Geçen sayımızda (30. sayı, Ocak-Şubat 2014) “Türkiyeli Göçmenlerin Globalizmi” bağlamında ABD’-den İngiltere’ye, Avustral-ya’dan Avusturya’ya, Fran- sa’dan İsviçre’ye kadar dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan Türkiyeli göçmenlerin eğitim sorunlarını akademisyenlerin bakış açısından ele aldık.
Bu makalelerde ortaya çıkan gerçek, Türkiyeli göçmenlerin yaşadıkları ülke neresi olursa olsun, sorunlarının ilk sırasında eğitim düzeyinin ve çocukların okul başarı oranlarının düşük olduğu gerçeğidir. Bu açıdan, çocuk- ların eğitim düzeyinin ve okul başarı oranlarının düşüklüğü dünya çapındaki Türkiyeli göçmenlerin ortak, yani global sorunu durumundadır.
Geçen sayımızda (30. sayı, Ocak-Şubat 2014) “Türkiyeli Göçmenlerin Globalizmi” bağlamında ABD’den İngiltere’ye, Avustralya’dan Avusturya’ya, Fransa’dan İsviçre’ye kadar dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan Türkiyeli göçmenlerin eğitim sorunlarını akademisyenlerin bakış açısından ele aldık.
Bu makalelerde ortaya çıkan gerçek, Türkiyeli göçmenlerin yaşadıkları ülke neresi olursa olsun, sorunlarının ilk sırasında, eğitim düzeyinin ve çocukların okul başarı oranlarının düşük olduğu gerçeğidir. Bu açıdan, çocukların eğitim düzeyinin ve okul başarı oranlarının düşüklüğü dünya çapındaki Türkiyeli göçmenlerin ortak, yani global sorunu durumundadır.
Avusturya’yı ele alan makalede (Dr. Yeşim Kasap Çetingök), Türkiyeli göçmen çocuklarının okul başarı oranının düşüklüğü, Avusturya’daki politik söylemlerde ve bilimsel yazında, “ailelerin ekonomik-sosyal konumları”yla ilişkilendirildiği belirtilerek, bunun da asıl olarak göçmen ailelerinin eğitime yeterince önem vermemeleri ve kendi eğitim durumlarının yetersizliğiyle açıklandığı vurgulanmaktadır.
Benzer bir değerlendirme, Fransa’daki Türkiyeli göçmen aileler için de yapılmaktadır. Prof. Dr. Mehmet Ali Akıncı’nın makalesinde yer almaktadır. Makalede, Fransa’daki eğitim sisteminin diğer Avrupa ülkelerinden görece daha iyi durumda olmasına rağmen, “ne yazık ki birçok ailenin eğitime fazla önem vermediği”, “çocuklarıyla yeteri kadar ilgilenmediği”nin ortaya çıktığı belirtilmektedir.
Avustralya’ya ilişkin makalede (Derya Özkul), “Türkiyeli göçmen çocuklarının düşük eğitim seviyesi, literatürde ailelerin İngilizce dilindeki yetersizlikleri ve çocuklarının okullarıyla yeteri düzeyde ilgilenmemeleri gibi nedenlerle açıklandığı” vurgulanmaktadır.
Türkiyeli göçmenlerin İsviçre’deki durumlarını irdeleyen Dorit Griga, “Türk vatandaşlığına sahip insanların, ortalama olarak daha düşük bir eğitim seviyesine sahip” olduklarını belirtirken, benzer bir sonuca ulaşmaktadır.
Kısacası, Türkiyeli göçmen çocuklarının okul başarı oranlarının düşüklüğünün nedeni olarak, ailelerin eğitime yeterince ilgi göstermemeleri, ülkenin egemen toplumsal yaşamıyla bağlantı kurmamaları ve nihayetinde kendilerinin eğitim seviyelerinin düşüklüğü gösterilmektedir.
Türkiyeli göçmen çocuklarının okul başarılarının düşüklüğüne ilişkin ikinci ortak (“global”) olgu ise, yetersiz dil öğrenimidir.
Yetersiz dil öğrenimi de, bir kez daha ailelerin durumuyla ilişkilendirilmekte ve ailelerin eğitimle yeterince ilgilenmemelerinin bir sonucu olarak gösterilmektedir.
Geçen sayımızda yayınlanan makaleler, Türkiyeli göçmenlerin bulundukları ülkelerdeki eğitsel sorunlarını genel olarak ortaya koyduğundan, yetersiz dil öğreniminin nedenleri gereğince irdelenmemiştir. Almanya deneyiminden çok iyi bildiğimiz gibi, göçmen çocuklarının yetersiz dil öğrenimi, kesinkes genetik ya da zihinsel gerilikle açıklanamamaktadır. Her ne kadar bir dönem Almanya’da egemen olan bu gerici ve belli ölçüde ırkçı yaklaşım sonucunda pek çok göçmen çocuğu sonderschulelere gönderilmişse de, bunun yalın bir önyargıya dayandığı açık biçimde ortaya çıkmıştır.
Ailelerin çocukların eğitimiyle yeterince ilgilenmemeleri yetersiz dil öğreniminde etkin bir unsur olduğu söylenebilirse de, benzer durumun yerleşik toplumun alt sosyal katmanlarında da yaygın olduğu bir gerçektir. Ancak en temel unsur, göçmen çocuklarının yetersiz dil öğrenimi kesin ve açık bir olgu ise, bu olgu, yerleşik toplumun kamu yönetiminin bu olguyu ortadan kaldırmak ya da asgari düzeye indirmek için gerekenleri yeterince yapmadığını göstermektedir.
