Bundan 85 yıl önce, 31 Ocak 1929 tarihinde Berlinli Ullstein şirketler grubunun Propylaen Yayınevi’nde ilk kez basılan “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanının 20. yüzyılın en başarılı eseri olacağını o günlerde ne yazarı Erich Maria Remarque, ne de yayıncı düşünden bile geçirebiliyordu. 1930 yılında Amerika’da beyazperdeye uyarlanmış, elli dile çevrilmiş, yirmi milyon baskı yapmış olan bu roman geçen yüzyılın ilk ve en başarılı savaş karşıtı eseridir. Remarque Ullstein’dan önce elinde müsveddeler kapı kapı gezmiş, ilk romanını basacak bir yayınevi aramıştı!
“Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” ilk altı ayda yarım milyon satar. Piyasaya verilmesinden on iki ay sonra tirajı bir milyona ulaşır. Remarque bu eseriyle Birinci Dünya Savaşı’nın yaralarını on yıl sonra bile bir türlü saramamış Weimar Cumhuriyeti insanlarını yüreğinden vurmuştu. Okurları savaşla tramva geçirmiş, ruhsal dengesini yitirmiş, çökmüş bireylerdi. Remarque da onlardan biriydi. 19 yaşında cepheye sürülmüş, ağır yaralı olarak bir yılını askeri hastanelerin koğuşlarında geçirmişti. “Ben bu eserimle şikayet etmekten çok, savaşta bir neslin yitirilmiş olduğuna toplumun dikkatini çekmek istiyorum....” diyen Remarque’ın anlattıkları gerçektir, kendinin ve cephe arkadaşlarının yaşadıklarına dayanır. Carl Zuckmayer: “Bu roman Bilinmeyen Asker’e dikilmiş bir anıttır,” der. “Remarque’ın eseri yaşamlarını yitirmiş yüz binlerce genç askerin kalıtıdır... Onu milyonlar okuyacaktır.” 20. yüzyılın ilk yarısında toplumsal eleştiri içeren romanlarıyla ünlenen yazar Leonhard Frank’ın şu sözleri de önemlidir: “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok gibi bir eser ancak yüzyılda bir yazılır!”
Ancak 1933’de Almanya’da yönetime el koyan Naziler halkın bu gibi aydınlatıcı romanları okumasına karşıydı. 10 Mayıs 1933 günü Berlin Üniversitesi önündeki alanda Nazilerin ateşe attığı binlerce kitap arasında Remarque’in, “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” ve “Dönüş Yolu” romanları da vardı. Remarque Alman vatandaşlığında çıkarıldı. 1933’lerin kahverengi gömlekli iktidarı onu ve romanlarını kendilerine engel görmeye başlamıştı. Çünkü genç yaşta ünlenen yazar, yüzyıllardır Cermen efsaneleri ve masalımsı yiğitlik örnekleriyle yetiştirilmiş sıradan Alman halkına savaşın yersizliğini, kötülüklerini herkesin anlayacağı apaçık gerçekler olarak haykırıyordu. Eserlerine edebiyatçılar ve büyük tenkitçiler dudak bükseler de, insanlar Remarque’i okuyor ve savaşın ne olduğunu, savaştan kimlerin yararlandığını anlamaya başlıyordu.
Remaque ülkesini terk etti ve otuz yıla yakın bir süre de Almanya’ya dönmedi. İtalyan İsviçresi’nin Laggo Maggiore kıyısındaki Porto Ronco’da 1929 yılında satın almış olduğu villasına yerleşti. Üçüncü romanı, “Hayat Kıvılcımı” 1938’de Hollanda’da basıldı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Amerika’ya yerleşti ve Avrupa’ya tekrar barış gelene kadar da orada kaldı. 1947’de Birleşik Amerika Devletleri yurttaşı oldu. Dördüncü romanı “İnsanları Seveceksin” 1941’de İsveç’te yayımlandı. Savaş nedeniyle on binlerce insan Almanya’dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Çoğu tüm varını yoğunu, çocuğunu, hayat arkadaşını geride bırakmıştı. “İnsanları Seveceksin” romanı o insanların yürekler acısı durumlarını yepyeni bir Remarque anlatımı ve roman tekniği ile ele alır.
