Hıristiyan Demokratlar yönetimde olduğundan bu yana entegrasyon politikası Almanya’da yeni bir dinamik kazandı. 2005 yılında SPD İçişleri Bakanı Otto Schily siyasi hedef olarak asimilasyondan hareket ederken, görevi devralan Wolfgang Schäuble, birçok insanın beklediği sözleri dile getiren kişi olmuştur: “İslam Alman toplumunun bir parçasıdır”. Bu, Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunun ve herkesin kendi din ve kültürünü koruyabileceğinin kavranmasıydı. 2006’da ilk Alman İslam Konferansı’nın oluşturulması ve şansölye tarafından hayata geçirilen ilk Entegrasyon Zirvesi bu yeni politikanın bir dışavurumudur. Bir Alman şansölye ilk kez göçmenleri başbakanlık ofisine davet ediyordu – aslında bunun göçün başlamasından 50 yıl sonra gerçekleşiyor olması inanılmazdır. Ve henüz Aşağı Saksonya Başbakanı olduğu dönemde Türkiye kökenli politikacı Aygül Özkan’ı Almanya’nın göç geçmişi bulunan ilk Alman bakanı olarak göreve getiren ve 2010’da Almanya’nın Birleşme Günü’nde mültikültürel göç toplumunu konuşmasının merkezine taşıyan, Hıristiyan Demokrat Cumhurbaşkanı Christian Wulff olmuştur.
2005’te Kuzey Ren Vestfalya’da, CDU’nun, muhalefette olduğu 39 yıllık sürenin ardından hükümet olmanın getirdiği sorumluluk kapsamında Almanya’da ilk entegrasyon bakanlığını kurmuş olması bu hedeflere hizmet etmiştir. Ebeveynlerin kökeninden bağımsız olarak herkesin yükselebilmesi – bu, önümüzdeki federal seçimlerde de hedefimizdir.
Biz toplumsal yükseliş ile başarılı entegrasyon arasında bir bağlantı olmasını istiyoruz. Kuzey Ren Vestfalya’da entegrasyon bakanı olduğum dönemde “göçmen” olarak tanımlanan ve yakın ya da uzak ülkelerden Almanya’ya göç eden insanların ne tür görevlerle karşı karşıya olduklarının bilincine vardım. Dilsel eksikler çoğu zaman entegrasyon açısından aşılması zor birer engel oluşturur. Bu nedenle üç yaş altı çocukların bakımı için olanakların arttırılması entegrasyon bakanlığım döneminde özel bir ağırlık noktası oluşturmuştur. Ayrıca dört yaş grubu tüm çocuklar için hazırlanan zorunlu dil testleri uygulamasını Kuzey Ren Vestfalya eğitim yasası kapsamına aldık, böylelikle dört yaşından başlayan erken eğitime odaklanıyoruz. Çocukların okula başlamadan iki yıl önce dilsel yeterlikleri kontrol ediliyor. Nitekim bu uygulama yalnızca göçmen çocuklarına yarar sağlamıyor. Ne de olsa bu testlerde dil desteği gereksinimi olduğu saptanan her beş çocuktan biri Almandı. Birçok Alman çocuk da artık kendi dillerini okulun gerektirdiği düzeyde bilmiyor. Bu Sarrazin ile aradaki farktır: Eğitim eksiklerinin dinsel ve kültürel farklılıklarla ilgisi yoktur, aksine bunlar birer sosyal sorundur.
Göçmen ailelerden gelen çocuk ve gençler son yıllarda açıkça daha iyi okul ve eğitim mezuniyetleri elde ettiler. Göç geçmişi bulunmayan yaşıtlarına kıyasla okulda ve meslek eğitiminde hala çoğu kez sorunlarla karşılaşıyorlar. Biz bu çocukların arayı kapatmaya devam etmesini ve daha iyi okul ve eğitim mezuniyetleri elde etmesini istiyoruz. Ebeveynlerin şu an olduğundan daha etkin biçimde çocuklarını okula hazırlaması ve okul süreçlerine eşlik etmesi de buna dahildir. Bu amaçla ebeveynleri, onlara yönelik özel programlarla desteklemek istiyoruz.
