II. Dünya savaşı sonrasında, Almanya işgücü açığını yabancı işçi ile kapatmaya karar vermesi sonunda önce İtalya 1955, sonra İspanya 1960 ve Yunanistan 1960 ile işgücü anlaşmaları yapmıştır. Buna rağmen işgücü açığı kapatılamamıştır. Arkasından Türkiye (1961), Fas (1963), Portekiz (1964), Tunus (1965) ve Yugoslavya (1968) ile anlaşmalar yapılmıştır.1 Türkiye ile Almanya arasında 30 Ekim 1961 tarihinde imzalanan işgücü alımına ilişkin anlaşmada, diğer ülkeler gibi teklifi yapan Türkiye olmuştur. Türkiye’deki 27 Mayıs 1960 askeri darbe sonrası kurulan askeri hükümet, ülkeyi modernleştirme politikası kapsamında “ihtiyaç fazlası” işgücünü süreli olarak yurtdışına göndererek, bir yandan iş piyasasının yükünü hafifletmeyi, diğer taraftan acilen gereksinim duyulan dövizin Türkiye’ye aktarılmasını ve ileride yurda kesin dönüş yapacak kalifiye elemanların getirecekleri deneyim ve teknik bilgi birikimiyle ülkenin çağdaş ekonomik gelişimini teşvik amacını gütmektedir. Türkiye yoğun işsizliğin önünü kesmek ve birkaç yıldır zaten Alman işverenler tarafından başlatılmış olan işgücü alımını, yasal düzenlemelerle bir sisteme bağlamak istiyordu. Türkiye’nin teklifi karşısında Almanya oldukça çekingen davranmıştır. Bu anlaşmanın yapılmasında Türkiye bütün kozlarını ortaya koymuştur. Anlaşmanın yapılmasında en önemli neden Türkiye’nin Nato üyeliği olmuştur. Berlin duvarının örülmesinin ve “Türk-Alman silah arkadaşlığının” bu sözleşmenin yapılmasında hiçbir rolü olmamıştır.2 İki ülke arasında yapılan bu sözleşmeden sonra 1964 yılında göçmen işçi sayısı yüz bini bulmuştur.3 30 Nisan 1964’te Türkiye ile Almanya arasında sosyal güvenlik anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma çerçevesinde yabancı işçiler sağlık bakımı, iş kazaları, sakatlık, ölüm hallerinde sosyal sigorta kapsamına alınarak, doğum ve çocuk yardımı, işsizlik ve emeklilik hakları tanınmıştır.4 Artan işsizlik, ekonomik bunalım ve petrol krizinin de etkisiyle 1973 yılının sonunda Alman Devleti yabancı işçi alımını durdurmuştur. Ülkede bulunan yabancı işçilerin çalışması engellenmemiş, fakat geri dönmeleri için öğütlenmiştir. Buna rağmen Türk göçmen işçilerinin sayısı aile birleşmeleri ile sürekli artmıştır. 1973-74’te tüm Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan Türk işçi sayısı 711.302 iken bu nüfus eş ve çocukların gelmesiyle 1.765.788’e çıkmıştır.5 Almanya yeni göç hareketlerini durdurmak için radikal önlemler alarak, 1980 yılında Türklere yönelik vize alma zorunluluğu çıkartır. Aile birleşiminde yaş sınırı 16’ya indirilir. İltica edenlere çalışma izni verilmez.6 28 Kasım 1983’te geriye dönüş teşvik yasası çıkartılır. Buna göre 31 Ekim 1983 ile 30 Haziran 1984 tarihleri arasında Türkiye’ye dönen işçilere 10.500 DM ve çocuk başı 1.500 DM tutarında bir para yardımı yapılacaktır. Ayrıca çalıştıkları süre boyunca ödedikleri emeklilik kesintilerini iki yıl beklemeden geri alacaklardır. Bu tarihler arasında 211.000 kişi geri dönmüştür, fakat 14.000 kişi yasadan yararlanarak 10.500 DM’ı almıştır. Sayılarının her yıl artmasına rağmen, teşvik yasasından dolayı ilk defa 1983’te Türklerin sayısında bir azalma görülmüştür.7 Bu çerçeve içinde geri dönen ailelerin çocuklarına Türkiye’ye uyum sağlamaları için destek verileceğine dair bir kültür anlaşması imzalanmıştır (1984).8 Türk işçiler 1990’lı yılların başında, otuz yılı aşan geçmişe rağmen hukuksal statülerini emniyet altına alma mücadelesini sürdürmek zorunda bulunmaktadırlar. Almanya’da 1 Ocak 1991’de yürürlüğe giren “Yabancılar Yasası”, genç kuşağın Alman vatandaşlığına geçişini kolaylaştırırken, uzayan işsizlik durumunda oturma hakkını kısıtlayan hükümler de getirmiştir.9 İki Almanya’nın birleşmesinden sonra yabancı düşmanlığı yaygınlaşmıştır. Bütün bu olumsuz koşullara rağmen Almanya’daki Türklerin sayısı azalmamıştır. Türkiye’den getirilen “ithal” damat ve gelinlerle göç halen devam etmektedir. Almanya’da yaşayan Türklerin sayısı 2 milyon 700 bini aşmıştır. Göçmen Türklerin artan nüfusunun büyüklüğü Almanya nüfusunun yaklaşık %3.2’si ile Almanlardan sonra en büyük gurubu oluşturmaktadır.10 Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve işsizlik sorunu devam ettiği sürece Almanya’ya göç, yasal ve yasal olmayan yollarla (Almanya’ya yasa dışı yollardan girmek, para karşılığı evlilik yaparak Almanya’ya gelmek, Türkiye’ye gelen turistlerle para karşılığı evlenerek vs.) devam edeceklerdir. Bunlar da edebiyata yansıyacak, romanlara, filmlere konu olmaya devam edecektir.
