Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
Yayın Sorumlusu (ViSdP): Engin Kunter
diegaste@yahoo.com
|
Sempozyum ‘12 Açılış Konuşmaları (Özet)
“Sosyo-Ekonomik Nedenler, Sosyal Statü ve Evde Ailenin Konuştuğu Dil Temel ve Etkin bir Rol Oynamaktadır”
|
“Bir Dili Öğrenmek Bir Başka Dili Öğrenmeyi Kolaylaştırır”
|
Federal Eğitim Bakanlığı’ndan Wolfgang Schlump, böyle olağanüstü bir programı hayata geçirenlerin üniversite öğrencileri olmasının son derece değerli olduğunu ve Almanya’nın tek Türkçe öğretmeni yetiştiren Türkistik Bölümü’nün ve TAM Vakfı’nın Duisburg-Essen Üniversitesi’nde bulunmalarının bir rastlantı olmadığını belirterek, konuşmasını eğitimi izleme süreci, eğitim araştırmaları ve önemli uygulamalar başlıkları altında üç ana noktada yapacağını söyledi.
Dil ve entegrasyon, çokdillilik, ikidillilik ve kültürlerarasılık gibi kavramların Almanya’nın entegrasyon politikasının odak noktasını oluşturduğuna, entegrasyon kavramının toplumsal katılım anlamını taşıdığına ve eğitimin, yetkinleştirmenin ve kalitenin temel taşları olduğuna dikkat çeken Wolfgang Schlump, “Annette Schavan’nın söylediği gibi, bütün çocuklar ve gençler, kökenleri gözetilmeksizin, iyi bir başlangıca ve gereksinmelerine göre sürece eşlik edecek en iyi desteği almalıdır” diyerek sözlerini sürdürdü.
Bu yıl gerçekleşen Beşinci Entegrasyon Zirvesi’nde yer alan “Entegrasyon” ulusal faaliyet planı, stratejik ve işlemsel hedeflerin yanı sıra, somut uygulamaları ve enstrümanları da betimliyor ve eğitim alanı da dahil entegrasyon politikasını genel anlamda daha anlaşılır ve güvenilir kılmak isteyen göstergelere dayandırıldığını belirten Wolfgang Schlump, “Göstergeler, eğitim izleme sürecinin anahtar kelimesidir. 2005’te yapılan mikro nüfus sayımının dikkat çeken yanı, ilk kez Alman ve yabacılar ayrımı yerine göç kökenli kavramı kullanılmasıdır. Amacımız, eğitim kalitesini artırarak, federal ölçekte 2015’e kadar diplomasız öğrenci sayısını %4’e indirmek ve işsiz genç yetişkinlerin sayısını da %17’den %8’e düşürmek olacaktır” dedi.
Wolfgang Schlump, eğitim izleme sistemi yoluyla belirgin olarak görülen, göçmen çocukların ve gençlerin eğitim durumları, eğitime katılımları ve başarı düzeylerine yönelik yapılan araştırmalarda istatistik olarak durumlarının istenilen düzeyde olmadığını ve bu bağlamda eğitim araştırmalarının çoğaltılması gerektiğini vurgulayarak, “Özellikle sosyo-ekonomik neden, sosyal statü ve evde ailenin konuştuğu dil, temel ve etkin rol oynamaktadır. Bu nedenle 2007 yılı sonunda federal hükümet, eyaletlerle birlikte ampirik eğitim araştırmasını yürürlüğe koydu. Yani ulusal bir eğitim sarkacı, sosyo-ekonomik eğitim sürecine benzeyen, erken çocukluk döneminden yetişkinliğe kadar süren ve göçmen kökenli insanların özellikle dikkate alındığı bir süreç. 2010 yılında eşit şartlar ve katılım temel konulu bir araştırma yapıldı ve yakında yayımlanacak bu araştırmanın temel noktası dilsel eğitim ve çokdillilik. Yürütülmekte olan bir diğer araştırma ise dil anlayışları ve dil desteği” dedi.
|
T. C. Essen Konsolosu Mete Zaimoğlu, göçmenlerin yaşadıkları topluma uyumu sırasında karşılaştıkları sorunların gerek akademik gerekse siyasi çevreleri yakından ilgilendirdiğini, bu süreçte göçmenleri kabul eden devlet, kabul eden devletin halkı, göçmenler ve göçmenlerin geldiği ülkeler olmak üzere dört ana aktörün işbirliğiyle ve el ele vererek başarıya ulaşılabileceğini vurgulayarak konuşmasına başladı.