Başarılı entegrasyonun ve toplumsal yükselişin anahtarı iyi bir eğitimdir. Nitekim göç geçmişi bulunan ya da bulunmayan tüm Almanlar için de bu aynı oranda geçerlidir. Bu bakımdan toplumsal yükseliş ilkesi çocuk yuvasından ustalık belgesine, ilkokuldan üniversiteye, çıraklık eğitiminden doktora tezine kadar geçerli ve ilkece bu ülkede yaşayan tüm insanlara açık olmalıdır: Bu ilke Hartz IV ödeneğinden yararlanan kişiye, göç geçmişi bulunan çocuğa, zanaatkâr ve akademiseyene de aynı biçimde açık olmalıdır. Nitelik düzeyi genç insanların iş piyasası perspektifleri üzerinde çok büyük bir etkiye sahiptir.
Almanya günümüzde nitelikli işgücü göçüne bağımlıdır. Ülkemizde göç geçmişi bulunan insanlara ne denli gereksinim duyduğumuz, örneğin belirli mesleklerde ve belirli nitelik düzeylerinde yaşanan dar boğazlara bakıldığında açıklık kazanıyor. Ülkemiz ekonomisi uzun süredir görmediği büyük bir canlanma yaşıyor. Almanya’da yaklaşık 41 milyon insan bir iş sahibidir. Aynı zamanda birçok şirket, işsizlik oranı şu an yüzde 7,1 olsa da, mevcut işçi gereksiniminin bir bölümünü kapatamadıklarını açıklıyor. Öyle ki, örneğin acilen eğitilmiş hasta bakıcı, soğutma teknisyeni, yaşlı bakıcısı ya da elektrikçi aranıyor. Toplumda göçten ve yabancı işçilerden korkulduğunu ve bunun kültürümüzün tehdit edilmesi ve aşırı yabancılaşma ile gerekçelendirildiğine tekrar tekrar tanık oluyoruz. Şunu söylememe izin verin, burada ne kültürün yitirilmesi ne de bir “kültür karmaşası” söz konusu değildir. Bunun yerine kültürel çeşitlilikten söz ediyoruz. Çeşitliliği bir zenginlik olarak duyumsamak zorundayız.
Kültürel çeşitlilik kendi kültürünün bilincinde olmayı, ama yabancı kültürlere ilgi göstermeyi, onlara hoşgörüyle yaklaşmayı, değer vermeyi ve onu barışçıl ve üretken bir birlikte yaşam için kullanmayı ifade eder. Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan gerek göç veren ve göç alan ülkeler gerekse de göçmenler açısından kazan-kazan durumu yaratmanın zorunlu olduğu tezini savunuyor.
Almanya geçmişte ve günümüzde farklı köken ve kültürlerden sayısız insanın vatanı olmuştur. Biz bu geleneği canlı tutmak ve geliştirmeye devam etmek istiyoruz. Almancaya egemen olmak ve anayasamıza ve değerler sistemimize bağlılık entegrasyonun temel önkoşullarıdır. Başarılı bir entegrasyon göçmen ve yerli nüfusun etkileşimine ihtiyaç duyar.
Bu federal seçimlerde Angela Merkel’in şansölye olmaya devam edip etmemesi ve Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden bu yana en yüksek istihdam oranına ulaşan ekonomik gelişmenin sürdürülüp sürdürülmemesi gündemdedir. Bu birçok göçmen aileye de fırsatlar sunuyor. Ve CDU ilk kez Müslüman bir adayla seçimlere giriyor. CDU değişti, göçmenler için önemli iyileşmeler sağladı. Ben Almanya’nın gerçek yükselişin varolduğu bir cumhuriyete dönüşmesi için çalışmaya devam edeceğim.
|