Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • ÖNCEKİ YAZI
  • SONRAKİ YAZI
  • 29. Sayı / Kasım-Aralık 2013



    Die Gaste 29. Sayı / Kasım-Aralık  2013

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Gençlerin Farklılıkları ve
    Eşitsizlikleri ile Başaçıkmak
    [Umgang mit Unterschieden und Ungleichheiten bei Jugendlichen]


    Prof. Dr. Susanne SPİNDLER
    (Darmstadt Yüksekokulu Sosyal Çalışmalar ve Sosyal Politikalar Enstitüsü)

    ... ebeveynlerin ilkokul seçimlerini, büyük ölçüde belirli bir ilkokula devam eden çocukların ağırlıklı olarak göçmen çocukları olup olmaması sorusu belirlemektedir. Sorunun yanıtı “evet” ise, kendi çocuğunu başka bir okula kaydetmek için, taşınmadan ikamet yeri belgesini değiştirmeye kadar varan stratejilere başvurulmaktadır.


        Heterojenlik günlük yaşantıda olağan bir durumdur, eğitim sisteminde ve pedagoji kurumlarında da aynı durum geçerlidir. Ancak "çeşitlilik" salt algılanabilen ya da algılanamayan, yan yana varolan farklılıkların birbirini dans ederek izlemesi değildir. Bu farklılıklar, aksine, genelde hiyerarşiktir, değerlendirmelerle bağlantılıdır, sosyal, ekonomik ve kültürel eşitsizliklere dönüşmekte ve böylece toplumda fırsat eşitsizliklerine neden olmaktadır. Bu fırsat eşitsizliklerini eğitim sistemi örneğinden yola çıkarak, bunun gençler üzerinde yarattığı sonuçları ve gençlerin gösterdiği tepkiyi irdeleyeceğim.
        Medya veya siyaset, eğitimdeki eşitsizliği –doğru olmadığı bilindiği halde– çoğunlukla göçmen ebeveynlerin eğitime sözde yeterli ilgi göstermemesiyle ya da bir "dil sorunu" veya göçmenlerin kendi genel (kültürel) başarısızlıkları olarak açıklamaktadır. Bununla birlikte eğitim sisteminin içerdiği eğitim fırsatlarının dağılımı çok eşitsizdir. Göç kökenli çocuklara uygulanan kurumsal ayrımcılığın etki gücünü, 2002'de, Mechtild Gomolla ve Frank-Olaf Radtke sistematik olarak incelemişlerdir. O zamandan bu yana bazı iyileşmeler saptanabilmektedir, ancak temel eğilim devam etmiş ve merkezi sorunların yaşandığı alanlar varlığını sürdürmüştür: Bu alanlar göç ve göç kökenli olmayan çocukların farklı okul türlerine eşitsiz dağılımıdır. Göçmenlerin hauptschuledeki sayıları ortalamanın üzerindedir ve liselerdeki payı oranlarının altındadır. Üçlü sistem, eşitsizliği göç ve sınıf kökeni temelinde yaratmakta ve yeniden üretmekte ve böylece toplumsal dışlamanın bir öğesi olmaktadır. 2012'de de Stefan Wellgraf hauptschuleler üzerine yaptığı araştırmada, okul sisteminin seçme mekanizmalarını kurumsallaştırdığı, eşitsizliği yeniden ürettiği ve bunu kendi verdiği eğitim ünvanlarıyla meşrulaştırdığı sonucuna varmıştır. Böylece ileride mesleki ve sosyal biyografiler üzerinde yaratacağı tüm sonuçlarla toplum tarafından yapılandırılmış sosyal sıradüzenleri bireysel başarım özelliklerine dönüştürülmektedir (bkz. Wellgraf 2012: 96 ve devamı). Toplumsal söylemde kedi kendi kuyruğunu ısırmaktadır: Eğitime uzak olmak alt katmanda kalmaya ya da alt katmana düşmeye neden olmakta, yahut alt katman aidiyeti insanların eğitimden uzak olmalarına yol açmaktadır. Sınıflar, öncelikli olarak eğitime uzaklık ya da yakınlıkları üzerinden oluşmakta ya da varlıklarını sürdürmek- tedir. Bu, tam tersine, toplumun tüm üyeleri için bir dezavantaj değildir. Dışlama mekanizmaları (genelde beyaz, göçmen olmayan) orta ve üst katman çocuklarının "miras hakkı" olarak görülen konumları garanti altına almaktadır. Bu çoğu durumda hegemonyal ilişkilerin korunmasına etkin katkı sunar. Berlin'de Göç ve Entegrasyon İçin Alman Vakıfları Danışma Kurulu'nun (2012) yaptığı bir araştırmada