Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • ÖNCEKİ YAZI
  • SONRAKİ YAZI
  • 33. Sayı / Ağustos-Ekim 2014
    “Göçmen Çocuklarında Dil Durumu ve Dil Edinim/Öğrenim Sorunları” Sempozyumu / 18 Ekim 2014



    Die Gaste 33. Sayı / Mayıs-Temmuz 2014

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN: 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Bir İlk Böyle Geçti



    Ozan DAĞHAN



    Yurtdışında oy kullanma tarihlerinde Almanya’da yaz tatilinin başlamış olması, randevu sistemi ve oy kullanılacak yerlerin çok sınırlı olması seçime katılımı azaltan etmenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bütün bunlar, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Almanya’da Türkiyeli göçmen toplumunda bir seçim ortamının ya da seçim atmosferinin olmadığı gerçeğini değiştirmemektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın Köln ve Viyana’daki seçim şovları ve Selahattin Demirtaş’ın Berlin’de düzenlediği açık hava toplantısı ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimden iki ay önce Essen’de katıldığı kapalı salon toplantısı bir yana bırakılırsa, hiçbir siyasi partinin seçim propagandası yapmadığı ve seçimler için önemsenebilir bir hazırlığı olmadığı görülmektedir.


        Almanya’da bir ilk gerçekleşti. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları Türkiye’de yapılan bir seçim için ilk kez sandık başına gittiler. Almanya’da kayıtlı 1.383.069 seçmenin sadece 111.819’u, yani %8,08’i sandığa gitti. Böylece ilk seçim, tüm beklentilerin tersine, olağanüstü bir düşük katılımla sonuçlandı.
        Katılımın böylesine düşük olması karşısında, hangi adayın ne kadar oy aldığından daha çok, katılımın neden düşük olduğuna ilişkin yorumlar ortalığı kapladı.
        İlk yapılan yorumlarda, Cumhurbaşkanlığı seçiminin yaz tatili dönemine denk gelmesi nedeniyle katılımın düşük olduğu öne çıkarken, uygulanan “randevu sistemi”nin ve 7 yerde oy kullanılmasının katılımı çok daha fazla düşürdüğü değerlendirmeleri yapıldı.
        Almanya’daki Türkiyelilerin yaz tatilinde yoğun biçimde Türkiye’ye gittiği tartışmasız bir gerçektir. Cumhurbaşkanlığı seçimi için oy kullanıldığı tarihlerde (31 Temmuz-3 Ağustos 2014) Almanya’nın pek çok eyaletinde yaz tatili başlamıştır. Baden-Württemberg, Bayern, Bremen, Hessen, Aşağı Saksonya, 27-31 Temmuz günlerinde yaz tatiline başlarken, Berlin, Hamburg, Kuzey Ren-Vestfalen, Reinland-Pfalz tümüyle tatil dönemindeydi.
        TÜİK verilerine göre, 2013 yılının yaz döneminde yurtdışında oturan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı 2 milyon 340 bin kişi Türkiye’ye giriş yapmıştır. Bunun bir bölümü seçmen yaşının altındakilerden oluşmakla birlikte, yaklaşık 2 milyon seçmenin Türkiye’ye giriş yaptığı varsayılabilir. Her ne kadar TÜİK verilerinde hangi ülkeden ne kadar Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının giriş yaptığına ilişkin ayrıntılı bilgi mevcut değilse de, bu nüfusun önemli bir bölümünün Almanya’dan gittiği söylenebilir. Bu yönüyle, Cumhurbaşkanlığı seçimine düşük katılımın temel nedeninin, yaz tatili olması ve yurttaşların Türkiye’ye gitmiş olmaları olduğu ileri sürülebilir.
        Aynı biçimde uygulanan “randevu sistemi”nin de katılımı azalttığı söylenebilir.
        Bilindiği gibi, Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanabilmek için, seçmen kütüğüne kayıtlı olmak yeterli kabul edilmemiştir. Seçmen durumundaki olanların konsolosluklardan “randevu” olmaları koşulu getirilmiştir. “Randevu”nun da büyük ölçüde internet üzerinden yapılması, ama buna karşılık pek çok kişinin internetle ilişkisinin olmaması, ister istemez katılımı düşürmüştür. Ancak bu durumun katılımı ne kadar etkilediğine ilişkin herhangi bir veri ya da bulgu mevcut değildir. Bu nedenle bu konuda kesin bir vargıya ulaşmak olanaksızdır. Söylenebilecek her şey sadece varsayımsal olacaktır.
