Bakış açısı kitle kültürünü (Breitenkultur) kapsayacak şekilde genişliyor. Bu kitle kültürü, kültür politikaları açısından daha çok kıyıda köşede kalan ve kamusal kültür desteği alınmadığı halde oluşan, göç araştırmalarının gün ışığına çıkardığı bir görüngüdür.
Eğer iki kadın bakan katılımlarıyla üniversitede gerçekleşen bir sempozyumu onurlandırıyorsa, burada sıradışı bir durum olmalı. Sempozyumda temsil edilen uzmanlık alanları ise neyin önemli olduğunu çıkarsamayı sağlıyor: Kültür ve entegrasyon, bilim tarafından ele alınan ve Almanya’da İlk Kültürlerarası Barometre Projesi’yle örneği gösterilen iki çalışma alanı.
İnceleme, Kültür Araştırmaları Merkezi’nde hazırlandı, Hildesheim Üniversitesi Kültür Politikaları Enstitüsü de incelemeye akademik olarak eşlik ediyor. Konu, yorumla, değerlendirmeyle ve söylemle, kültür hüzmetleri ve kültür politikalarıyla ilgili. Aşağı Saksonya’nın küçük bir yüksekokulu olan Hildesheim’ın araştırma profiline de uyuyor: Hildesheim’de kültür bilimler sanata odaklı, kültür yönetimi ve kültürel eğitim öğretiliyor ve dışa dönük kültür politikaları araştırılıyor. Bu bağlamda, Nisan’ın ilk günlerinde gerçekleştirilen bir sempozyumda, kültürel katılım, sanatsal ilgi ve kültür poltikalarının bakış açısı konuları tartışıldı.
Kültürlerarası Barometre’nin amacı, göçün etkilediği bir toplumun kültürel ve sanatsal süreçlerini ve de göç geçmişine sahip ya da sahip olmayan insanların, özellikle göç etmeni göz önünde bulundurularak, kültürel katılımı ve kimliği hakkında ilk kez güvenilir rakamlar sunmaktı: Felafel’i ve Döner’i yemek listemize entegre ettikten sonra, artık şimdi Almanya’da Türkçe şarkılar da söylemeye başlayacak mıyız? Göçmenlerin birinci kuşağı göç veren ülkenin şarkılarını, ikinci kuşak Almanca ve üçüncü kuşak anglo-amerikan dünyadan rock ve pop mu dinliyor? Bu soruları yanıtlarken, Sinus-Göçmen-Çevreler-Aaraştırması (Heidelberg 2007) sonuçlarını dikkate alarak, göç etmeninin ya da eğitim veya yaş gibi etmenlerin görgül bulgularda belirleyici bir rol oynayıp oynamadıklarını, eleştirel bir bakışla kontrol etmek gerekiyordu. Konuya ilişkin Kültürlerarası Barometre tarafından federal ölçekte elde edilen yeni görgül bulgular neler olmuştur?
Ana Etmen Olarak Kültürel Katılım
Kültürlerarası Barometre federal devlet ile Kuzey Ren Vestfalya ve Aşağı Saksonya eyaletlerinin, göç kökenli ve göç kökenli omayan insanların kültürel katılımının ilk kez incelendiği bilimsel bir araştırmadır. Amaç günümüz toplumunda varolan kültürel ve sanatsal süreçlerin görgül açıdan temellendirilmiş görünümünü ortaya koymaktır. Federal hükümetin Kültür ve Sanat Yetkilisi tarafından talep edilen bu ortak incelemeye, Ağustos’tan bu yana Almanya genelinden 14 yaş üzerinde 2.500 kişi katıldı. Bonn Kültür Araştırmaları Merkezi tarafından hazırlanan bu inceleme, Aşağı Saksonya’dan 550 kişinin katıldığı özel bir soru bölümünü de kapsamıştır.
Aşağı Saksonya Kültür Bakanı Prof. Dr. Johanna Wanke, “toplumsal entegrasyon açısından kültürel katılımın bugüne kadar küçümsenmiş önemli bir ana etmen” olduğunu vurguladı. Bu, incelemenin önemli bir bulgusuydu ve Kültür Bakanı şunu sözlerine ekledi: “Bölgenin kültürel etkinliklerine gerçek bir katılım olduğunda, göç deneyimlerinin ve yaşamdaki güncel durumun olumlu duyumsandığı görüldü.”