TÜRK EDEBİYAT VE
SİNEMASINDA
ALMANYA GÖÇÜ
Göç yazınları, Türk işçilerin Almanya’ya gelmesiyle o dönemde yaşananları yansıtmaktadır. Bu yazınların temel konuları; dışlanmışlık, vatan özlemi, uyum güçlükleri, ekonomik sorunlar, çevrelerine yabancılaşma ve kimlik arayışı olmuştur. W. Riemann, Nevzat Üstün, Bekir Yıldız ve Yüksel Pazarkaya’yı göçmen edebiyatına öncülük eden yazarlar olarak belirtmektedir.11 1965’de Nevzat Üstün (1924-1979) “Almanya Almanya”; 1966’da Sadık Fehmioğlu “Rüzgar Selami Almanya’da” ve Bekir Yıldız “Türkler Almanyada”; 1967’de Yüksel Pazarkaya Stutgart’ta “Ohne Bahnhof/Bekleyen Tren” adıyla yazdığı oyununu sahneledikten sonra, 1968’de şiir kitabı “Koca Sapmaları Biz Vardık” yayımlanmıştır. Sadık Fehmioğlu’nun “Yemen Nire Almanya Nire” 1969’da, Fahri Özcan’ın “Türk’ün Almanya Çilesi” 1970’de, Mehmet Çakan’ın “Almanya’da Yirmi Ay”ı 1972’de yayımlanmıştır. Yüksel Pazarkaya’nın 1974’de şiir kitabı “Aydınlık Kanayan Çiçek”, 1977’de “Oturma İzni” hikaye kitabını yayımlamıştır. Gülten Dayıoğlu, “Geride Kalanlar” ve Nevzat Üstün “Boğaların Ölümü” kitabını 1975’de yayımlamıştır. 1976’da Adalet Ağaoğlu “Fikrimin İnce Gülü” romanını, 1977’de Firüzan (Selçuk) “Yeni Konuklar”ı, 1980’de Bekir Yıldız beş röportajdan oluşan “Harran-Berlin”i, Aras Ören “Berlin Üçlemesi”ni, Fethi Savaşcı “İş Arkadaşları”nı, yayımlamıştır. Bunların dışında birçok tiyatro oyunları, röportajlar, türküler, radyo oyunları yazılmıştır. Örneğin: “Giden Tez Geri Dönmez. Göç türküleri” Macit Koper’in yazdığı ve Ayla Algan’la sahneye koyduğu tiyatro oyunu 1979/80, Vasıf Öngören’in üç bölümden oluşan “Almanya Defteri” 1971/72 oyununu; Nevzat Üstün’ün “Almanya Beyleri ile Portekiz’in Bahçeleri”, Mehmet Barlas’ın “Terkedilmişler”, Dursun Akçam’ın “Almanya’nın Zencileri”, Aziz Nesin’in “Almanya Almanya” röportajlarını sayabiliriz.12 1981’de Güney Dal’ın “Europastrasse 5”, Kemal Kurt’un “...weıl wır Türken sind”, Aras Ören’in “Bitte nii Polizei”, 1983’de “İch anders sprechen lernen”, 1984’de Fakir Baykurt’un “Nachtschicht”, 1985’de Osman Engin’in “Deutschling”, 1986’da Fethi Savaşcı’nın “Almanlar Bizi Sevmedi”, Şinasi Dikmen’in “Der andere Türke”, 1987’de Fethi Savaşcı’nın “München im Frühlingsregen” yayımlanmıştır. 90’lı yıllarda ise, Yüksel Pazarkaya’nın “Kemal und sein Widder” (1993), Bekir Yıldız’ın “Alman Ekmeği” (1997), Fakir Baykurt’un “Yüksek Fırınlar”, “Telli Yol” ve “Koca Ren” (1998), Osman Engin’in “Kanaken-Gandhi” (1998), Emine Sevgi Özdamar’ın “Die Brücke vom goldenen Horn” (1998) yayımlanmıştır. Bu yazınların konuları ilk zamanlarda çekilen zorluklar, uyum sorunu oluştururken, 80’li yıllarda vatan özlemi, gurbet dile getirilmiştir. 80’li yıllardan 90’lı yıllara konuların ağırlık noktası da değişmiştir; içinde yaşadığı toplumun çelişkileri, anadillerinin ve gerçek yurtlarının neresi olduğu, kimlik sorunları dile getirilmiştir.13 70-80’li yıllarda biz kimiz, neden buradayız gibi sorulara yanıt aranırken, 90’lı yılların sonuna doğru yazarların kendileri ön plana çıkmıştır, ben kimim, neden buradayım sorularına yanıt aranmıştır.14