Entegrasyon politikalarının akılcı bir zeminde tartışılması, özeleştirili yaklaşımla ileriye dönük iyimser ve yapıcı anlayışın korunması ve aynı zamanda başta eğitim ve istihdam olmak üzere tüm alanlarda fırsat eşitliğinin sağlanması gerekliliğine dikkat çeken Mete Zaimoğlu, “Uyum konusunun en önemli araçlarından, uygulamalarından biri de şüphesiz eğitimdir. Bu alanda fırsat eşitliği yaratılmasının yanı sıra, eğitim sisteminde içerik olarak göçmenlerin ihtiyaçlarına cevap verecek uygulamaların geliştirilmesi ayrıca önem taşımaktadır. Böylesine özen gösterilmesi gereken konunun kültürel, toplumsal, ekonomik ve pedagojik boyutları kapsayacak şekilde tüm yönleriyle ele alınması gerekmektedir. Bu çerçevede göçmenler için mevcut eğitim sistemi içinde başarılı olmalarına zemin hazırlayacak ve fırsat eşitliği sağlayacak yeni çözümlemeler geliştirilmelidir. Böylece göçmen çocukların bulundukları topluma uyum göstermeleri, toplumsal barışa daha fazla katkıda bulunmaları, ekonomik hayata artı değer olarak dönmeleri ve kendi ile barışık bireylerden oluşan toplumun oluşmasına katkıda bulunmalarını sağlayacaktır” dedi.
Eğitim imkanlarının yeni nesillerin gelecekteki hayatlarına donanımlı bir şekilde hazırlanmasına ve küreselleşen dünyada yer edinebilmelerine olanak sağlayacağına değinen Mete Zaimoğlu, konuşmasını şu sözlerle bitirdi: “Göçmen çocuklarının eğitimdeki konularının başında, yaşadıkları ülkenin dili ile birlikte anadilin de öğretilmesi gerekmektedir. Bu çocuklara eğitim sistemi içinde anadillerini öğrenme imkanı tanınmalıdır. Uyum politikaları genellikle bulundukları ülkenin dilini öğretmeye odaklandığından, anadili eğitimi ikinci plana atılmakta ve çoğu zaman ihmal edilmektedir. Öte yandan, bir dili öğrenmek bir başka dili öğrenmeyi kolaylaştırmaktadır. İkidilli eğitim kişilerin bakışını değiştirmekte, ufkunu genişletmekte ve donanımlı bireyler olarak bulundukları topluma dışlanma hissi yaşamadan adapte olmalarını sağlamaktadır. Anadili ayrıca, göçmen çocukların en temel hakları olan kendi kültürlerini öğrenmelerine ve anavatan ile olan ilişkilerine de vesile olmaktadır”.
|
“Çeşitliliği, Doğru Bir Zeminde
İnşa Edilebilecek, Büyük Bir Potansiyel
ve Hazine Olarak Görüyoruz”
|
“Bilginin, Zekadan Çok Daha Fazla
Değişkeni Vardır”
|
Duisburg-Essen Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ute Klammer, yapılan görgül eğitim araştırmaları sayesinde göçmenlerin entegrasyon ve eğitim sisteminde karşılaştıkları sorunlara ilişkin artık çok daha fazla bilgi bulunduğunu, ancak varılmak istenilen noktaya dek uzun bir yol katedilmesi gerektiğini belirterek söze başladı.