22 Haziran 1898 günü Almanya’nın Osnabrück kentinde doğdu. Babası Peter Remark bir basımevi ustasıydı. Osnabrück arşivlerindeki nüfus kayıtlarına göre aile 17. yüzyılda Fransa’da büyük ihtilal sırasında katoliklere yapılan baskılar nedeniyle Almanya’ya göç etmişti. Önceleri, “Remarque” diye yazdıkları soyadlarını Almancalaştırmışlardı. Erich Remark’ın Elfriede ve Erna adında iki kız kardeşi vardı. 1903 doğumlu Elfriede 1943’de Nazilerce politika suçlusu diye tutuklanıp, idam edilmiştir. Erich ilkokuldan sonra Katolik papaz-öğretmen okuluna verildi. Zeki ve yetenekliydi. Anlatılanı hemen kavrayan Erich sınıfının en iyi öğrencileri arasındaydı. Çok iyi piyano ve org çalıyor, Knut Hamsun, Jack London, R.M. Rilke, Franz Werfel, Schopenhauer, Nietzche, Balzac, Romain Rolland, Flaubert, Stendal, Marcel Proust’un eserlerini okuyordu. 1916 yılında askere alındı. O günlerde tüm arkadaşları da savaşa yollanmıştı. 1917’de cephede tel döşerken ağır yaralandı. Savaşın bitimiyle Remark yeniden okul sıralarına döndü. Yakın arkadaşlarından Josef Witt o günlerin Remark’ından şöyle söz eder: “Katıldığımız kurslarda sık sık nutuk atardı. O günlere göre aşırı şeylerden söz ederdi. Fakat öne sürdükleri içinde yaşadığımız ortamda ileri düşünceler olduğu için öğretmenlerimiz bile onu ilgiyle dinlerdi. Yirmi yaşına göre çok şık da giyinirdi. Panama şapkası ve güzel köpeğiyle dolaşırken tüm gözler ona çevrilirdi. ‘Hayatta ilerlemek istiyorsan dış görünüşüne büyük önem vermelisin!’ demişti bana bir gün.”
Erich Remark’ın genel kültürünü genişletmeye karşı sonsuz bir eğilimi vardı. Çok okuyor, yüksek okulda konferanslara gidiyor, ilginç tiyatro oyunlarını senfoni ve oda müziği konserlerini kaçırmıyordu. 1919 Haziran’ında okulu bitirdi ve öğretmen diplomasını aldı. Hemen göreve başladı. Ancak öğretmen Remark altı ay sonra Osnabrück makamlarına jurnal edildi. Kızıl ayaklanmalara katıldığı ileri sürülüyordu. Kurulan komisyon Remark’ın başka bir okulda göreve yollanmasına karar verdi. Fakat orada da, okul işlerine karışmaya kalkan bir papazla takıştı. 1920’nin Aralık ayında öğretmenlikten istifa etti. Çeşitli işler yaptı. Elinde çanta, kumaş satmayı denedi. Sonra bir mezar taşçısının yanına girdi. Hatta bir ara bir akıl hastanesinde org çalıp para kazandı. Geçim sıkıntısı yakasını bırakmıyordu. 1922’de büyük bir lastik fabrikasının reklam ve yayın işleri görevine getirilmesiyle rahatladı. Oldukça iyi para kazanıyor, geziyor, değişik çevrelerle ve insanlarla çalışıyor, edebiyat çalışmalarına da zaman ayırabiliyordu. Hannover’e taşındı. Yaşamında yeni bir adım atarken Erich Remark adını bıraktı, Erich Maria Remarque oldu.
Erich Maria Remarque 1939’da Birleşik Amerika’ya gittikten sonra yarattıklarıyla “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”u aşmasını başarmıştır. Hemingway’in etkisinde kalarak, roman yazarlığı tekniğini geliştirmiştir. Ancak o edebiyat tarihçileri ve büyük okur yığınları için her zaman “Batı Cephesi...”nin yazarı olarak kalmıştır. İlginçtir, Alman edebiyat çevreleri Remarque’ın romanlarına çoğu kez mesafeli durmuş, hatta onları küçümsemiştir. Onu büyük bir Alman edebiyatçısı olarak övenler daha çok yabancı edebiyat eleştirmenleridir. Ünlü yazarın: “Ülkemiz yazarları eserlerinde bir düşün uğrunda açıkça yan tutabilmek için gerekli süreklilikten yoksunlar” sözleri üzerinde durulması gereken bir görüştür. “Okurların, basının ya da iş başındakilerin hoşuna gitmemekten, sevilmemekten korkuyorlar. Bundan yanlış bir tutum olamaz...” görüşünü ileri süren ünlü yazar ilerde savaş sonrası Almanyası’ndan şöyle söz etmiştir: “Kaygılıyım. Eski Nazi ruhuna şurada burada tek tük de olsa rastlanıyor. Uyanık olmak, dikkatle izlemek gerekiyor...“ Remarque’a göre genç neslin de ana babalarının bir zamanlar ne suçlar işlediğini çok iyi öğrenmesi gerekir. “Bugün ülkede iktisat, politika ve hukuk alanlarında önemli yerlerde eski Nazilerin görev almasına da aklım ermiyor, beni rahatsız ediyor. Eski pislikler örtmekle yok edilmez...”
