Toplumsal grupların sıradüzenine sokulmaları ya da katmanlaştırılmaları, nedenini varolan ekonomik ve toplumsal eşitsizliklerde bulmaktadır. İnsanlar arasında sosyal eşitsizlikler ve sıradüzenine sokulmaları doğal görüngüler değildir. Bu görüngüler toplum yapıları tarafından üretilir. Toplumsal ürünlere, kaynaklara, kültürel ifade biçimleri ve eğitime erişim, siyasal-toplumsal olarak düzenlenmiş eşitsizlik ilişkilerinin ipuçlarıdır. Bu eşit olmayan koşullar, insanların farklı sosyal konumlandırmasını ve bulundukları farklı konumları açığa çıkarır. Farklı sosyal konumlandırma ve farklı toplumsal konumlar ast ve üst ilişkileri tarafından karakterize edilir ve ikilemeli ayrım uygulamasıyla gerçekleşen sıradüzenleştirme matriksine göre insan ilişkilerini etkiler. Toplumsal açıdan sıradüzenleştirme, örneğin cinsiyetler arası ilişkilerde ve çoğunluk ile azınlık ilişkilerinde varlığını gösterir.
Toplumsal eşitsizlik ve sıradüzenleştirme, bir diğer ifadeyle, sosyal katmanlaştırma, yapısal eşitsizlikler ile orantısal bir ilişki içerisindedir ve birbirinden bağımsız toplumsal sorunlar olarak ele alınamazlar.
Burada sorulması gereken soru, yapısal nedenlerden türeyen eşitsizliklerin, insanların bilinç ve algılarından saklı kalacak şekilde nasıl gerekçelendirildiği ve olağanlaştırıldığıdır. Düşünceye konulan bu dolaylı engel, gruplar hakkında toplumda varolan söylentiler ve farklılaştırma uygulamaları tarafından belirlenir, bilgi ve söylemlerle bağlantılıdır. Bu farklılaştırma uygulamaları, yapısal nedenlerden kaynaklanan ayrımları yeniden üreten sınıf ve cinsiyet farklarını ve etnik ayrımı oluşturmaktadır. Varolan bu söylemler, nasıl yürütüldüklerine ve toplumsal gruplar hakkında ne tür bir bilginin dolaşımda olduğuna bağlı olarak, insanların bilinçlerini, bakış açılarını ve algılarını etkilemektedir. Söylemler kişilerin ya da insan gruplarının kendilerini ve başkalarını farklı yönleriyle öne çıkarmada ve konumlandırmada kullandıkları simge ve iletişim araçlarıdır. Böyece sınır koyma ve sınıflandırma süreçleri gerçekleşmektedir. Örneğin bir kişi kendini Alman olarak tanımlıyorsa, kendini Alman olmayanlardan ayırmakta ve bilinçli ya da dolaylı olarak Alman olmayanları aidiyetinden dışlamaktadır. Kendini başkalarından yalıtmak ve onları dışlamak, vatandaşlık, ulusal bağ, ulusal kültür ayrımı gibi birden çok ayrım hatlarından kaynaklanabilir. Öyle ki, kadınların erkeklerden yalıtılması ya da tersi durum, yapısal eşitsizlikleri meşrulaştırmış ve meşrulaştırmakta olan çok eski bir söyleme sahiptir.
Örneğin uzun bir süre, doğası gereği kadın ve erkeklerin vücut farklarının yanında farklı özellikler taşıdıkları (kadınların zihinsel olarak erkeklerin düzeyine eşit olmadıkları, duygusal, sevecen ve anaçlık duygusuyla hareket ettikleri) isnat edilmiş ve birbirinden farklı varlıklar oldukları düşüncesi egemen olmuştur. Böylece doğa bilimlerine dayanılarak erkeğin cinsiyetler ayrımında baskın olduğu bir tarih yazılmıştır ve erkekler, rasyonel düşünen ve ilerlemeyi temsil eden cinsiyet olarak betimlenmiştir. Kadın, özel alanda ve toplumda alt konumlandırıması ile erkeğin kamusal alanda ve yüksek mevkilerde (örneğin siyasette) konumlandırılması tarihsel olarak yerleştirilmiştir ve günümüzde de devam etmektedir.