Artık nelerin dikkate alınması gerektiğinin çok daha iyi bilindiğine ve çocukların eğitim sistemine entegrasyonu söz konusu olduğunda ortaya çıkan sorunların sadece göç kökenlilik sorunu değil, özellikle sosyal statü ve ailenin durumunun da önemli etkenler olduğuna dikkat çeken Prof. Klammer, “Genelde sorunları yaratan göç kökenlilik değildir. Bu, eğitim sistemi de dahil, çocukların nasıl entegre edilebilecekleri gündemde olduğunda, daha çok toplumsal bir sorundur, ailenin kökeniyle ilintilidir. Çocukların yüksek öğrenim görmesi konusu, hala hangi aile ortamlarından gelindiğiyle belirleyici ölçüde bağlantılıdır ve ebeveynlerin akademik deneyime sahip olmadıkları yerde, çocuklara yüksek öğrenim olanağı tanımak için gerekli destek de çok sınırlıdır. Ama biz aynı zamanda bu sorunun salt göçmenlikle değil, dil sorunuyla da ilgili olduğunu biliyoruz” dedi.
Duisburg-Essen Üniversitesi’nin göç ve entegrasyon konusuyla uzun zamandır ilgilendiğine değinen Klammer, burada özel bir olanak yaratılarak Almanya’da ilk kez Farklılıkların Yönetimi Bölümü’nün kurulduğunu, giderek diğer üniversitelerin de bu konuya ağırlık vererek göç kökenli öğrencilerin de iyi bir eğitim alabilmelerinin koşullarının yaratılmasına çalışıldığını dile getirdi ve sözlerine şöyle devam etti: “Üniversitemizdeki öğrencilerin dörtte biri göç kökenli. Çeşitliliği doğru bir zeminde inşa edilebilecek büyük bir potansiyel ve hazine olarak görüyor, öğretim üyelerimizin de bu konuya daha duyarlı olması yönünde çalışıyoruz. Üniversitemizin otuz yıldır başarıyla yürüttüğü göçmen çocuklar için destek dersi programı, Essen şehrinden tüm Almanya’ya yayıldı ve birçok üniversitede de başladı. Bir başka programa dikkat çekmek istiyorum, Şansın Karesi Programı (Chance hoch 2). Bölgemizde bulunan ve özellikle göç kökenli olan, akademisyen ailelerden gelmeyen dokuz ve onuncu sınıflardaki yetenekli öğrencileri eğitim sisteminin tehlikeli dönemeçlerinden geçişlerinde ve ilk akademik derecelerini edinmelerinde destekliyoruz. Mercator Vakfı tarafından destekleniyor ve bir anlamda da deniz feneri rolünde. Özel olarak desteklediğimiz nokta, üniversiteye başlangıç aşaması. Danışmanlık sistemimiz yoluyla öğrencilerimizin farklılıklarını gözlemleyebiliyoruz”.
|
Konuşmasına bir anekdotla başlayan Türkiye Araştırmalar ve Uyum Vakfı Bilimsel Direktörü Prof. Dr. Hacı Halil Uslucan, şunları kaydetti: “Başarı motivasyonunun temelinde, kendini başkalarıyla karşılaştırmak değil, daha iyi olmak isteği yatar. Ve bunlar evde oluşan eğitim sermayesinin özelliklerindendir. Ebeveynler hangi sermaye biçimine -sadece maddi değil, aynı zamanda sembolik sermaye- sahipler. Bunlar değişkenlerdir, örneğin zeka gibi. Bu kanuda yapılan araştırmalar zekanın açıklayıcı bir etmen olduğunu gösterse de, herşey kolayca zekayla açıklanamaz. Özellikle eğitim alanında yapılan birçok araştırma, önbilginin zekadan çok daha fazla değişkenlik gösterdiğini ortaya koyuyor, bir başka deyişle bu genetikle belirlenemez. O nedenle, biri daha az diğeri daha fazla zeki olabilir, ancak sıkı bir çalışma ve bilgi ile zeka işlenip hazırlanabilir”.
Psikolojik değişkenlerin odak noktası, bilinçli kontrolün iç ve dış bağlantıları, insanın çevresinde yaşananlara ilişkin sorumluluk duygusu gibi konulara değinen Prof. Uslucan, “Bu bağlamda göç kökenli ailelerden gelen gençler ve öğrencilerin öğrenilmiş çaresizlik ya da bensizlik durumuna yönelmek istiyorum. Bu ne demektir? İnsanların, çaba gösteren insanların başarısız olmaları, ikinci bir denemeden sonra yine başarısız olmaları ve insanların bir süre sonra çaresizliği kabullenmesidir. Bu durum 60’larda ve 70’lerde öğrenciler üzerinde yapılan araştırmalarda kanıtlanmıştır. İnsanların çevresini kontrol edememe duygusu ve çevrenin kısıtlamaları gibi etkenler, insanın kendisini zayıf hissetmesine yol açacağı gibi bilişsel becerilerinin de gelişimini engeller” dedi.
