Almanya ile Türkiye arasında işçi gönderimini öngören anlaşma 1961 yılında imzalandıktan sonra, geride kalan 50 yıl içerisinde göçmen işçilerin Alman ekonomisine yaptıkları katkılardan övgüyle söz edilirken, başta biz Türkler olmak üzere, göçmenlerin işsizlik, uyum ve eğitim gibi güncel sorunları bu vesileyle her defasında masaya yatırıldığını da biliyoruz.
Gelecekte göçmenlerin Alman toplumuna daha iyi uyum sağlayabilmeleri için her iki tarafın da daha fazla çaba harcaması gerektiği kaçınılmazdır.
Dolayısıyla yarım asırlık göç tarihi boyunca Almanya’da üzerinde en çok konuşulan konulardan biri; bugün sayıları 7,5 milyonu bulan göçmenlerin Alman toplumuna uyum sorunuydu. 1. ve kısmen 2. nesil uyum sürecinde dil sorunu yaşarken, burada doğup büyüyen 3. ve 4. nesil göçmen gençlerin eğitim ve kimlik sorunları ise gündemden düşmediği gibi, biz göçmen Türkleri de yakından ilgilendirmektedir.
Uyum konusunda sporun çok önemli bir rol oynadığı herkes tarafından bilinmektedir (Federal Hükümetin bu alanda yaptığı çalışma ve teşviklerden de bilindiği üzere), sporun birleştirici, din, dil, renk ayrımı olmaksızın herkesin bir arada
dostça etkinlikler yapmasına zemin hazırlayıcı özelliğini buradan, bu yazımızla bir kez daha vurgulamak istedik. Ve bu
felsefesinden yola çıkarak gurbette yaşayan insanlarımıza sporun, egzersizin ve hareketin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar görmekteyiz.
Dünya Sağlık örgütü (WHO) sağlığı “Bireyin kendisini fiziksel, duygusal (psikolojik) ve sosyal yönden mutlu hissetmesidir” diye tanımlar. Bu da şu anlama gelmektedir: Sağlıklı bir vücut, sağlıklı bir ruhsal yapı ve çevresi ile sosyal yönden olumlu ve sağlıklı ilişki kurabilen insan.
Tabii ki! İnsan öncelikle sağlıklı, kendisi ile uyumlu ve barışık olmalı ki, daha sonra da çevresiyle iyi bir iletişim kurabilsin. İyi bir iletişim çok iyi bir alışveriş anlamına da gelmektedir, kendi düşüncemiz ne kadar önemli ise, başkalarının düşüncesi de o denli önemlidir! Almanya’da yaşayan biz göçmen Türklerin özellikle uyum konusun-da yaşadığımız sorunların, aslında bir bakıma kendi öz sağlığımızla ilgili bazı sorunlardan kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Bu bağlamda, yazımda bireyin hem fiziksel ve hem de sosyo-psikolojik yönden daha sağlıklı bir yapıya nasıl ulaşabileceğini tartışmaya çalışacağım.
Yukarıda sözünü ettiğimiz kavramları biraz daha açarsak; spor ya da hareket kavramları farklı kişiler tarafından değişik biçimlerde açıklanmış olsa da, sonuç olarak ortak bir noktada birleştiğini görmekteyiz. Bize göre spor ya da hareket, “Organizmanın belirli bir süre içerisinde efor ve enerji harcayarak belirli bir sonuca ulaşıp, ortaya bir ürün koymasıdır (S. Hasirci 1991)”. Sporun amacında belirli bir skor yattığı gerçeği olduğundan (gol, rekor, şampiyonluk vs.), bu konulara değinmeden, yazımızda,
asıl amacımız olan hareket, egzersiz ve sağlık kavramlarına biraz daha fazla
yer vermek istiyoruz.
Hareket
Hareket, kavram olarak çok geniş bir anlam taşır ve insan yaşamında önemli bir yeri vardır. İnsan organizması anne rahmine düştüğü günden itibaren başlayan hareketine, doğum sonrasında da devam eder ve bu işlevini
ölene kadar sürdürür. Kısacası hareketsiz bir yaşamı düşünmek hemen hemen mümkün değildir. Bu durum çocuklar için ise ekmek ve su kadar gerekli ve önemlidir.
Canlı Organizmaların neden hareket etme ihtiyacı olduğunu, biz spor bilimciler Motivasyon kavramıyla daha kolay bir şekilde açıklamaktayız. Motivasyon Latincede Movare’den türetilmiş bir kelimedir, bunun anlamı da, kısaca hareket etmektir, bu durum güdülenme kavramında aşağıda olduğu gibidir.