        Örneğin, gazetelerde, “Bazı dernekler üyelerine randevu alma hizmeti başlattı. Bazı bölgelerde ise gençler laptoplarıyla cami önlerine giderek, isteyen seçmenlere randevu alıyor.” şeklinde haberler çıkmış ve UETD (Avrupa Türk Demokratlar Birliği-Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’daki toplantılarını düzenleyen kuruluş) “vatandaşı bilinçlendirmek için sokakta, camide, alışveriş merkezlerinde mobil olarak insanlara randevu alma hizmeti de verdiklerini” açıklamıştır.
        Bu haberlerden anlaşılabileceği gibi, cami cemaatinin seçim randevusu almak konusunda fazlaca bir sıkıntıyla karşılaşmadığı görünmektedir. Bu durumda “randevu sistemi”nin mağdurları, büyük ölçüde cami cemaati dışında kalan kesimler olmaktadır.
        Burada temel sorun, bizzat “randevu sistemi”nin kendisidir.
        “Randevu sistemi”ni icat edip uygulatan resmi makam hiç şüphesiz YSK’dır. Ancak YSK, yurtdışında oy kullanılmasına ilişkin tüm kararlarını Dışişleri Bakanlığı’na danışarak almıştır. Bunun sonucunda, Dışişleri Bakanlığı’nın son yıllarda uygulamaya koyduğu (“vatandaşa kolaylık olsun diye”) konsolosluk işlemlerinde randevu uygulaması, oy kullanılmasında da kullanılan bir yol olarak benimsenmiştir. Kendi cemaatinin randevu alabilmesi için her türlü “hizmeti” doğrudan onların topluca bulundukları mekanlarda (camiler) vermeyi planlayan kesim başlangıçta bu uygulamaya hiçbir itirazda bulunmamıştır. Belki de daha ilk andan itibaren dağınık ve tekil insanlar olarak yaşayan ve belli mekanlarda toplaşmayan “ötekiler”in bu uygulamadan mağdur olacakları biline biline randevu uygulamasına gidilerek bir avantaj sağlanması planlanmış bile olabilir. Uygulamada görülmüştür ki, kendi cemaatlerine ne kadar “hizmet” götürmüş olurlarsa olsunlar, sonuçta seçime katılım kendi beklentilerinin çok altında gerçekleşmiştir. Bu sonuç karşısında randevu sistemine ilk tepki gösteren de kendileri olmuştur.
        AKP’nin Kuzey Ren-Vestfalen seçim sorumlusu olarak görevlendirilmiş olan İstanbul Milletvekili Metin Külünk, ilk katılım sonuçları ortaya çıkar çıkmaz, “YSK’nın randevu inadının arkasında artık kötü niyet aradığını” açıklamıştır. (Ki aynı milletvekili, oy verme yeterliliğine sahip olmayan “engelli” bir kız çocuğunun oy kullanmasının engellenmesi üzerine, Essen Başkonsolosu Şule Özkaya’ya, “Bu çocuğu ağlatanı ağlatırım. Sizi de uyarıyorum. Essen Başkonsolosluğu’ndan çok şikayet geliyor, işinizi doğru yapın. Vatandaşa doğru muamele yapın... Doğru muamele yapmazsanız Ankara’da bunun hesabını sorarım” diyerek tehdit eden kişidir.) Hatta daha da ileri gidenler oldu. “YSK’yı Paralel mi yönetiyor?” diye yazılar kaleme alındı. (Buradan anlıyoruz ki, doğrudan AKP’nin PR çalışmalarını yürüten DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği)-UETD’in cemaati ile Gülen cemaati Almanya’da da birbirlerinden ayrılmış.)
        Başlangıçta kendileri için bir avantaj olarak gördükleri “randevu sistemi”ne karşı AKP ve onun Almanya’daki PR oluşumu olan UETD’in gösterdiği tepkiler gözönüne alındığında, bu uygulamanın yaz tatiline girmeyen AKP seçmen kitlesini de mağdur ettiği söylenebilir.