Benzer hiyerarşik ayrımlar, göç bağlamında, Almanlar ve göçmenler arasındaki kültürel farklılıklar temelinde yapılmakta ve anlamsal içeriği, anaakım tarafından yürütülen mültikültürel söylemler aracılığıyla doldurulmaktadır. Söylemler tarafsız değildir. Batı ve Doğu kültürleri arasındaki seçici kültür ayrımları ele alınarak, bunlar birbiriyle kutuplaştırıcı sıradüzenine sokulmaktadır. Batı kültürü “uygar” ve ilerici, Doğu kültürü ise, 11 Eylül olaylarıyla artan oranda İslami çağrışımla, “uygar olmayan” ve gerici olarak tanıtılmaktadır. Bu kollektifleştiren ve değer biçen atıflar, sözde Almanlar ve göçmenler arasında hiyerarşik ilişki oluşturmaktadır ve bu ilişkide göçmenler, egemen söylem ve yapılarda bir ast konumundadır.
Bu nedenle öznenin statüsü konusu, örneğin göçmenlerin toplumdaki statüsü nedir sorusu, bu özneye tüm toplumsal söylemler, yapılar ve uygulama alanlarında söylemsel olarak atfedilen konum ile her zaman bağlantı halindedir.
Ayrım uygulamaları bu anlamda toplumsal yapılandırma süreçlerinde, örneğin kültür ve kimlik yapılandırmasında, toplumsal grupların yardımıyla etkileşim ve iletişim süreçlerinde karşıtlar olarak türetilmektedir. Sınıflar, katmanlar, toplumsal çevre, Alman ve Alman olmayan vb. hakkında konuşmak, kültür ve kimlik yapılandırmalarıyla bağlantılıdır ve bu insan gruplarının medyatik ve söylemsel temsil biçim- leriyle ilintilidir. Söz konusu temsil biçimleri her grupla ilgili özgül algılamayı etkiler ve her zaman olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerle paralel yürür. Bu değerlendirmeler, çelişkili ve zedelenmiş kimlikleri yapılandıran duygulara, öz algılayışa ve deneyimlere yansır.
Toplumsal gruplar arasındaki ayrılaştırmanın ve sıradüzenine sokulmasının incelenmesi, bir başka ifadeyle, toplumsal yapının (sınıf, katman sosyal çevre) ve bu yapı kategorilerinden türeyen eşitsizlik ilişkilerinin incelenmesi yeni değildir (bkz. Max Weber, Fransız sosyolog Pierre Bourdieu: İnce Farklılıklar).
Ancak 1990’lı yılların ortasında ve Avrupa bağlamında interseksiyonel yaklaşım ele alınmaya başlanmıştır. Bu yaklaşım, sosyolojik teorilerde yeterince incelenmeyen yönlere, bu teorilerde yeterince aydınlatılmayan iç içe geçişlere, yapısal ve söylemsel açıdan karmaşık bir şekilde türeyen ayrım hatlarının etkileşimine işaret etmektedir. Bu yaklaşım önce feminist araştırmalarda ele alınmıştır. Egemenlik ve güç ilişkilerinin işleyiş biçimlerine ve buna bağlı olarak iç içe geçen cinsiyet ayrımcılığı ve cinsel ayrımcılığa dikkat çekilmiştir.