Alman eğitim sisteminin elemeci niteliğine değinen Prof. Dr. Uslucan, Boston Consulting Enstitüsü’nün 2010 yılında yaptığı bir araştırmayı örnek göstererek, eğitimde düşüş ihtimalinin yükselme ihtimaline göre daha yüksek olduğunu vurguladı.
|
“Eğitim Geleceği
Gösterir”
|
“Bilginin, Zekadan Çok Daha Fazla
Değişkeni Vardır”
|
Entegrasyonun ve eğitimde karşılaşılan güçlüklerin konu edilmesinin, tartışılmasının ve çözüm önerilerinin sunulmasının ve ayrıca göçmenlerin kendi girişimiyle böyle bir sempozyum gerçekleştiriliyor olmasının özellikle dikkat çekici olduğunu belirten Shazia Saleem, konuşmasına Hans Böckler Vakfı’ın yürüttüğü çalışmalar hakkında bilgi vererek başladı.
“Hans Böckler Vakfı sendikal, toplumsal ve siyasal konulara duyarlı genç insanları desteklemeyi kendine görev edindi. 2.400 burslu öğrencisi bulunuyor. Eğitimden uzak, göç kökenli ailelerden olan genç insanlar odak noktasını oluşturuyor. Bu noktada Hans Böckler Vakfı, eğitimde ilerleme sağlayabilmeleri için yüksel öğrenim sürecinde ve doktora çalışmalarında ekonomik destek veriyor.” dedi.
Hans Böckler Vakfı ve Goethe Enstitüsü’nün işbirliği ile burs alan öğrencilerin Almanca yeterliklerinin arttırılması için yoğunlaştırılmış bir dil kursunun geliştirildiğini belirten Shazia Saleem, bu uygulamada, özellikle Almancayı ikinci dil olarak öğrenen öğrencilerin Almancadaki dilsel güvensizliğinin ortadan kaldırılmasının hedeflendiğini ve akademik alan dili ile bilim dilinin kullanılmasında karşılaşılan zorlukların aşılmasına çalışıldı- ğını dile getirerek sözlerine şöyle devam etti:
“Eğitim yoluyla entegrasyon Hans Böckler Vakfı’nın da hedeflerinin merkezinde yer almaktadır. Bugün gerçekleştirilen Alman Eğitim Sistemi, Entegrasyon Politikaları ve Göçmenler” sempozyumu vakıf çalışmaları için de önemli bir yere sahip. Tarihsel ve ideolojik çelişki noktaları ortaya konulmalı ve reform konuları tüm yönleriyle işlenmelidir. Göç kökenli aileler çoğu zaman çocuklarının gidecekleri okul konusunda, yeterince bilgileri olmadığı için ve öğretmenin çocukları için vereceği kararın doğru olacağını düşündüklerinden tercihi öğretmenlere bırakıyorlar” diyerek, konuşmasını tamamladı.
|
Rosa Luxemburg Vakfı adına söz alan Güldane Tokyürek, konuşmasına şu sözlerle başladı: “Eğitimin, entegrasyonun ve sosyal eşitsizliğin dengelenmesinde önemli bir önkoşul olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Bireyin toplumsal yaşam içinde umutlarını gerçekleştirebilmesi ve toplum içinde başarılı olabilmesi yüksek eğitim düzeyine ulaşmasını öngerektirir. Kendi deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki, burada sadece göçmen çocuklardan bahsetmiyoruz. Bunu günlük çalışma hayatım içerisinde, sosyal yardım alan ailelerin çocuklarının da etkilendiğini gözlemleyebiliyorum. Birçok şey yapılmış olmasına rağmen yeterli olmuyor. İnsanın özgünlüğünün ve kişisel gelişiminin önkoşulu özgür ve eşit eğitim olanaklarıdır. Kültürel yaşama katılım ve toplumun gelişiminin biçimlenmesine katılımdır. Almanya maalesef eğitim olanaklarının ve eğitim başarısının sosyal kökene bağımlı olduğu bir ülkedir”.