Özellikle göçmen nüfus, daha çok insanların biraradalığını ve günlük yaşamı kapsayan geniş bir kültür kavramına sahip. Nüfusun göç kökenli ve göç kökenli olmayan grupları, toplam olarak Almanya’da güncel kültürel yaşama ilişkin neredeyse özdeş bir düşünüşe sahipler. Özellikle göçmen genç nüfus, boş zamanlarında, orantısal olarak sanatsal-yaratıcı alanda çok daha etkin. Ancak genele bakıldığında kamu destekli kültürel yaşam bu göçmen izleyici kitlesine yeterince ulaşamıyor. Göç veren ülke ile herşeyden önce ailenin önemi, yemek geleneği ya da kültür tarihi gibi duygusal boyutlu toplumsal konular ilişkilendiriliyor. Göç veren ülkenin kültür tarihinin olumlu değerlendirmesi üçüncü kuşağa kadar uzuyor, diğer konu alanları ise eğilimsel olarak rengini kaybediyor. Bir ülkenin kültür tarihiyle olumlu ilişkinin, bu ülke ile duygusal bağlılık açısından önemli olduğu buradan çıkarsanabilir. Göç veren ve göç alan ülkenin kültürel tarihiyle tanışıklık ve buna katılma duygusu, entegrasyon sürecini kalıcı olarak olumlu etkileyebilir. Bu nedenle kültür birimleri özellikle kültüre ilgi duyan üçüncü kuşağa seslenmeli.
Kültür Arabuluculuğunun Gerekliliği
Göçmen hedef grupların varolan kültürel altyapıya katılımını daha iyi sağlayabilmek için, toplumsal çevreye daha yoğun bir şekilde seslenmek önemli bir önkoşuldur. Toplumsal çevrede yer alan arabulucuların, göç veren ülkeye bağlımlı olarak farklı bir ağırlığı olmasına dikkat edilmesi gerekir. Alman nüfus kültürel yaşama katılmamayı kişisel ilgisizliğe dayandırırken, göçmen hedef gruplar, çevrelerinde boş zamanlarını değerlendirebilecekleri birinin ya da onlara eşlik edecek bir kişinin olmamasını neden olarak gösteriyorlar. Göç kökenli ve göç kökenli olmayan anket katılımcıları, kültürel etkinliklere daha fazla katılmak, göç veren ülke sanat ve sanatçılarının da artan oranda bu etkinliklere dahil edilmesi yönünde görüş bildiriyor. Özellikle göçmen nüfus, göç veren ülkenin dilinde kültürel olanakların ve arabuluculuk olanaklarının sunulmasının gerekliliğine işaret ediyor. Özellikle Rus ve Türk kökenli grup- ların birinci kuşağı bu görüşte.
Forum Freies Theater Düsseldorf’a yazısında, “tiyatroya gitmekten pek hoşlanmıyorum” diye yazıyor 17 yaşındaki Mourad R.. Tiyatroya gitmekten neden hoşlanmadığını, bir mektup edisyonunun üçüncü cildinde, “Tiyatroya Ret” başlığı altında (Nisan 2012) okumak mümkün: “... benim yapacak daha iyi ve herşeyden önce daha önemli işlerim var”. Kendisi ve daha birçok çocuk için tiyatro “can sıkıcı zorunlu bir etkinliktir”. Kültür Araştırmaları Merkezi’nin son incelemesi bunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Özellikle göç kökenli insanlar görsel sanatların kendilerine hitap etmediğini düşünüyor. Kültürlerarası Barometre şunu saptıyor: Göçmen grup orantısal olarak tiyatro gösterilerine daha az açık, bu üçüncü kuşak için ayrıca geçerli.”
Görünüşe göre çok övülen tiyatro alanımız göçe uygun bir yaklaşım sergileyemedi ve buna bağlı olarak kültürel çeşitlilik de gündeminde yer almıyor. Halbuki belediye ve devlet tiyatroları kendilerini toplumun bir aynası olarak tanımlamayı seviyor. Ama bizim kültür devletinde oyun sanatı oldukça Alman kalmaya devam etti. Yalnızca izleyici kitlesi renkli cumhuriyeti yansıtmamakla kalmıyor, personel ve sanatsal üretim açısından da tiyatro çok farklı etnik kökenlere dayanmıyor.
