önemsemedikleri” önyargısının düpedüz yanlış olduğunu gösterdiler. Bir süre sonra, özellikle İngilizce dersi veren sınıf öğretmeni, ebeveynlerle görüştükten ve bir ev ziyaretinden sonra, Gülcan’a, yabancı dile ilgisini uyandırabilecek tarzda ulaşabildi. O, zaman içinde bu derste notunu ikiye yükseltti ve ilk defa, önceleri eksikliğini duyduğu takdiri gördü. Bu öğretmen Gülcan’ın salt ikidilliliğinde, Türkçe ve Almancasında mevcut dilsel potansiyelini kavradı ve yabancı dil dersinde kullanmayı bildi.
İngilizcede aldığı “2” diğer derslerde anında bir etkiye yol açmadı. “Başarısız” öğrenciden sınıf birincisi olmadı, ama öğretmenler kurulunda, zamanında ilkokulun tahmin ettiği şekliyle genel bir öğrenim sorunu, diğer bir ifadeyle uzun bir süre boyunca öğrenimde ağır, kapsamlı bir başarısızlığın gerçek anlamda varolup olmadığı düşünülmeye başlandı. Bu etmenlerin förderschuleye sevk için kanıtlanması gerekiyordu.
Gülcan hauptschuleyi yeterlikle (Qualifikation) tamamladı. Meslek eğitimini kuaför olarak yaptı, ama bu onu tatmin etmedi. Bu yüzden meslek okulunda bulunan meslek lisesinde (Fachgymnasium) lise diplomasını almaya çalıştı. Gülcan burada tamamen açıldı ve gerçek potansiyeli gün ışığına çıktı. Bir süre sonra başarımı tüm derslerde sınıf ortalamasının üzerinde bulunuyordu. Öğretmenlerin çoğu “geç açılanların tipik bir örneği” dediler. Bu olgu, bir çocuğun erken bir dönemde henüz hazır olmadığı anlamı taşıyor. O, birgün, çocukların gelişiminde bazen gözlemlenebildiği gibi bir sıçrama yapabiliyor. Bir çocuğun yeteneklerinin gelişimi açısından böyle bir karşılaştırma sorunludur. Gülcan’ın başarısızlığı okulun ilk yıllarında olgunlaşmamış olmasıyla gerekçelendirilemez, o, tersine, ilkokul öğretmeninin ciddi çabalarına rağmen çocuğa uygun bir biçimde ulaşamaması ve destekleyememesinde yatmaktadır. Çocuğun başarımdaki gerçek yeteneği olgunlaşma sürecinin akabinde değil, tersine bir öğretmenin, onun özel gereksinmelerine odaklandıktan, yeteneklerinin farkına vardıktan ve uygun biçimde teşvik ettikten sonra açığa çıkmıştır. Okul sisteminin yapısal yetersizliği, örneğin salt büyük sınıfların ve eğitimin devam edeceği üç okul türü için verilmesi gereken tavsiyelerin ilkokul öğretmenleri üzerinde yarattığı yoğun baskı, olgunlaşmamışlık, yeteneklerdeki eksiklik ya da çocukların ve ya ebeveynlerin uygunsuz davranışlarıyla kolaylıkla açıklanmaya çalışılmakta.
Gülcan sonunda o denli başarılı olmuştu ki, yüksek not derecesi ön gerektiren enterkültürel pedagoji branşında yüksek öğrenime kabul edildi. Elbette bu özel bölümde kendi öyküsünden katkı sunabileceği çok şey vardı. Ama bu olgu, onun ek kabiliyetinin kaynağı değildi. Gülcan, yüksek soyutlama düzeyinde eleştirel biçimde sorgulama, en zor metinleri tahlil etme, farklı temel teorik tutumlar arasındaki bağlantıları kavrama ve yaratıcı bir şekilde işleme ve yeni yapılara yönelik ilk oluşumları seçebilme düzeyine sahip bir öğrenci durumuna geldi. Bölümdeki tüm sınavları en iyi dereceyle bitirdi, diploma tezinde ve akabinde sözlü bitirme sınavında aynı notla derecelendirildi. Henüz son sınavını tamamlamadan önce, toplumsal bir organizasyonda, ücreti uygun bir yönetim konumunu garantilemişti. Şans ki, engellenmiş bir “fördeschule öğrencisi”nden, bölümümüzün en başarılı öğrencilerinden biri olup çıktı.
Biz Gülcan’ın Alman eğitim sistemine topyekün güvenen bir babası olduğunu düşünelim. Gülcan tahminen förderschuleyi boylamış olacaktı. Bazen ilkokul öğretmenleri, salt fikir edinme amacıyla öğrenciler için sevk işlemlerini başlatıyorlar ve gerçekten sevk edilmeleri önerildiğinde tamamen şaşırıyorlar. Aynı zamanda işlemlerde, öğretmenin izlenimlerinin aksine aynı okulda kalması önerilebilmekte, elbette bu durumda çocuğun otomatik olarak daha iyi desteklenip desteklenmeyeceği kesin değildir. Ve başarıdaki eksiklik sonuçta aynı olabilir.
Bir förderschule eğitiminin tamamlandığını ya da terkedildiğini gösteren bir karne tarafından damgalanmışlık ve bununla birleşen ikinci bir damgalanma durumu, “göç kökenlilik”, derin bir düşüşü ifade etmekte. Hauptschule öğrencileri dahi hemen hemen hiç iş bulamamakta, çıraklık eğitimi olanağından ise, söz etmeye bile gerek yok. Eski förderschule öğrencilerinin kesin olarak hiç şansı yok. Dolayısıyla düş kırıklığının bir sonucu olarak, mevcut yetenekleriyle bir dizi öğrenci okul sistemi tarafından gördükleri ayırımcılığın farkına varabilir ve bunu aynı zamanda, toplumun, birer “yabancı” (Ausländer) olarak kendilerine karşı haksızlığı biçiminde algılayabilir. Bu da onların ortak toplumumuzun refahına, gelişimine ve ortak kültürümüze coşku içinde katkı sunmalarına pek de yardımcı olmayacak, tersine, daha çok, kendilerine, öz güçlerine ilişkin yalanlar anlatan köktenci (fundamentalist) modellerin peşinde koşacaklardır.
Elbette Gülcan’ın durumu bir istisnadır. Ne “Alman” çocuklarının ne de hangi nedenle olursa olsun, okula kötü bir başlangıç yapan göç kökenli çocukların tamamı sonunda yüksek öğrenimin yolunu tutamayacaklardır, ama yine de şu soru sorulabilir: “Öncelikle herşeyi sorgulayan ve öğretmenlerin kararlarına gözü kapalı inanmayan ebeveynlere sahip olmadıkları için, acaba förderschulelelerimizde ve hauptschulelerimizde kalmış bir dizi öğrenci bulunmakta mıdır?” Bu yılın Nisan ayında Engelli Hakları Bildirgesinin yürürlüğe girmesiyle, Alman mahkemelerinde förderschuleye gönderilmeye karşı itirazlarla hakkını alabilme imkanı artmıştır. Çünkü bu bildirgede tüm çocukların okula birlikte başlama hakkı, içselleme de (Inklusion) bir insan hakkı olarak belirginleşmektedir. Bu konu ise henüz yenidir.
|
|
|