görüldüğü gibi, ebeveynlerin ilkokul seçimlerini, büyük ölçüde belirli bir ilkokula devam eden çocukların ağırlıklı olarak göçmen çocukları olup olmaması sorusu belirlemektedir. Sorunun yanıtı "evet" ise, kendi çocuğunu başka bir okula kaydetmek için, taşınmadan ikamet yeri belgesini değiştirmeye kadar varan stratejilere başvurulmaktadır. Bunun temelinde, göçmen çocukların varlığının öğrenim başarısını frenlediği ve bir okulun kalite düşüklüğünü ifade ettiği varsayımı yatmaktadır. Böylece bu "gizlenmiş ayırma çabaları" belirli semtlerde, semt sakinlerinin heterojenliğinin öğrencilerin birleşimine yansımasını engellemektedir. Çoğu durumda zaten göç ve sınıf kategorilerine göre ciddi ölçüde ayrıma tabi olmuş semtlere bakıldığında, bu gizlenmiş çabalar, ayıklanma sürecinin bir diğer öğesi olmaktadır.
        Belirli bir semtten geliyor olmak, yoksulluk ve çoğu kez göç kökenlilik eşitsizlik çizgileri olarak diğer farklılıkların "üstünü örtmektedir". Çeşitliliği algılamanın sınırları varlığını göstermekte ve aynı zamanda yoksulluk gibi her farklılığın öylece kabul edilemeyeceği açığa çıkmaktadır. Heterojenlik ile ilgilenmek yalnızca okullarda değil, resmi olmayan (eğitim) kuruluşlar(ın)da da bir konudur: Gençlere açık hizmet veren birimlerde (çocuk merkezli yöntemlerle çalışan kuruluşlar), gençlik merkezlerinde, dezavantajlı koşullar nedeniyle gençlerin öznelliğinin silindiği ve kişi ve kişiliklerin çokyönlü farklılıklarının artık algılanamaz olduğu saptanabilmektedir. Durumu somutlaştırmak için, ziyaretçileri heterojen olan mezhepsel bir gençlik evinin sosyal çalışma görevlisinden alıntı yapalım. Görevli dezavantajlı yerleşim yerlerinden gelen ziyaretçilerin bir kısmı hakkında konuşuyor, birçok göçmen de bu ziyaretçilere dahil: "Onlar altyapı oluşturan yaşam deneyimlerine sahip değiller. Bu da onların kendine güvenmemesine neden oluyor ve gelecek vadeden bir şeyler bulmalarını çok zorlaştırıyor. Okulda da onlarla karşılaşıyor ve tamamen isteksiz olduklarını görüyorum, hatta hedefleri de yok, eğitimin önemli olduğu bilgisine de sahip değiller, bir nevi 'yarın ne olur, kim bilir' ve 'zaten hiçbir şansım yok' anlayışı egemen
        Mağduriyet yaratan ilişkiler, farklılığın temel kategorisi olarak sınıf ilişkileri, kişiliklerin değerlendirilmesine de hizmet etmektedir; sınıfsal kökenle bağlantılandırılan özdeşlikler gündemdedir. "Kimin konuştuğu" da bu bağlamda bir rol oynamaktadır. "Normallik" (beyaz) orta katman üyeleri tarafından oluşturulduğu ve onlar tarafından değerlendirildiği sürece, "diğerleri" algısı ve nitekim orta katman üyesi olmayanların "farklı oluşu" devam edecektir.
        Yalnızca tekil özneler gruplar halinde toplaştırılmakla kalmamaktadır, öte yandan grupların da özellikleri standartlaştırılmaktadır. Heterojen ziyaretçi gruplar söz konusu olduğunda, ortak paydalar aramanın hedeflenmediği, aksine gençlere açık hizmet veren birimlerde dahi bu heterojen gruplar için birbirinden ayrı olanaklar sunulduğu görülmektedir. Buradaki tehlike, gençlerle yürütülen okul dışı çalışmalarda da cinsiyet, etnisite ya da sınıf gibi makro etmenlerin, gençlerin günlük yaşamlarını kategorileştiren öğelere dönüşebilmesinde yatmaktadır. Bu durumda bireyler ve onların stratejileri gözden kaçabilir.
        Şimdi de yüzümüzü gençlere çevirelim. Hiyerarşileştirme süreçleri mağdurlar açısından sonuçsuz kalmaz. Okul sistemi ve çoğu kez gençlere sunulan diğer (eğitsel) olanaklar toplumun heterojenliğiyle olan ilişkisini temsil eder ve onlar her şeyden önce şunu yaparlar: Seçme. Yapılan ve sonucu neyin "değerli" ya da neyine "değersiz" olduğunun saptandığı bu "iyi" ve "kötü" öğrenci, "bir şeyler bilen" ve "hiçbir şey bilmeyen" çocuk ayrımını yalnızca az sayıda genç kendi gücüyle aşabilmektedir. Bu gençler, henüz çocuk yaşta, yetişkin olduklarında da onların eşitlenmemesine yol açan bir eşitsizlik uygulamasına maruzdurlar.
