Federal İçişleri Bakanlığı’nın 2012 tarihli raporuna göre, Almanya’da yaşayan nüfusun %15,7’si, yani 12,8 milyon insan göç kökenli, yani çokdillidir. Çokuluslu aileler de dikkate alındığında, Almanya’da her üç çocuktan biri çokdilli büyüyor ya da Almanca dışında bir kökendiline sahip. Berlin Disiplinlararası Çokdillilik Kuruluşu (BIVEM) Berlin Genel Dil Araştırmaları Merkezi (ZAS) tarafından, Berlin senatosunun desteğiyle kurulmuştur. BIVEM çokdillilik araştırmalarından elde edilen sonuçların okul öncesi alanda ve ilkokul çağında birer somut destek girişimine dönüştürülmesi için çaba gösteriyor. Çalışma yürüttüğü bir diğer alan da, çokdilliliği etkileyen faktörler arasındaki karmaşık ilişkilerin anlatılmasıdır. Bu çok önemli, çünkü çokdilli çocukların dilsel gelişiminde ortaya çıkan sorunların nedenleri her ne kadar anlaşılıyor görünse de, bunlar politika ve basın tarafından çokluk alelacele ve bilimsel incelemeler dayanak alınmadan yeni programların uygulanmasında kullanılıyor. Örnek: Eğitim politikacıları yıllardır ilkokul öğrencilerinin bir bölümünün Almanca bilgilerinin yetersiz olduğu ve bazı eyaletlerde her iki çocuktan birinin planlı dil desteğine gereksinim duyduğu yönünde alarm veriyor. Berlin’de çocuk doktorları ve çocuk ve gençlerden sorumlu sağlık hizmetleri tarafından okula başlarken yapılan zorunlu incelemeler, beş yaşındaki göç kökenli çocukların ortalama %20,9’unun tümcelerin tekrarlanmasında ve %23,2’nin sözcüklerde çoğul oluşturmada yaşadığını gösteriyor (Oberwöhrmann, Bettge 2012: 64 1). Yüzeysel olarak çokdillilik ve kötü Almanca bilgisi arasında açık bir bağlantı olduğu görünüyor ve 13 Mayıs 2013’te Frankfurter Allgemeine Rhein-Main gazetesinin internet yayınında “eksik Almanca bilgisi: Evde çokluk yalnızca Türkçe konuşuluyor” ifadesi yer alıyor (www.faz.net/aktuell/rhein-main/mangelnde-deutschkenntnisse-zu-hause-wird-oft-nur-tuerkisch-gesprochen-12181881.html). Aynı gün neredeyse tüm günlük ve haftalık gazetelerin internet yayınlarında, Die Welt, Der Spiegel, Bild ve Hamburger Abendblatt da dahil, benzer haberlere yer verilmiştir.
Berlin Genel Dil Araştırmaları Merkezi’nin bir araştırmasında ortaya konduğu gibi, (ebeveynlerin Almanca bilgileri anadili düzeyinde olmadığı halde) göç kökenli ailelerden evde Almanca konuşmalarını istemek, yanlıştır. Annegret Klassert und Natalia Gagarina bu araştırmada ebeveynlerden kaynaklı girdilerin ikidilli büyüyen göçmen çocuklarının dilsel gelişimi üzerindeki etkisini incelemişlerdir2. Bu araştırmanın arkaplanında yatan soru, çocuklarının dilsel gelişimini en elverişli biçimde desteklemek üzere göç kökenli ebeveynlerin hangi dili konuşmalarının uygun olacağından hareket etmiştir. Bu soruyu yanıtlamak amacıyla, Berlin’de yaşayan, dört ila altı yaş arası, Rusça konuşan ailelerden gelen 45 göçmen çocuğun katıldığı bir inceleme