        Cumhurbaşkanlığı seçimine katılımın düşük olmasının bir başka nedeni olarak da, Almanya’da sadece 7 bölgede (Essen, Düsseldorf, Frankfurt, Karlsruhe, Münih, Berlin, Hannover) oy verilebilmesi olduğu söylenebilir. Bu durum, bölge dışında yaşayan yüz binlerce yurttaşın yüzlerce kilometre yol kat etmesine yol açtığından katılımın düşük olmasına yol açması doğal kabul edilebilir.
        Burada en belirleyici olan, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile Almanya arasında yürütülmüş olan görüşmelerdir.
        Almanya uzun yıllardır Türkiyeli yurttaşların Almanya’daki seçimlerde, özellikle yerel seçimlerde oy kullanmasına karşı olduğu gibi, Türkiye seçimleri için Almanya’da oy kullanmalarına da karşı çıkmıştır. Gerekçe, Türkiye’deki siyasal ilişkilerdeki gerilim ve bu gerilimin Almanya’ya yansıyacağı endişesi olmuştur. Bunun sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile Almanya arasında yapılan görüşme ve pazarlıklarda sınırlı yerlerde “randevu sistemi”yle oy kullanılmasında mutabakata varılmıştır.
        Bu açıdan bakıldığında da, gerek “randevu sistemi”nin, gerekse 7 yerde oy kullanılmasının baş sorumlusu olarak Almanya karşımıza çıkmaktadır. Ama görüşmeleri ve pazarlıkları yapan tarafın Dışişleri Bakanlığı olduğu gözönüne alındığında, bu sonucun kabul görmesi elbette çok “manidar”dır. Almanya’nın “güvenlik endişesi” nedeniyle dayattığı uygulamanın kabul edilmesi, kendi kesiminin randevu almasını sağlayabilecek ve değişik yerlerden otobüsler kaldırarak seçmenleri sandığa taşıyabilecek maddi olanaklara sahip olduklarını düşündüklerini göstermektedir.
        Kısacası, yurtdışında oy kullanma tarihlerinde Almanya’da yaz tatilinin başlamış olması, randevu sistemi ve oy kullanılacak yerlerin çok sınırlı olması seçime katılımı azaltan etmenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bütün bunlar, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Almanya’da Türkiyeli göçmen toplumunda bir seçim ortamının ya da seçim atmosferinin olmadığı gerçeğini değiştirmemektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın Köln ve Viyana’daki seçim şovları ve Selahattin Demirtaş’ın Berlin’de düzenlediği açık hava toplantısı ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimden iki ay önce Essen’de katıldığı kapalı salon toplantısı bir yana bırakılırsa, hiçbir siyasi partinin seçim propagandası yapmadığı ve seçimler için önemsenebilir bir hazırlığı olmadığı görülmektedir.
        AKP, tüm çalışmalarını DİTİB ve UETD üzerinden yürütmüştür. DİTİB, her ne kadar Alman yasalarına uygun olarak kurulmuş bir dernek statüsünde bulunsa da, Türkiye devletinin gayrı-resmi bir kuruluşu olarak 896 yerde camiye sahiptir ve başkanları Almanya büyükelçiliğinin din hizmetleri müşavirlerinden seçilmektedir. AKP iktidara geldikten sonra 2004 yılında kurulan UETD’in Almanya’da 50 şubesi ve gençlik kolları ile kadın kolları bulunmaktadır. Bu yönüyle UETD, bir çeşit siyasal parti gibi örgütlenmiştir.
        Böylesine maddi olanakları geniş ve doğrudan Türkiye devleti tarafından desteklenen kuruluşlar söz konusu olunca, AKP’nin parti olarak seçim çalışmaları yürütmesine gerek kalmamıştır. Ama aynı durumda olmayan ve yasal olarak Almanya’da örgütlenemeyen diğer partiler, özellikle CHP ve MHP de fazlaca seçim çalışması yapmamıştır. Herşey yurttaşların “duyarlılığına” ve elbette izledikleri ve okudukları varsayılan Türk medyasına bırakılmıştır.
        Bütün bunların sonucunda, ister yaz tatili nedeniyle olsun, ister “randevu sistemi” ve 7 yerde oy kullanılması nedeniyle olsun, isterse muhalefet partilerinin gerekli propaganda çalışmaları yürütmemiş olmaları nedeniyle olsun, seçimlere katılım çok düşük olduğu gibi, seçimlere gösterilen ilgi de çok az olmuştur.