Gereksinim—Dürtü—Güdülenme —Davranış = Sonuç
Organizmanın hareket etmesi için öncelikle buna ihtiyaç duyması gerekir, ardından bu ihtiyacını karşılayacak nesneye doğru eğilim gösterir (örn: Susayan bir insanın su, acıkan bir insanın da yeme ihtiyacını gidermeye
eğilim göstermesi). Bu gereksinimden sonra organizmada bir dürtü oluşur, dürtüden sonra güdülenme, dolayısıyla ardından bir davranış değiştirerek bir sonuca ulaşır, yani
hareket etme eylemi gerçekleşir.
çocuğun doğum öncesi dönemden itibaren hareket ile iç içe olduğunu daha önce de açıklamıştık! Bu durumu hiç bir zaman göz ardı edemeyiz. Ancak dokuz ay, ya da tıp dilinde olduğu gibi 40 hafta sonra dünyaya gözlerini açan bebek artık dış koşulların kucağına adımını atar ve hareketlerini her gecen gün daha belirli bir düzeye ulaştırma çabası içerisine girer. Başlangıçta hareketler istem dışı ve refleks hareketler olmasına rağmen, daha sonra
istemli hareketler haline dönerek, kendi başına hareket etme eğilimi arttırır.
Bu nedenle çocuklar için yasaklar ve engellemeler, çocuğun yeteneklerinin gelişmesine engeller. Bunun için, çocuğun yaşamının sürdürüldüğü alanın oldukça önemli olduğunu, kent ve kırsal alanda yaşamanın çocuğa kazandırdıkları ve kaybettirdiklerinin var olduğunu, kentlerde yaşayan
ailelerin, çocuklarıyla neden spor alan- larına taşındıklarını, bu arada çok iyi kavramak gerektiğini ve altında yatan nedenlerin neler olduğunu mutlaka
bilmeliyiz.
Şayet bizler ileride sağlıklı bir toplumu düşünüyorsak, o halde çocuklarımızı erken yaş dönemlerinden itibaren sağlıklı bir fiziksel gelişimleri için, sporun farklı alanlarında kendi yetenek ve fiziksel yapılarına uygun
dallarda eğitim görmelerini özendirmeliyiz. çünkü hareket, egzersiz ve spor, çocuklara daha o yaşlardan itibaren paylaşmayı, kurallara uymayı, zamanı iyi
kullanmayı, toleransı, kendi vücutlarının neleri yapabilip neleri yapamayacağını, özveriyi, kendine güveni, sosyalleşmeyi ve her şeyden önemlisi başkalarının haklarına saygı duymayı öğrenmesine, dolayısıyla demokratikleşmesine katkı sunar. Kısacası diğer
gelişimlerine de (zihinsel, duygusal, ahlaksal, sosyal gelişimine) olumlu
etkiler yapar.
Evrim ve Gelişim
İlkel toplumlardan bugüne kadar insanı incelediğimizde, onun bir yığın evrimden geçtiğini görürüz, bununla ilgili teoriler günümüzde hala tartışma konusudur, bu tartışma bizleri çok ilgilendirmese de, burada tartışılan insan ve onun bedensel eğitimi önemli bir yer tutar.
İnsan ağırlığının kadınlarda %35’ini erkeklerde %40’ını iskelet oluşturur. İskelet ise hareket sistemimizin temelini oluşturur, ama
iskelet bu görevini kas, eklem ve sinir sistemi ile birlikte icra eder.
Endüstri devriminin başlaması ile (19. yy) otomatikleşmeye geçiş (özellikle gelişmiş ülkelerde bu durumu rahatlıkla görmekteyiz). İnsanların kaba kuvvetine ihtiyacın azalmasıyla; 20.yy’dan itibaren hareket etmemizde azalmalar olmuştur (Makinalaşmanın sonucunda daha
az hareket etmekte ve daha az kas gruplarımızı çalıştırmaktayız). Bunun sonucunda da bir yığın rahatsızlık ve hastalıkla (özellikle kalp ve solunum sistemi ile ilgili rahatsızlıklar) karşı karşıya
kaldık.
Egzersiz ve Sağlık
Egzersiz ve sağlık konusuna değinmeden önce organizmamızın hareket mekanizmasına kısaca değinmekte yarar görmekteyiz; Hareket mekanizmamızı eklem- ler, omurga, kemik, kas ve sinir
sistemimiz oluşturur. Yeterli ve zamanında yapılmayan egzersiz sonucunda ortaya
çıkacak sorunları aşağıda açıklamaya çalışacağız.
Hareket mekanizmasının ekleme, omurgaya, kemik, kas ve sinir sistemine etkisi
Eklem şayet stabil (sağlam) değilse harekette zorlanmalar olur ve bu durumda Artroz denilen rahatsızlığı oluşturur. Omurga şayet yetersiz kas kuvvetimiz varsa bu duruş bozukluklarını ve dolayısıyla de
omurga rahatsızlıklarını oluşturur. Kemiklere yapılan yetersiz ve yanlış yüklenmeler sonucu Osteoporose denilen kemik hastalığına yakalanma riski kaçınılmazdır. Kaslarla ilgili olarak da kas zayıflığı sonucunda hareketleri tam
anlamı ile yapamama dolayısı ile kötü motorik ve buda organizmada sakatlanmalara yönelik artış eğilimi gösterir.