Her ne kadar marksist yönelimli feminist araştırmalar ve politikalar, ayrım kategorileri olarak cinsiyet ve sınıf arasındaki bağlantıyı konu edinmişlerse de, kesişim tartışmasına ABD’de siyah feministler, bir diğer ifadeyle, siyah kadın hakları hareketi neden olmuştur. Bu kadın hareketi, siyah kadınların maruz kaldığı özel ayrımcılık ve baskı biçimlerine odaklanmıştır. Bu çerçevede ABD’de siyah feministler tarafından 1977’de oluşturulan Combahee River Collective, “üçlü baskı” teorisinden, yani ırkçılık, cinsel ayrımcılık ve sınıfçılığın etkileşimiyle ortaya çıkan çok yönlü ayrımcılık teorisinden etkilenmiştir (bkz. Lutz 2010 et al.: 11).
Siyah kadınlar, beyaz burjuva kadınların etkin olduğu feminizmi, kadın ve erkek arasındaki sosyo-ekonomik eşitsizlik ilişkilerini ve farklı sınıfsal aidiyeti görgül olarak saptamaya çalıştıkları, bir diğer ifadeyle, sosyal kategoriler olarak cinsiyet ve sınıfı incelemelerinde göz önünde bulundurmuşlarsa da, ancak siyah kadınların yaşadığı özgül dışlama deneyimlerini dikkate almadıkları için eleştirmişlerdir. Siyah kadınların eleştirisi, “ırksal”/etnik, sınıfa özgü ve cinsiyetle bağlantılı baskı biçimlerinin, karmaşık, çok yönlü ayrımcılığa neden olan eşzamanlı ve içiçe geçmiş görüngüler olarak yansımasının dikkate alınmasını beraberinde getirmiştir. Bu nedenle “ırk”, “sınıf” ve cinsiyetin inceleme kategorileri olarak birlikte ele alınması, toplumsal eşitsizlik ve çok yönlü ayrımcılık incelemelerinin bir nesnesi olmuştur. Kesişim (Intersectionality) kavramını ABD’li hukukçu Kimberlé Crenshaw bulmuştur. Crenshaw, dörtyol kesişmesini bir metafor olarak kullanarak, ayrım hatlarının nasıl birbiriyle kesiştiğini ve çok yönlü ayrımcılık ve baskı biçimleri doğurduğunu aydınlatmaktadır.
1990’ların ortalarında yürütülen kesişim tartışmaları, Avrupa ve Federal Almanya ölçeğinde yapılan ırkçılık, milliyetçilik ve göç araştırmalarıyla –her ne kadar bu araştırmalar marjinal kalsa da– girmiştir (bkz. Floya Anthias ve Nira-Yuval Davis 1992, Lutz 1995). Michel Foucault’ya daya-nan post-yapısalcılık, sömürgecilik-sonrası yaklaşımlar ve de Queer kuramları, cinsiyet araştırmalarının ve şu an eğitimbilimsel tartışmaların da (bkz. Helma Lutz/Norbert Wenning 2001) temel kuramsal altyapısını oluşturmaktadır.
Gabriele Winker ve Nina Degele kesişim düşüncesini geliştirmişlerdir. Onlar, toplumsal ayrım kategorilerinin etkileşim ve iç içe geçişlerin, bunlarla el ele yürüyen yapısal ve toplumsal eşitsizliklerin, üç analiz boyutunun –makro düzlem (toplumsal sistem, yapı, söylem), orta düzlem (kurumlar ve örgütler) ve mikro düzlem (aktör, birey, kimlik yapılanmaları, özne konumları)– dikkate alınmadan yeterince aydınlatılamayacağını ortaya koymuşlardır. Bu yazarlara göre, egemenlik ve güç dengelerinin bir ürünü olan çok yönlü ayrım hatları ve eşitsizlik ilişkileri her üç boyutun işlenmesi ile uygun bir biçimde aydınlatılabilir (bkz. Gabriele Winker/Nina Degele 2009).
