Sorgulama, eleştirme ve çözüm
üretme yetileri
Aydın, benim görüşüme göre sorunları bir bütün olarak görmeye ve irdelemeye çalışan ve çözümler arayan, bu açıdan da özgür ve eleştirel düşünme ve sorgulama gücü gelişmiş bir insan. Bir sorunu irdelerken çoğu kez tek bir pencereden bakıyoruz. Bu da kolaylıkla kutuplaşmaya, kutuplaşma da çatışmaya yol açıyor. Tek doğru benim doğrumdur düşüncesi temelini betonlaşan ideolojilerde buluyor ki, bunun ardında da genellikle iktidar ve güç oyunlarının olduğunu görüyoruz. Politik kutuplaşmalar bunun en belirgin göstergesi değil mi? Başkalarını karalama, saldırganlığın ve şiddetin bence aydın olmayla ilgisi yok, bir ego gösterisinden başka bir şey değil. Öte yandan sorunları bütünselliği içinde görebilme ve irdeleyebilme yeteneği herkese hak veren görece bir görüşe de yol açmamalı. Postmodern düşüncenin düştüğü en büyük tuzak bu.
Sonuçta hangi dünya görüşünde olursak olalım insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, demokrasi gibi değerleri benimseyebildiğimiz oranda hem neyi sorgulayacağımızı ve eleştireceğimizi belirleyeceğiz, hem de ortak bir noktada buluşacağız. Güncel bir örnek vermek gerekirse iki kez aklandıktan sonra yaşam boyu hapis cezası alan Pınar Selek davasına karşı gelen tepkilerde dikkati çeken farklı dünya görüşlerinde olan insanların haksızlığa karşı tavır alarak ortak bir noktada buluşabilmeleri. Korkunç bir biçimde öldürülen Hrant Dink olayına gelen yoğun tepkiler, insanların “Hepimiz Hrant Dink’iz” diye sokağa dökülmeleri toplumdaki bir uyanışı gösteriyor. Bu tür örneklerin çoğalması ve yaygınlaşması büyük oranda önemli konumlara gelmiş olan aydınların da duruşuna bağlı.
İnsan hakları, yani yaşama ve işkence ve şiddet görmeme hakkı, kökenini Batı düşüncesinde de bulsa evrensel bir değer. Bu değeri benimseyebildiğimiz oranda aydın bir duruşu da içselleştirmiş olacağız. Toplumumuzda en büyük tehlike kutuplaşmaya yol açan milliyetçi, militarist ve dinci idelojilerden geliyor. Bu ideolojilerin tuzağına düşerek özgür ve bağımsız düşünme yetisini yitiren biri ne kadar kültürlü ve bilgili olursa olsun aydın değildir bana göre.
Aydın ne değildir?
Belki aydının ne olduğunu anlayabilmek için ne olmadığını irdelemede de yarar var. Bu nedenle toplumumuzda aydın geçinen tipleri kısaca irdeleyelim.
1. Ayaklı kütüphane ya da koleksyoncu tipi
Bizde aydın denince çok okuyan, çok bilen, ağızı laf yapan kültürlü birikimli insanlar anlaşılıyor. Adam ayaklı kütüphane gibi sözünü çoğu kez övmek için kullanırız. Oysa okuma sadece soyut bilgi olarak kalıyorsa, yani insana bir şey katmıyorsa hiç bir şey ifade etmiyor. Zaten Google döneminde istediğimiz bilgiye her an ulaşabiliriz, ayaklı kütüphaneye hiç de ihtiyacımız yok. Tahsin Yücel “Yalan” romanında hiç bir özgünlüğü olmayan bir aydın tipini ne kadar güzel dile getirir. Koleksyoncuların içinde de değişik tipler var tabii. Kendini dev aynasında görenler (Nazım Hikmet’in deyişiyle giderek şişen kurbağalar) ya da tam tersine kendilerine olan güvensizliğini aşırı bilgiyle örtbas etmeye çalışanlar (oyuncular), yaşamdan kaçmak için durmadan okuyarak gereksiz bilgilerle kendilerini dolduranlar vb. (devekuşları), bilgiyi iktidar ve güç için kullananlar (savaşcılar) vb.