yapılmıştır. Evde hangi sıklıkla Almanca konuşulduğuna göre ayrılan üç grup birbiriyle karşılaştırılmıştır. İstatistik değerlendirme Almanca bilgisi temel alındığında gruplar arasında hiçbir farklılık olmadığını, ancak Rusçada özgül farklılıklar olduğunu göstermiştir. Buna göre Almancanın göç kökenli ebeveynler tarafından kullanımının, çocukların Almancalarını geliştirmek açısından destekleyici bir etkiye sahip olmadığı kanıtlanmıştır. Ama bu çocukların kökendili Rusçanın gelişmesi, ebeveynlerin sunduğu dilsel olanaklara belirleyici ölçüde bağlıdır. Kökendiline egemen olunması çocukların kimlik gelişimi yönünden son derece önemlidir. Dil, bir yandan onu konuşan bir dil topluluğunun kültürüyle yakından bağlantılıdır. Bayramlar ve ritüellerin başka bir dile aktarılması kolay değildir. Öte yandan kökendili, çocuk ve ebeveyn arasındaki bağ açısından da önemli. Ebeveyn-çocuk-ilişkisi genelde ebeveynlerin kökendili üzerinden şekillenir. Birbiriyle iletişime geçme olanakları kısıtlandığında ve örneğin çocukların kökendilinde sahip oldukları sözcük varlığı sorun ve çatışkıların tartışılmasına yetmiyorsa, gençlik çağında ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkinin yitirilmesi olasıdır. Bunun aksine ebeveynlerin çoğu durumda çevre dili olan Almancaları, çocuklarıyla iletişime geçecek düzeyde gelişmiş değildir. Sözü edilen sonuçlara dayanarak anadilinin ebe- veynler tarafından kullanımı yalnızca desteklenebilir. Çocukların ev dışındaki günlük yaşantıya entegrasyonu ve Almancayı başarıyla edinebilmeleri için, en erken yaşta Almanca ile temasta olmaları, bu dili oldukça çok duymaları ve üretmeleri ise buna rağmen çok önemlidir.
Birden çok dilin eşzamanlı öğreniminin bir çocuğa yük oluşturduğu varsayımının aksine, çokdillilik, diğer ifadeyle, birden çok dile egemen olmak, dezavantajlı olmaktan çok avantajlı bir durumdur. Ama çokdilli çocukların dilsel becerileri tekdilli çocukların dilsel becerilerinden farklılık gösterebilir ve yüzeysel bakıldığında yanlış çıkarsamalara neden olabilir. Tekdilli dil edinimine kıyasla iki dili edinmede izlenen yol çoğu zaman eksik ve boşluklarla dolu görünür (örneğin sözlüksel bakımdan). İkidilli büyüyen çocukların dili, tekdilli büyüyen, özgül dil gelişimi bozukluğu olan (SSES) çocukların diliyle yüzeysel olarak başlangıçtaki benzerliği gösterir. Ancak sorunlu görünen durumlar, SSES bulgularının aksine, dil edinimi engellenmeden yürüyebildiği oranda, ikidilli çocuklarda yaş ilerledikçe kaybolur. İkidilli çocuklar hala tekdilli çocuklar için tasarlanmış testlere tabi tutulduğundan, yapılan tanılamalar çok sık hatalı olmaktadır. Tekdil standartlarına göre, ikidilli dil edinimleri normal bir ilerleme gösteren çocuklar, dil bozukluğu olan çocuklar olarak kabul ediliyor, damgalanıyor ve belki de gereksiz ve anlamsız bir dil terapisine gönderiliyor.