Türkiyeli göçmen çocuklarına ilişkin üçüncü ortak/global olgu, anadiline ilişkindir.
Çocukların bulundukları ülkenin toplum dilindeki yetersizlikleri, aynı zamanda anadili yetersizliğiyle de örtüşmektedir. Anadili yetersizliği, hiç şüphesiz, sosyal ve kültürel sorunlar yaratmaktadır. Bu da, giderek yönetilemez ya da yönetilmesi zor olan yeni kuşak ların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Toplum dili ve anadilindeki yetersizlik, en açık biçimiyle “iki yarım-dillilik” olarak belirginleşmektedir. Bunun sonucunda, sadece kendi aralarında ve kendilerine özgü bir dille iletişimde bulunan, dolayısıyla yerleşik toplumla olduğu kadar, kendi toplumsal yapısıyla da iletişimi olmayan yeni göçmen kuşağı ortaya çıkmaktadır.
Anadili konusundaki ortak/global sorun, bulunan ülkelerin kamu yönetimleri ve eğitim kurumları tarafından da kabul edilmiştir. Bu kabul ediş sonucunda, hemen hemen tüm ülkelerde, Türkçe ve Türk Kültürü adında dersler ya da kurslar düzenlenmektedir. Yayınlanan makalelerde açık biçimde ortaya konulduğu gibi, Avusturya, İsviçre, Almanya ve Fransa’da T. C. konsoloslukları tarafından görevlendirilen Türkçe öğretmenlerinin ders verdiği, haftada 2 saat ve okul saatleri dışında, birleştirilmiş sınıflarda Türkçe ve Türk Kültürü dersleri bulunmaktadır. İngiltere ve ABD’de “hafta sonu okulları”nda Türkçe anadili olarak öğretilmektedir. Avustralya’da Türkçe dersleri, “Cumartesi Okulları” adı altında kültürel ve dini dernekleri tarafından verilmektedir.
Bunlardan çıkan sonuç ise, anadili dersleri ya da kurslarının, tüm ülkelerde, resmen kabul edildiği, ama okul dışı bir eğitsel faaliyet olarak ve Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’nın belirlediği çerçevede yürütüldüğüdür.
Bu üç ortak/global olgu, yani ailelerin çocukların eğitimiyle yeterince ilgilenmemeleri, yerleşik toplumun dilinin yeterince öğrenilememesi ve anadilindeki yetersizlik çözümlenmesi gereken üç ana sorunu oluşturmaktadır.
Her şeyden önce ailelerin çocuklarının eğitimiyle ilgilenmeleri sağlanmak zorundadır. Bunun arka planında Türkiyeli göçmen toplumunun para biriktirmeciliğinin (tasarruf) yattığı gözden kaçırılmamalıdır. İkinci olarak, yerleşik toplumun eğitim sistemi içindeki ayrımcılık çocukların ilerleyebilmelerini zorlaştırmaktadır. Bu da, Türkiye’nin tersine, çocuklar için eğitime dayalı bir gelecek kurma eğilimlerini ortadan kaldırmaktadır.
İkinci olgu/sorun, toplum dilinin yeterince öğrenilememesidir. Bu da, Bizim Die Gaste olarak geliştirdiğimiz “Anadili Temelinde Almanca Öğrenim Projesi”nin bu sorunun çözümünde kilit öneme sahip olduğunu göstermektedir.
Üçüncü olgu/sorun olarak anadilinin yetersizliği ve buna bağlı olarak ortaya çıkan “yarım-dillilik” konusundaki en çarpıcı öneri, İngiltere’yi irdeleyen İsa Tözün’ün makalesinde ifade edildiği gibi, hafta sonu okullarında da olsa, anadili derslerinin mevcut ülkenin ders müfredatına paralel olarak geliştirilmesidir. Bu konuda Almanya’da oldukça yaygın olarak savunulan çözüm/öneri ise, anadili dersinin zorunlu ders haline getirilmesidir.
Bu üç olgu/sorun, Türkiyeli göçmenlerin tüm ülkelerde karşı karşıya kaldıkları ortak sorunlar olarak belirginleşmektedir. Ancak çözüm konusunda ne kuramsal ne de uygulamalı bir netlik mevcut değildir. Bugüne kadar, özellikle göçün 50 yılını geride bırakmış olan Almanya’da giderek daha çok kabul gören tek şey, eğitsel başarıda ve yabancı dil öğreniminde anadilinin ne kadar önemli olduğu gerçeğidir. Bu gerçeğin daha çok kabul görmesi hiç tartışmasız önemli bir gelişmedir. Ama buna rağmen, anadili öğrenimi hala konsolosluklar tarafından sağlanan öğretmenlerle yürütülen okul dışı bir faaliyet olarak kalmayı sürdürmektedir. Sadece anadili öğrenimi konusunda bile daha alınması gereken çok mesafe bulunmaktadır. Yine de anadilinin ikinci dillerin öğrenilmesinde etken bir unsur olduğu düşünülecek olursa, bu konudaki kabullerin bile ileriye doğru atılmış önemli bir adım olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiyeli göçmenlerin Almanya serüveni 50 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu nedenle, Almanya, diğer ülkelerdeki Türkiyeli göçmenler için zengin bir laboratuvardır. Yani Almanya serüveni ve Almanya için ortaya konulanlar, diğer ülkelerdeki Türkiyeli göçmenler için bir örnektir. Almanya’ya ilişkin anlatılanlar, aslında onların hikayesidir.
|