2. Lafbaz aydın tipi
Retorik yetisiyle aydın olmanın da hiç bir ortak yanının olmadığını söyleyebiliriz. Ömer Seyfettin’in “Efruz Bey” romanı ya da Aziz Nesin’in “Açış Nutku” öyküsü bunu çok çarpıcı bir biçimde gündeme getiriyor. Bu tür aydın tipleri sadece kendi egolarını tatmin ederek kendilerini sergiliyorlar.
“Kalıplaşmış boş sözlerin yaşamımızdaki anlamı beni ilgilendiriyor” diyor Vaclav Havel. “Çünkü çoğu kez bir söz, bir deyiş, dil aracılığıyla yapılan bir yorumlama gerçeğin önüne geçiyor, onu aşıyor…Sözler insanı varoluşundan koparıyor. Sözler yönetici, avukat, yargıç ve yasa oluyorlar”.
3. Beynini satan aydın tipi
Aydınların kendi birikimlerini ve düşünme yetilerini çıkarlarını koruma ve iktidarı elde etme adına bilinçli bir biçimde kötüye kullanmalarını ise Bertolt Brecht “Aklayıcılar Kongresi”nde Tui tipleriyle anlatır. Bunu ben aydınların yapabileceği en büyük ihanet olarak görüyorum. Toplumumuzda ne yazık ki bu tür aydınlar da günden güne çoğalıyor.
4. Hiç bir şeyi beğenmeyen aydın tipi
Öte yandan kendilerini aydın olarak niteleyen bir çok kişide göze çarpan hiç bir şey yapmayıp, yapanlara da karşı çıkmaları. Belki bu da bir tür ego gösterisi. Bir şeyi ne kadar küçültürseniz kendinizi o kadar büyümüş hissedersiniz. Oysa aydın bir kişiden beklenen yapıcı bir eleştiri yapması, karalaması değil. Önemli olan B.Brecht’in tanımıyla aktif, girişimci düşünce (eingreifendes Denken), yoksa Narsizm değil.
5.Gölgesinden korkan aydın tipi
Sorunları gören ama dile getirmekten ödü kopan aydın tipleri de çok var toplumuzda. Özellikle akademik ortamda böyleleri kolaylıkla çoğalıyorlar. Ne var ki aşırı baskıcı ve otoriter toplumlarda bu tür aydınlar ister istemez var. Brecht “Galile’nin Yaşamı” oyununda baskıcı bir ortamda aydın bir insan nasıl davranmalı sorununu gündeme getiriyor.
6. Medyatik aydın tipi
Aydın tipleri içinde marka olmayı başaranlar, yani starlar bu kategoriye giriyorlar. Medyatik aydınlarımız yalnız bizim toplumuzda değil bütün dünyada seslerini duyurmanın mutluluğunu yaşıyorlar.
7.Halkından kopuk aydın tipi
Aziz Nesin Sanat Yazıları kitabında bu kopukluğu şöyle açıklıyor: “Yüzyıllar boyunca süren egemen sınıfların etki, eğitim ve propogandalarıyla biçimlenen halktaki bu ters birikim yüzünden Türk halkıyla Türk aydını, Türk sanatçısıyla Türk halkı, Türk tiyatrocusuyla Türk halkı, biri Çince, öbürü Eskimoca konuşan iki insan gibi birbirlerini anlayamaz duruma getirilmişlerdir”.
Cadı avı
Türkiye’de demokrasi hiç bir zaman yerleşemediği için kendi düşünceleri olan ve bunları dile getirmekten çekinmeyen aydınlar da her zaman suçlanmıştır, baskı ve şiddet görmüştür. Tarihimiz hep bu tür olaylarla dolup taşıyor. Otuz yedi aydının yaşamını yitirdiği Sivas 93 olayları bunu göstermiyor mu? Yıllar içinde kaç tane aydınımızı hapse tıkadık, öldürdük, kurban ettik. Bugün yaratılan korku dolu ortam da bu gelişmenin bir uzantısı değil mi? En son olarak bizi bütün dünyaya rezil eden Fazıl Say ve Pınar Selek davaları bunu açıkca göstermiyor mu?
Kutuplaşmanın günden güne arttığı bir ortamda iyi düşünen, sorgulayan, eleştiren, sorunların özüne inen, özeleştiriden de kaçmayan, kendi birikimi ve yaşam deneyimi (mesleği, çalışma alanı) doğrultusunda yapıcı çözümler üreterek toplumdaki ortak sorunların çözümüne katkıda bulunmaya çalışan insanların özgün sesine bugün her şeyden çok ihtiyacımız var.
|