Türkler’in Almanya’da yaşadıkları sorunlar filmlere konu olmaya başlamıştır. 1972 yılında yönetmenliğini Türkan Şoray’ın yaptığı “Dönüş”, 1974’de yönetmen Oksal Pekmezoğlu’nun yaptığı “Almanya’da Bir Türk Kızı”, Orhan Elmas’ın yönetmenligini yaptığı “El Kapısı” gibi.
1974 yılında yapılan Tunç Okan’ın “Otobüs”ü, birçok ödül almıştır. 1979’da yapılan “Almanya Acı Vatan” filminin yönetmenliğini Şerif Gören yapmıştır. Yücel Uçanoğlu’nun, “Gurbet” (1984), 1987’de “Fikrimin İnce Gülü” filme çekilmiştir. 1988 yılında “Yasemin” filmini Alman Televizyonu ZDF yapmıştır. 1990 yılında çekilen film ise “Umuda Yolculuk”, 1991’de “en iyi yabancı film” Oscar’ını aldı. 1991’de “Kadersiz Doğmuşum”, 1992’de Sinan Çetin’in “Berlin in Berlin”i, İsmet Elçi’nin, “Cemile ve Umudun Masalı” (1996), 2003’de Yüksel Yavuz’ un, “Küçük Özgürlük” ve 2004’de Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” filmleri yapıldı.
Göç üzerine yapılan filmlere, yapılış tarihi ve konularına baktığımızda göçün tarihinde katettiği aşamalarla büyük bir paralellik sunduğu görülmektedir.
Dipnotlar:
1 Eine Geschichte der Einwanderung, DoMiT, Klarteit-Verlag Essen 1998, s.46
2 Eine Geschichte der Einwanderung, DoMiT, Klarteit-Verlag Essen 1998, s.93-123
3 Tuna Orhan, Türkiye’den F. Al-manya’ya İşgücü Akımı ve Meseleleri, İstanbul 1966, s.46
4 Nermin Abadan-Unat, Bitmeyen Göç, Bilgi Üniversitesi Yay.İst. 2002 s. 42
5 Nermin Abadan-Unat, Bitmeyen Göç, Bilgi Üniversitesi Yay.İst. 2002 s. 47
6 Karakuş Mahmut/Kuruyazıcı, Nilüfer: Gurbeti Vatan Edenler, Ankara, 2001, bkz.: Kaya, Ayhan: Berlin’deki Küçük İstanbul, İstanbul 200, s.59.
7 Şen Faruk, Türkiye’den Avrupa Toplulumu’na Göç Hareketleri, Önel yay. 1993, s.41
8 Karakuş Mahmut/Kuruyazıcı, Nilüfer: Gurbeti Vatan Edenler, Ankara, 2001, bkz.: Kaya, Ayhan: Berlin’deki Küçük İstanbul, İstanbul 200, s.59.
9 Nermin Abadan-Unat, Bitmeyen Göç, Bilgi Üniversitesi Yay.İst. 2002 s. 59
10 Haftalik Posta Gazetesi, 5 Mayıs 2004
11 Wolfgang Riemann, Das Deutschlandbild in der modernen türkischen Literatur, Wiesbaden 1983, s.41
12 Wolfgang Riemann, Das Deutschlandbild in der modernen türkischen Literatur, Wiesbaden 1983, s.41-47
13 Karakuş, Mahmut/Kuruyazıcı, Nilüfer: Gurbeti vatan edenler: Almanca yazan Almanyalı Türkler..Ankara, 2001, s.40.
14 Carmine Chiellino (Hg.): Interkulturelle Literatur in Deutschland. Metzler Verlag, Stutgart und Weimar 2000 bkz: Sargut Şölçün, Literatur der Türkischen Minderheit, s.135-153
|