Federal Almanya’nın göreceli olarak uzun süreli ilk ve tek gündem maddesi Irak, Suriye ve IŞİD oldu. Sanılanın aksine, Almanya’da IŞİD gündemi, Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesiyle başlamadı. Yılın ilk aylarında “Ortadoğu'da terörün yeni adı IŞİD” başlıklarıyla haberler Alman medyasında yavaş yavaş gündeme girmeye başladı. IŞİD fenomeni, Selefiler’in Almanya çapında başlattıkları Kuran dağıtımıyla birlikte ve yan yana ilerledi.
IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ve ardından Yezidi bölgesine yönelmesiyle birlikte dünyanın gündeminin ilk sırasına yükselen IŞİD fenomeni, Almanya’nın gündeminde de yükselişe geçti. ABD’nin Ağustos başında IŞİD hedeflerine yönelik bombardımanının ardından Almanya’da da IŞİD saldırılarının mağdurlarına “insani yardım” yapılması tartışılmaya başlandı. Bir süre sonra “insani yardım” tartışması Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi’ne “askeri yardım” tartışmasına dönüştü.
1 Eylül günü Savunma Bakanı Ursula von der Leyen ve Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in düzenledikleri basın toplantısında, Steinmeier, "IŞİD terör örgütünün Irak’ın ötesinde bir yaşamsal tehdit niteliği taşıdığını" söylerken, aynı zamanda Iraklı Kürtlere silah yardımı yapma kararı alındığını açıkladılar.
Gönderilecek silahlar ilk etapta şu kalemlerden oluşuyordu: Milan tipi 30 tanksavar, 500 tanksavar füzesi, 8 bin G3 piyade tüfeği, 8 bin G36 piyade tüfeği, 40 makineli tüfek, 10 bin el bombası, 4 bin kask ve kurşun geçirmez yelek. Sevkiyatın maddi değeri 70 milyon euroyu bulacağı bildirildi.
12 Eylül’de, Alman hükümeti bir süredir kendisine “İslam Devleti” adını veren IŞİD’i terör örgütü olarak ilan etti ve Almanya’daki faaliyetlerini yasakladı.
28 Eylül’de, Alman ordusu Kuzey Irak'tan gelen peşmergelere Bavyera Eyaleti'nde eğitim vermeye başladı.
13 Ekim’de, Yeşiller Partisi Meclis Grup Başkanı Katrin Göring-Eckardt, Süddeutsche Zeitung gazetesine açıklamada, bir BM misyonu gündeme gelirse, Alman Ordusu'nun da terör örgütü IŞİD'e karşı misyona katılmak üzere hazır olması gerektiğini dile getirdi. Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier ise, Suudi Arabistan ziyaretinde, Alman kara birliklerinin Suriye'ye gönderilmesini kesin bir dille reddetti.
29 Ekim’de, Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, IŞİD'le mücadelede Almanya'ya özel bir sorumluluk düştüğünü belirtti. Tahminlere göre Almanya'dan Suriye'ye giderek IŞİD saflarında savaşa katılan 450 kadar gencin bulunduğuna işaret eden Bakan, haftalık Stern dergisine yaptığı açıklamada, "Alman savaşçılar, çözmemiz gereken çatışmaların bir parçası" diye konuştu. "Bu gençlerin büyük bir kısmı bu ülkede doğdu. Bizim okullarımıza, bizim camilerimize, bizim spor kulüplerimize gittiler. Onların radikalleşmelerinden biz sorumluyuz. Almanya'nın, dünyaya terörün bu ülkeden yayılmaması için kahreden bir görevi ve yükümlülüğü bulunuyor." dedi.
Federal Hükümet’i kaygılandıran unsur 450 kişinin IŞİD’e katılması değil, IŞİD’e katılan bu 450 kişinin daha sonra Almanya’ya dönerek ülke içinde önemli bir “tehdit” unsuru haline gelme olasılığıydı.
IŞİD fenomeni bu şekilde gündemdekini yerini korurken, bu kez “Selefilere Karşı Holiganlar” adıyla neo-nazi gruplar 24 Ekim’de Köln’de protesto gösterisi düzenlediler. Böylece IŞİD tehdidi, dışsal ve uzak bir tehdit olmaktan çıkarak, Almanya’nın içine taşınan “yakın tehdit” olarak algılanmaya başlandı.
SOL PARTİ (Linke.) İLK KEZ BAŞBAKAN ÇIKARIYOR
Kasım ayının ilk gündemi ise, Sol Parti’nin (Linke.) Federal Almanya tarihinde ilk kez bir eyalette başbakanlığı alma olasılığı oldu.
CDU-SPD koalisyon hükümetinin iktidarda olduğu Thüringen eyaletinde 14 Eylül’de yapılan eyalet parlamento seçimi SDP’nin ve FDP’nin oy kaybıyla sonuçlanırken, seçimden en kârlı çıkan parti AfD (Almanya İçin Alternatif) ile CDU oldu.