Kesişim araştırmalarının bu artalanını gözönüne alarak sorulması gereken soru, göç araştırmalarında on yıllardır egemen olan göçmenlerin toplumsal ve ekonomik sorunlarının etnisiteleştirme ve kültürselleştirmesini doğru inceleyebilmek ve uygun çözümler bulabilmek amacıyla, kesişim düşüncesinin göç araştırmalarında üretken olmaya devam etmesinin nasıl sağlanacağıdır. Göçmen çocuklarının eğitim ve öğretim sorunlarının tanımlanması ve anlamlandırılmasında da kültür-özlü bakış açıları egemendir ve toplumsal açıdan sıradüzenleştirmenin ve çok yönlü ayrımcılığın yapısal boyutunu ikinci plana itmektedir.
Artan oranda kültür temelli bakış açılarını tartışmaya açan eleştirel göç araştırmaları, egemen yapısalcılık ve sömürgecilik sonrası düşünceleri ele alarak, ayrıca hegemonyal söylemlerle de gerçekleşen güç dengelerini giderek daha çok gözönünde bulundurmaktadır (Yıldız 2009). Öyle ki, etnisite ve kültür, sorunların betimlenmesi ve anlamlandırma kategorileri olarak değil, ayırım koyma, dışlama ve böylece sosyal eşitsizlik doğuran inceleme kategorileri olarak ele alınmaktadırlar. Kesişimsel yaklaşımların da altını çizdiği gibi, tek boyutlu değil, çok yönlü etkide bulunan egemenlik ve güç dengeleri toplum ve toplumsal gruplar arasındaki hiyerarşik ilişki görünümlerine derinliğine nüfuz etmektedir. Ulusal aidiyetler üzerine yürüyen, örneğin “Türkler”, “İtalyanlar” vb. ya da çocuklarının eğitim ve öğretim sorunlarını ele alan ayrım hatları olarak “etnisite” ya da “kültür”e dayalı tek yönlü araştırmalar, bu kesimlerin cinsiyet, sınıf ve katman aidiyetleri nedeniyle karşılaştıkları (ve karşılaşabilecekleri) çok yönlü ayrımcılığı gözden kaçırmaktadır. Bu çerçevede kesişimsel yaklaşımlar, eleştirel bakış açısıyla kesişim araştırmalarının ortaya koyduğu gibi, kategorilerin salt birbiri ardınca sıralanarak sorun incelemelerine eklenerek değil, göç araştırmalarına verimli bir biçimde dahil edilebilir.
Çeviri: Die Gaste
Kaynakça:
Bourdieu, Pierre (1982): Die feinen Unterschiede. Kritik der gesellschaftlichen Urteilskraft. Suhrkamp Verlag. Frankfurt am Main.
Lutz, Helma (2001). Differenz als Rechenaufgabe: über die Relevanz der Kategorien Race, Class und Gender. In: Unterschiedlich verschieden. Differenz in der Erziehungswissenschaft. Lutz, Helma/Wenning, Norbert (Hrsg.). Leske + Budrich. Opladen, S. 215-230.
Lutz, Helma/Herrera Vivar, María Teresa /Supik, Linda (Hrsg.) (2010): Fokus Intersektionalität. Eine Einführung. In: Fokus Intersektionalität: Bewegungen und Verortungen eines vielschichtigen Konzeptes. VS Verlag. Wiesbaden, S. 9-32.
Weber Max, (1980): Wirtschaft und Gesellschaft: Grundriss der verstehenden Soziologie. 5. rev. Auflage. Winckelmann, Johannes (Hrsg.). Mohr Verlag. Tübingen.
Winker,Gabriela/ Degele, Nina (2009): Intersektionalität: Zur Analyse sozialer Ungleichheiten. Transcript Verlag. Bielefeld.
Yıldız, Safiye (2009): Interkulturelle Erziehung und Pädagogik. Subjektivierung und Macht in den Ordnungen des nationalen Diskurses. Wiesbaden. VS-Verlag.
|