        Buradan, yani düşük katılım ve ilgisizlikten yola çıkarsak, Almanya’daki Türkiyeli seçmen kitlesinin politikaya ilgi duymadıklarını, yani apolitik bir kitle oluşturduklarını söylemek mümkündür. Ama buna herkes katılmamaktadır. Örneğin, CDU’lu Federal Milletvekili Cemile Giousouf, bu durumu Türk vatandaşlarının Türkiye siyasetine ilgisizliği olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmektedir.
        SPD Federal Milletvekili Cansel Kızıltepe, biraz farklı olarak, “Bence her bireyin oy kullanıp, politikayı değiştirme isteği son derece kutsal ve önemli. Fakat burada yaşayan Türkler kırk yıldır ne Türkiye’deki seçimlere ne de Almanya’daki federal, eyalet ya da belediye seçimlerine katılabilmişler. Bu nedenle seçim kültürü insanlarımız arasında unutulmuş olabilir. Bana göre bunu tekrar canlandırmak gerekiyor.” değerlendirmesini yapmıştır.
        Öte yandan Cumhurbaşkanlığı seçimine katılımın çok düşük olmasını siyasete ilgisizliğin değil, “başarılı entegrasyonun” sinyali olarak değerlendirenler de olmuştur.
        SPD’nin Federal Meclis Grubu uyum politikaları sözcüsü Rüdiger Veit, “Bazılarının çifte vatandaşlık tarafsızlığı olumsuz etkiler iddiası doğru çıkmadı. Buralı Türkler Almanya için çok daha fazla ilgi duyuyor” değerlendirmesini yaparken, Yeşiller Eşbaşkanı Cem Özdemir, düşük katılımın “Türk politikacıların gelecekte Almanya’da boy göstermelerine ihtiyaç bırakmayacağını” söylemiştir. Federal hükümetin uyumdan sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz, katılımın düşük olmasını Türklerin “Almanya’daki siyasete daha fazla ilgi duyması” olarak yorumlamıştır.
        Tüm bu değerlendirme ve yorumlara rağmen, Almanya’daki Türkiyeli yurttaşların, gerek Alman siyasetine, gerekse Türkiye’deki siyasete fazlaca ilgi duymadıkları bir olgudur. Elbette Almanya’daki Türkiyeli göçmen toplumunun kendi anadillerine ve çocuklarının geleceğini belirleyen eğitime olan ilgisiyle (ilgisizliğiyle) kıyaslandığında, Türkiye’deki siyasete daha fazla (ancak bu kadar) ilgi gösterdikleri söylenebilir.
        Bilinmesi gerekir ki, Almanya’daki Türkiyeli göçmen toplumunun büyük bir kesimi için Türkiye’deki siyasal gelişmeler sadece ülkeye gittiklerinde anlam ve önem kazanmaktadır. Bu da, kendilerinin yol güzargahındaki fiziki değişimlerle sınırlı bir anlam ve önemdir. Türkiye insanları gibi Almanya’daki Türkiyeli yurttaşlar için de “siyaset” belalı bir iştir. Bu belalı işle ilgilenenler başlarını belaya sokmaktan kaçınamazlar. Bu da siyasete olan ilgisizliğin en temel nedenlerinden birisidir.
        Herşeye rağmen Cumhurbaşkanlığı seçiminde tüm engellere rağmen Almanya’da 111.819 kişinin, yani seçmenlerin %8,08’inin oy kullanması önemsenmesi gereken bir olaydır. Bu 111.819 kişiye gümrük kapılarında oy verenler de eklendiğinde yaklaşık 250 bin kişinin Türkiye’deki siyasetle doğrudan ilgilendiklerini göstermektedir. Bu hiçbir biçimde azımsanacak bir kesim değildir. Üstelik Türkiye içinde Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım oranının diğer seçimlere göre daha düşük olması (%77) nasıl ki Türkiye’de siyasete ilgisizlik olarak değerlendirilemiyorsa, Almanya’daki düşük katılım da o ölçüde siyasete ilgisizlik olarak değerlendirilmemelidir.
        Almanya’da yaşamak durumunda olan Türkiyeli yurttaşların siyasete ve siyasetin bir aracı olarak kabul edilen seçimlere olan ilgi ya da ilgisizliğinin en açık biçimde 2015 yılındaki genel seçimlerde ortaya koyacaklarını şimdiden söyleyebiliriz.