Bu bulgulara dayanılarak, dil terapisi kapsamında çokdilliliğe şu an daha fazla dikkat gösteriliyor. 22-23 Şubat 2013 tarihlerinde Alman Akademik Dil Terapistleri Federal Birliği (dbs) “Dil Terapisi Bağlamında Çokdillilik” konulu 14. bilimsel sempozyumunu düzenlemiştir. Çokdilli insanlar eğer dil gelişim bozukluğu yaşıyorsa ya da afaziden (söz yitimi) etkilenmişse, sözkonusu dilsel olayın eksik Almanca bilgisinden mi ya da (edinilmiş) dil bozukluğundan mı kaynaklandığı sorusu gündeme geliyor. Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı çokdillilerin genel yeterliğinin ve de ilkdil yeterliklerinin saptanması önemlidir. İlkdilde tanılama, SSES tanılamasına önemli bir katkı sunuyor (Sachse göre 20073). Belirtilen dilsel gelişim bozukluğu (SSES), geleneksel olarak, bulunulan yaşın zeka düzeyine denk düşmeyen ve yaş normunun en az 1,5 SD (SD: standart değerden sapma oranı) altında olan eksik anlatımsal (expressiv) ve algısal (rezeptiv) dilsel başarımları kapsar. Çevre dilinde (Almancanın) yaşanan dile özgü gecikmelerin aksine, SSES’ler (dil gelişim bozuklukları) ikidilli çocuklarda her iki dilde görünür. Bunlar dilbilgisine özgü bozukluklardır, bir diğer ifadeyle incelenen dilin yapısına bağlıdır, böylece her dilin gelişim aşamaları farklılık gösterdiğinde, bir karşılaştırma yapmak zor olabilir. Bu karşılaştırma, kıyaslanmak istenen dillerde dil düzeyi ölçümü için kullanılan testlerin birbiriyle karşılaştırması olanaksız olduğunda özellikle zordur. Desteğe gereksinim duyan olan çocuk sayısının yüksek olması nedeniyle, çocuk yuvalarının bu görevle başa çıkamadıkları açıktır. Personel azlığı ve bakıcıların tanılama konusunda yeterli bilgi sahibi olmamaları, uygun destek çalışmalarının eksikliği dikkate alınması gereken birer sorun oluşturuyor. BIVEM kapsamında, bakıcıların yeni görevleri yerine yetirebilmek için en iyi biçimde nasıl eğitilebileceği sorusu da inceleniyor. Ve çocuklarını kendileri desteklemek isteyen çocuklar için Genel Dilbilimleri Merkezi’yle birlikte birden çok dile çevrilmiş bir oyun hazırlandı ve bu oyuna internet üzerinden de erişmek olanaklı (www.frepy.eu). Tekdilli dil edinimi sonuçlarından çıkarsanması olanaksız çokdilli dil ediniminin, kendi yasalarını izlediği bilgisi, henüz çok yeni bir bilgi olduğundan, çokdillilik koşulları altında dikkat çeken dilsel olayların nedenini bulmak üzere birçok sorunun yanıtlanması gerekiyor. Örneğin burada dil terapistlerinin yöntem repertuarlarını Almanca ve Rusça ya da Almanca ve Türkçe sunup sunmamaları ya da dilsel yapıların terapisinin örnek olarak bir dilde gerçekleşmesinin yeterli olup olmadığı gündemde olan bir sorudur. Yalnızca dil terapisi mi dilsel semptomlar üzerinde bir etkide bulunur ya da erken yaş pedagojisi veya özel eğitim pedagojisi uygulamaları daha mı uygundur? Bir çocuğun destek ya da dil terapisi gereksinimi olduğunu karara bağlamak için edinim sürecinde dikkat çeken durumların nereden kaynaklandığını saptamak zorunludur. Çokdilli çocuklarda dilsel gelişimin, dil öğreniminin ve dil rehabilitasyonunun nasıl bir görünüm sergilediği kesinleştirilmek zorundadır. Çokdilli çocuklarla çalışmada ne tür ek kaynaklara gereksinim duyulmaktadır?
BIVEM’in gerçekleştirdiği tarzda bilimsel araştırmalar, erken yaşta dil tanılaması ve dil destek programlarının geliştirilmesi için temel oluşturmaya yarayan son derece önemli sonuçlar ortaya koyuyor. Dil destek programlarının geliştirilmesinde bağlantıların salt yüzeysel olarak oluşturulması değil, aksine bilimsel araştırma sonuçlarından yararlanılması çok önemlidir. Bu sonuçlardan örneğin başarılı bir kökendili (anadili) ediniminin göç kökenli ailelerden gelen çocukların süregiden (dilsel) gelişimleri açısından belirleyici bir önemi olduğunu çıkarsamak olanaklıdır.
1 Oberwöhrmann, S., S. Bettge, et al. (2013). „Migrationshintergrund als Einflussfaktor auf die kindliche Entwicklung im Einschulungsalter – ein multivariates Modell” Gesundheitswesen 74(04): 203–209.
2 Klassert, Annegret & Natalia Gagarina. 2010. Der Einfluss des elterlichen Inputs auf die Sprachentwicklung bilingualer Kinder: Evidenz aus russischsprachigen Migrantenfamilien in Berlin. Diskurs Kindheits- und Jugendforschung 4. 413-425.
3 Sachse, S. 2007. Neuropsychologische und neurophysiologische Untersuchungen bei Late Talkers im Quer- und Langsschnitt. München: Verlag Dr. Hut.
|