        Bu olgu çokluk günlük yaşantıya egemendir, hegemonyal toplumsal söylemin öngördükleri dışında gençlerin kendi koşullarını tersine çevirmek için çok az fırsatları bulunmaktadır. Onlar isteseler de istemeseler de kendi toplumsal koşullarıyla uğraşmak zorundadır. Buna rağmen tepkiler çokyönlüdür: Öfkeden umutsuzluğa, hiyerarşinin özümsenmesinden direniş stratejilerine kadar birçok farklı tepki görülmektedir. Birkaç örnek: Ayrımcı koşullara tepki olarak yorumlanabilecek kendi kendine etnisiteleştirme süreçleri başgöstermektedir. Damgalanmış bir semtte yaşamak, hegemonyal söylemin yadsıdığı, ama birlikte yaşam ve birbirine kenetlenme alanları bulunabildiğinden, bu semtlerde çoğu kez damgalanmışlığa inat bir özdeşleme zemini sunmaktadır. Klikler yaşadıkları mekanın ya da semtlerindeki bir sokağın adını kendilerine vermekteler. Bu ya da bir başka semte ait olunduğunu ve belki de ek olarak hangi ülkeden gelindiğini (veya ebeveynlerin hangi ülkeden geldiklerini) gösteren adlar gururla üstlenilmektedir. Çoğu durumda başarıya ulaşmasalar da, kendini yetkili kılma süreçleri gözlemlenebilmektedir: Örneğin aşırıya kaçan erkeksi formların sahnelenmesiyle, güç sahibi olmak için cinsiyeti kullanarak zayıf toplumsal konumlardan çıkmaya çalışıldığı görülmektedir. Öte yandan küreselleşme ve ulus-ötesiliğin çokyönlü aidiyetleri ve melez özdeşlikleri olanaklı kıldığı bilinmelidir. Erol Yıldız'ın (2011), örneğin "göçmen-sonrası" olarak adlandırdığı ve yorumladığı yaşam tasarımları da varlığını göstermektedir. İkinci ve üçüncü kuşağın ayrımcılıklarla ilişkisinde inatçı stratejiler mevcuttur. Gençlerin özetnisiteleştirmenin yanı sıra kendilerine yönelik isnatları yaratıcı bir şekilde farklı yorumlamaları söz konusudur ya da yıkıcı siyasi stratejilerle hareket etmektedirler. Arkadaş çevresine ve ailelere dayanan ulus-ötesi ilişkiler ve ebeveynlerin göç geçmişi vb., mekan ve yaşam tarzları hakkında düşünmenin yeni perspektiflerini açıyor. Böylece aidiyetler "ulus" ya da "sınıfın" darlığından sıyrılabiliyor. "Öznel olanaklar alanında" (Klaus Holzkamp) yaşanan bu gelişme, "şu veya bu şekilde davranabilme imkanı", toplumsal isnatların önüne geçiyor ve gençleri bu toplumsal isnatların etkisinde tutma çabalarının garip, modası geçmiş çabalar olarak yansımasına neden oluyor. Eğitim kurumları ve diğer pedagojik kuruluşlar bu olanakları algılamalı ve hesaba katmalıdırlar, çünkü bu olanaklar gençler için büyük bir kaynak oluşturur ve bireye odaklanılmasını sağlar.
     
        Kaynak
        Gomolla, Mechtild/Radtke, Frank-Olaf (2002): Institutionelle Diskriminierung. Die Herstellung ethnischer Differenz in der Schule. Opladen.
        Holzkamp, Klaus (1983): Die Grundlegung der Psychologie. Frankfurt/Main.
        Sachverständigenrat deutscher Stiftungen für Integration und Migration (2012): Segregation an Grundschulen. Der Einfluss der elterlichen Schulwahl. In: http://www.svr-migration.de/content/wp-content/uploads/2012/11/Segregation_an_Grundschulen_SVR-FB_WEB.pdf
        Wellgraf, Stefan (2012): Hauptschüler. Zur gesellschaftlichen Produktion von Verachtung. Bielefeld.
        Yildiz, Erol (2011): Die Öffnung der Orte zur Welt und postmigrantische Lebensentwürfe. http://www.uni-klu.ac.at/frieden/downloads/yildiz-artikel-postmigrantisch.pdf