Seçimde %6,1 oy kaybeden SPD, CDU’yla koalisyon yapmanın ağır faturası karşısında Linke. ve Yeşiller’le koalisyon kurabileceklerini açıkladılar. Bu açıklama, bir yandan DDR’nin ortadan kaldırılışının 25. yılında ilk kez Linke.’nin bir eyalette başbakanlığı almasının önünü açarken, diğer yandan başta Federal Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck olmak üzere tüm eski DDR muhaliflerinin muhalefetine yol açtı.
Asıl tartışmayı tetikleyen olay ise, Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un, “Eski Doğu Almanya rejimini yaşamış olan ve benim yaşlarımda olanların böyle bir gelişmeyi kabul etmesi kolay değildir. Thüringen’de başbakanı çıkaracak olan parti insanları ezen ve zulmeden eski Doğu Almanya devlet partisi SED’den ne kadar farklı düşünüyor? Biz ona güvenebilir miyiz?” sözleri oldu. Partiler üstü ve tarafsız olması gereken cumhurbaşkanının böylesi bir açıklama yapması, Federal Almanya tarihinde de bir ilki oluşturdu. Böylece Federal Almanya’da cumhurbaşkanlığının tarafsızlığı ilkesi tartışma konusu haline geldi.
Bu gelişmeye rağmen, SPD üyelerinin Kırmızı-Kırmızı-Yeşil koalisyonu için görüşmeleri başlaması yönünde oy kullanmaları, Thüringen eyaletinde Sol Partiden Bodo Ramelow’un Eyalet Başbakanı olmasına kesin gözüyle bakılmasına yol açtı.
DEMİRYOLU MAKİNİSTLERİNİN GREVİ
Makinistler Sendikası (GDL), %5 ücret artışı ve hafta sonu çalışma süresinin 1,5 saat azaltılması talebiyle 18 Ekim’-de yapılanı 50 saatlik grevin ardından 5-9 Kasım tarihleri arasında ikinci grevini başlattı.
Alman medyası demiryolu makinistlerinin grevine sempatiyle bakmamanın ötesinde saldırgan bir tutum takındı. Frankfurter Allgemeine Zeitung’da çıkan bir yazıda, "Makinistler, devlet şirketi çalışanı oldukları için daha güçlü bir konumda ve ne yazık ki görünüşe göre bu güç onları daha da düşüncesizce davranmaya teşvik ediyor. Bu grevin, üretim sürecini kesintiye uğratarak ülkenin diğer işletmelerine nasıl zarar vereceği umurlarında değil.” yorumu yapıldı. Berliner Morgenpost gazetesi de, “Tüm dünyanın bir kez daha gözlerini Berlin'e çevirdiği ve 25 yıl önce duvarın barışçıl bir biçimde yıkılışını anan bir dünya metropolü gördüğü bir hafta sonu olacaktı bu grev. Dünyanın dört bir köşesinden iki milyon ziyaretçi bekleniyor başkentte. Aslında mutlu bir gün bu. Fakat anlaşılan, bu vesileden yararlanarak mümkün olan en büyük zararı vermeyi planlayanlar var: Alman Makinistler Sendikası. Bu haliyle grevin bir terbiyesizlik olduğunu söylemek lazım.“ yorumuna yer verdi.
KİRA ARTIŞ ORANININ SINIRLANDIRILMASI
Federal hükümet kira artışını önleyecek yasa tasarısı üzerinde anlaştı. Adalet Bakanı Heiko Maas'ın (SPD) hazırladığı yasa tasarısına göre, bir konut yeniden kiraya verildiğinde kira bedeli bölgedeki kira ortalamasının en fazla yüzde 10 üzerinde olabilecek. Kira zammı ise dört sene içinde en fazla yüzde 15 olabilecek. Yeni inşaat yatırımını engellememek için yeni ve modernize edilen binalar bu uygulamadan muaf tutulacak.
Yasa tasarısı emlakçı komisyonuna da yeni bir düzenleme getiriyor. Emlakçılar kim siparişi verirse, komisyonu ondan alacak. Mevcut uygulamaya göre emlakçılar komisyonu genellikle kiracıdan alıyordu. Yeni yasa tasarısına göre siparişi ev sahibi verdiyse, emlakçı komisyonunu kiracı değil, ev sahibi ödeyecek. Emlakçılar ayrıca bir evi birden fazla kişiye sunamayacak.
YOKSULLUK SINIRI
Almanya’da her 6 kişiden biri yoksul ya da yoksulluk sınırında.
Federal İstatistik Dairesi'nin açıkladığı 2013 yılına ait verilere göre, Almanya’da yoksulluk tehdidi ile karşı karşıya olanların sayısı yaklaşık 13 milyon dolayında. Bu, nüfusun yüzde 16,1'ine karşılık geliyor.
Bekarlar için 979 euroluk aylık gelir yoksulluk sınırı olarak baz alınıyor. Araştırmada, 14 yaşın altında iki çocuklu bir ailede ise aylık 2 bin 56 euroluk gelir sınır olarak kabul edildi.
Özellikle düşük ücretli işlerde çalışanların, tek başına çocuk büyütenlerin, uzun dönemli işsizlerin ve göçmenlerin yoksulluk riski ile karşı karşıya bulunduğuna dikkat çekiliyor.
|