Hareketin Organizmamıza Etkileri
Egzersizin kalp-kan dolaşım sistemimize etkisi: Hareket etmeme sonucunda kan basıncı yüksek, kan basıncı da (hiper-tansiyon) kalp-damar ve beyin damar rahatsızlığına
yol açar, bunun sonucunda da kalp krizi ve beyin kanaması riski artar. Diğer taraftan
atar damar kireçlenmesi sonucunda da tiryaki bacağı denilen hastalığa ve bacağın kesilmesine kadar yol açar.
Egzersizin metabolizmamıza etkisi: Hareketsizlik sonucunda yağ metabolizmamızda kolesterinin yükselmesine (HDL-LDL) neden olur, ki bu da kan şekerimizde Typ II diyabet (şeker)
hastalığı riski arttıracaktır, ya da metabolik sendrom dediğimiz kan şekeri yüksekliği sonucunda atardamar tıkanmasına ve bu durumda da yağ metabolizması
rahatsızlığını gündemine taşıyarak fazla kilo almamıza neden olacaktır.
Egzersizin sinir sistemine etkisi: Psişik sinir sistemimiz, sürekli stres altında kaygımızın artmasına neden olurken, kaygı da depresyona
neden olur, ayrıca, sürekli stres vegetatif sinir sistemimizi etkileyerek yüksek kan basıncına neden olur ve bu da kalp krizi eğilimini arttırır.
Egzersizin bağışıklık (immun) sistemine etkisi: Vücudumuz enfeksiyonlara karşı koymada zayıflama gösterir ve bu da hastalık eğilimini oluşturur dolayısıyla enfeksiyonel
Hastalıklara yakalanmak kaçınılmazdır. Hareket ve egzersiz vücudumuzun bağışıklık (immun) sistemini güçlendirir.
çocuk ve gençlerde egzersiz ve hareket
Yaşam koşulları daha evvel de belirttiğimiz gibi modern teknolojinin etkisiyle özellikle son 50 yılda gençleri ve yetişkinleri oldukça farklı bir boyuta taşımıştır, hareket etmekten uzak durağan bir yaşam, özellikle aile ve okul çevresinde gittikçe artan erken hastalık riskini de beraberinde getirmiştir. Bu hastalıklar hem
fiziksel ve hem de duygusal anlamda artmaktadır, bunları kısaca özetlersek:
1. Hareketsizlikten doğan rahatsızlıkların başında; fazla kilo ve dolayısıyla
duruş bozukluğu
2. Duygusal-fiziksel (psikosomatik) rahatsızlıklar; yeme bozukluğu, iştahsızlık
(aşırı zayıflık) ya da oburluk
3. Duygusal (psikolojik) rahatsızlıklar; kaygı ve korkunun artması, baskı ve
şiddete başvurmada artış, depresyon ve dolayısıyla intihara (Suizid) kadar
yaşanan olaylar.
4. Duygusal-Sosyal (psikososyal) rahatsızlıklar; Alkol ve uyuşturucu
bağımlılığı, şiddete eğilim, polisiye (kriminal) ve şiddet olaylarına eğilimde
artış.
çocuk ve gençlerle ilgili yapılan bazı araştırma sonuçları:
– Düzenli bir biçimde (performans sporu değil) spor yapan çocuklar enfeksiyonel rahatsızlıklara karşı daha iyi karşılık verdikleri, yani bu
rahatsızlıklara daha az yakalandıkları görülmüştür (BIENER 1987).
– Egzersiz yapan çocuklarda kemik erimesi (Osteoporosi) rahatsızlığına, yapmayanlara oranla daha
az rastlandığı görülmüştür (VIDIK 1980).
– Egzersiz aracılığı ile daha stabil (sağlam-güçlü) olan kaslar sayesinde 60-80 cm. yükseklikten atlamalar sonucunda ortaya çıkan sakatlanmalar minimal düzeye inmiştir (SCHMIDT BLEICHER; GOLLHOFER 1982).
– Hepsinden önemlisi spor yapan çocuklar-gençler yüksek bir psiko-sosyal iletişim kurabilme yatkınlığına sahip olabilmektedirler
(BERND, 1988).
Kaynakça
AKGÜN.,N: Egzersiz Fizyolojisi İzmir 1995
DÜNDAR.,U.: Antrenman Teorisi Manisa 1998
GAIGER., L.V.: Gesuntheitstraining BLV Sportviessen München 1999
HASIRCI., S.: Eğitim Psikolojisi Ders notları Manisa 1990
HASIRCI., S. : Hareket Eğitimi Ders notları Denizli 2000
|