Örneğin Berlin Ballhaus Naunyn Sokağı’nda göç sonrası (postmigrantisch) tiyatronun bir yer edinmesini sağlayan Türk yönetmen Nurkan Erpulat, büyük tiyatroların kültürlerarası gerçekliği kendi sahnelerine de yansıtmayı ihmal etmesini eleştiriyor. Alman Haber Ajansı’nın (dpa) 22 Mart 2012 tarihli aynı anketinde Alman Tiyatro Derneği Direktörü verilen çabaları saptıyor; yönetmen grubu fikir yürütüyormuş ve tiyatro toplulukları şehirlere ve sıradışı oyun yerlerine çok sık gidiyormuş: “Kısaca: birşeyler yapma arzusu büyük, ancak bu arzulara ulaşılması zor.” Başkentteki Alman Tiyatrosu’ndan Ulrich Khuon, tiyatro branşının bir kota oluşturmakla kendini görevlendirmesini de düşünebileceğini belirtiyor. “Özünde bu tür araçlara bir gereksinim var, çünkü kurumlar kendiliğinden çok zor değişiyor.”
Klasik Sanatlar Düzeyinde Kültürel Yaşam
Neler değişmek zorunda; evet bu bir zorunluluk, ama kim zorunlu? Kültür politikası ne? Ya da artık kültürler politikasından mı söz etmemiz gerekiyor? Hangi kültürler, hangi kültür kavramı? Yalnızca sanatı göz önünde bulundurmak, kurumsallaşma derecesi ve kamusal destek miktarları bilindiğinde haklı bir gerekçeye sahip. Ancak yapılan inceleme, konunun salt arz ve talep, üretim ve izleyici kitlesi, kültür pazarlaması ve Audience Development (izleyiciyi geliştirmek) olmadığını kanıtlamıştır. Dikkatler klasik sanatlardan, geleneksel kültürü, halk kültürünü ve popüler kültürü içeren kültürel yaşama kayıyor.
Bakış açısı kitle kültürünü (Breitenkultur) kapsayacak şekilde genişliyor. Bu kitle kültürü, kültür politikaları açısından daha çok kıyıda köşede kalan ve kamusal kültür desteği alınmadığı halde oluşan, göç araştırmalarının gün ışığına çıkardığı bir görüngüdür. Duygusal bir deneyim olarak katılım, sanatsal bir ifade tarzı olarak öz yaratıcılık, artık sıra uzman olmayanlara ve amatörlere gelmiş görünüyor. Sıra göç kökenli ve göç kökenli olmayan, eğitimli ve eğitimli olmayan insanlarda. İncelemeye göre aile ortamı ve okul belirleyici birer arabulucu konumunda. Kültürel eğitim olanakları ve kültürel etkinliklere katılmak açısından bu neyi ifade eder, örneğin çocuk yuvalarında bu ne anlama gelir?
Kültür politikasının üç belirlemesi yolumuza eşlik ediyor:
Birincisi: Kültür kavramını tanımlamak!
İkincisi: Kültürel katılımı sağlamak!
Üçüncüsü: Kültür desteğini reforme etmek!
Bunlar esaslardır, sonuçların somutlaşması gerekiyor, kültürler ve uluslararasılık, ayrıca kültürel eğitim ve kültür arabuluculuğu ve de yüksek kültür ve kitle kültürü konularının açıklık kazanması gerekiyor.
İncelemenin ardılı, federal ölçekte, eyaletlerde ve özellikle belediyelerde bir kültür gelişimi tasarısıdır. Doğru adımlar burada atılmalı. Kültürlerarası Baometre bu yönde bir ivme sağlar.
Belki de şunu belirtmek çok iyimser olacak: Eğer bizlere sunulan görgül bulguları ciddiye alırsak, kültür politikalarında hiçbirşey eskisi gibi olmayacak. Kültür alanında yeni yönelimlere ilişkin bir tartışmayı başlatma zamanı geldi. Nüfusun kültürel uygulamaya şekil verme isteği gibi, okullar tarafından entegrasyona katkı amaçlı kültürel olanaklardan yararlanması da toplum politikalarında önemli bir rol oynamalıdır.
Çeviri: Die Gaste
|