Okulun kamusal eğitim sisteminin yapı taşlarından birisi olduğunu ve tüm çocuk ve gençlerin bu temel alanda eğitimlerinin edindiklerini vurgulayan Toyürek, Rosa Luxemburg Vakfı olarak, “herkesi kapsayan bir eğitimi olanaklı kılmak için, eğitim sisteminde, bütün çocuklar birlikte eğitilmeli ve bireysel becerileri en iyi şekilde desteklenmelidir. Eğitim sistemleri çocukların erken yaşta eğitimini, onların farklı gereksinmelerine göre biçimlendirmeli ve uyarlamalıdır. Ancak herkesi kapsayan bir eğitim sisteminde, eğitimde adaletten söz edilebilir.” dedi.
“Görevimiz bütün çocuklar ve gençler için yaşanabilir bir geleceğin koşullarını yaratmaktır. Bunun en temel koşulu da herkes için eşit eğitim ve gelişim olanaklarının sağlanmasıdır. O nedenle, Rosa Luxemburg Vakfı güçlü bir toplumun oluşması ve ortak hedeflere ulaşmak için çaba göstermektedir. Herkesi kapsayan bir eğitim mümkündür” diyerek sözlerini tamamladı.
|
“Gelecek Göç Kökenli İnsanlarındır”
|
“Söz konusu olan Alman eğitim sisteminin değiştirilmesi ve farklı kökenden insanların da katılımının sağlanmasıdır. Almanya’daki katılım olanaklarını çoğaltabiliriz” sözleriyle konuşmasına başlayan Almanya Türk Toplumu Başkanı Kenan Kolat, “Almanya’daki Türk göçmen, araştırmaların gösterdiğinden çok daha başarılı, çünkü araştırmalar genel tabloyu gösteriyor. Eğer sınıfsal özelliklere yakından bakılırsa, sınıf atlama konusunda Türkiye kökenli toplumsal grup en başarılı olanıdır. O nedenle sınıf atlama ve sınıf atlama uygulamaları genelde gösterilenden çok daha değişik. Bu noktada toplumumuza Almanya’da başarılı insanların olduğunu göstermeliyiz. Sorunlar elbette olacaktır. Fakat yeterlilik söz konusu olduğunda sadece sorunlardan konuşuyoruz. Ben sorunlardan bahsetmek istemiyorum. Benim sözünü etmek istediğim, ülkemizi, Almanya’yı nasıl ileriye götürebiliriz. Bizim hedefimiz bu, sorunlar değil. Bütün insanların sorunu vardır. Burada söylemek isterim ki, Almanya’daki Türk azınlık Almanya’nın geleceğidir. Altı yaşın altındaki çocukların üçte biri göç kökenli ve bu büyük şehirlerde %60 oranında. Yirmi yıl sonra, yirmi yaşın altında, on altı yaşın altında %75 oranında bir nüfus olacaktır. Gelecek bizimdir. Gelecek göç kökenli insanlarındır. Almanya Cumhuriyeti bunu kavrayamazsa, o zaman, iyi geceler” dedi.
“Önemli olan konuyu sadece entegtasyon yönüyle görmek değil. Entegrasyon beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren çocukların ve gençlerin eğitim durumlarıdır. Onlar, burada doğdular ve buradalar, Almanya’da yaşıyorlar. Ayrıca Türkiye’den gelen insanların üçte biri Almanya’da doğdu. Üç milyon insanda bir milyon ve onlar buranın bir parçası. Onlar, ne göçmen ne başka bir şey, bu ülkenin bir parçası. Asıl konu, alt katmandan gelen çocukların ya da sosyal durumu zayıf olan ailelerin çocuklarının eğitim durumlarıdır. Bütün toplumun katıldığı bir tartışmaya ihtiyacımız var”.
|
|