Remarque’ın amacı küçük insanın militaristlerin gerçek yüzünü görmesi ve barışın kutsallığını kavramasıdır. O savaşa karşı sadece kalemiyle savaştı, militarizmi hep eleştirdi, çıkarları adına kimi politikacıların sinsi planlarla insanları boğazlamasını bütün yürekliliğle yerdi. Remarque’a göre insanlar arasında gerçek banş, savaşların her çeşidinin kötülenmesi. Savaşın insanlık için en büyük yüzkarası olduğunun yığınlara anlatılmasıyla gerçekleşebilir. Remarque sorumluluğunu bilen bir yazar olarak bu görevini hep yerine getirdi. Savaşa karşı savaş açmış dünya yazarları arasında onun hâlâ ayrı bir yeri vardır...
Remarque’ın, I. Dünya Savaşı’ndaki bir grup askerin hikâyesini on dokuz yaşındaki bir çocuğun gözünden anlattığı “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok“, yayımlandığı günden bu yana, devamı niteliğinde olan Dönüş Yolu’yla birlikte tüm dünyada büyük ilgi görmeye devam etmekte. Canlı çarpışma sahnelerinin yanı sıra savaşın gereksizliğinin vurgulandığı cephe arkası bölümleriyle de okuru içine hapseden roman, Yaşar Kemal’in sözleriyle “bugün de taptaze, bugün de her okuyucusu tarafından yeniden yeniden yaratılarak uyarıyor, direnme gücü veriyor.”
Savaşın dehşetini, beraberinde getirdiği yıkımı, insanoğlunu birbirine nasıl yabancılaştırdığını birinci ağızdan, çarpıcı bir şekilde dile getiren Remarque, savaşla ilgili bildiğimizi sandığımız gerçekleri sorgulamamızı sağlarken, edebiyatın ne kadar güçlü ve ölümsüz bir kaynak olabileceğini de bir kez daha kanıtlar. Erich Maria Remarque ünlü eseri ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ üzerine şöyle der: “O çağının bir belgesidir... İzlenimlerimden ortaya çıkmış, tecrübelerimle biçimlenmiş kişisel bir sorumluluk belgesi...”
Remarque, çağdaş Alman edebiyatının en son okunan, en çok övülen ve en çok hırpalanan yazarıdır. Romanları hem pek çok okunmuş, hem de sık sık yasaklanmıştır. 1933-1945 arasında Almanya ve İtalya’da, 1949-1953 arasında Sovyetler Birliği’nde ve tüm sosyalist ülkelerde. Remarque, günümüz Alman romanı üzerine görüşünü açıklarken: “Alman yazarları eserlerinde bir düşün uğrunda açıkça yan tutabilmek için gerekli yüreklilikten yoksunlar” demiştir. ”Bundan yanlış bir tutum olamaz...”
Remarque çok sevilmesini gereken bir yazardır! Savaşa karşı sadece kalemiyle öm-rü boyunca savaştığı, militarizmin her biçimini eleştirdiği, şu ya da bu çıkarcılar adına kimi politikacıların sinsi planlarla insanların insanları boğazlamasını bütün yürekliliğiyle yerdiği için. Çünkü insanlar arasında gerçekten barış, savaşların her çeşi- dinin kötülenmesi, savaşın insanlık için en büyük yüzkarası olduğunun yığınlara anlatılmasıyla gerçekleşebilir. Remarque, sorumluluğunu bilen namuslu bir yazar olarak bunu kırk yılı aşkın bir süre yaptı. Savaşa karşı savaş açmış dünya yazarları arasında Erich Maria Remarque’ın ayrı bir yeri vardır. Yazar romanlarında savaşı gerçek yüzüyle anlatır. Yalın, süslemesiz bir anlatımla. Okul sıralarından koparılıp cepheye, korkunç ölümlere itilmiş gencecik insanlar, ilk anların sersemliğinden kısa süre- de kurtulunca, acı gerçekleri görürler. Yurt sevgisi, milliyetçilik sözlerinin abartmasıyla kısa sürede toparlanırlar, nasıl da aldatılmış olduklarını kavrarlar. Cepheden canını kurtarmış genç askerlerin savaş sonrası durumları daha da acıdır.
1970 yılının Eylül ayında İsviçre’de bir hastanede öldüğünde yetmiş iki yaşındaydı. Arkasında on bir roman, bir tiyatro oyunu ve 20. yüzyıl Alman edebiyatında hiç bir yazarın ulaşamadığı büyük bir ün bırakarak... Eserleri ile kanlı savaşlardan geçinen çirkin politikacılara seslenir, militaristlerin gerçek yüzünü ve barışın kutsallığını insanlar kavrasın, barış dolu bir dünya gerçekleşsin ister. Milliyetçilik yutturmacasıyla maskelenmiş Alman faşizminin içyüzünü Erich Maria Remarque romanlarında bütün çirkinliği ile gözler önüne serer. Savaş sonrası eleştirmenlerinin “Barış Savaşçısı” dediği ünlü yazar tüm eserlerinde militarizmi yerer...
|