Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • ÖNCEKİ YAZI
  • SONRAKİ YAZI
  • 34. Sayı / Kasım-Aralık 2014
    “Göçmen Çocuklarında Dil Durumu ve Dil Edinim/Öğrenim Sorunları” Sempozyumu / 18 Ekim 2014



    Die Gaste 34. Sayı / Kasım-Aralık 2014

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN: 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Sempozyum ‘14
    Açılış Konuşmaları

    Sempozyum 2014







    Sylvia Löhrmann
    KRV Eğitim Bakanı
    (Yazılı Mesajı)
      Şule Kaya
    T.C. Essen Başkonsolosu

    Sylvia Löhrmann - Sempozyum 2014
        NRW Eyaleti Eğitim Bakanı olarak sempozyumunuza en iyi dileklerimi iletmek istiyorum.
        Sempozyumunuza katılmaktan ve konuşmaktan çok mutlu olurdum. Ama planlanmış diğer yükümlülülerim nedeniyle ne yazık ki katılmam mümkün olmadı.
        Die Gaste’nin, “Göç Kökenli Çocukların Dil Durumu ve Dil Edinimi/Öğretimi Sorunlrı” gibi önemli bir konuyu ele alması büyük bir katkıdır. Eminim ki, şimdi ilginç bilimsel sunumlar dinleyeceksiniz ve araştırmaların güncel durumunu öğreneceksiniz.
        İzin verirseniz, konunun ağırlık noktasına ilişkin bazı değerlendirmeler yapacağım.
        Eğitim Bakanı olarak benim için iki nokta merkezi niteliktedir: 1. Göç kökenli çocukların “eğitim dili”ni desteklemek ve 2. Göçmen çocukların köken dillerini geliştirmek.
        Eğitim dili, herhangi bir okulda bilgi edinmek için gereklidir. Bu “yüksek” dil, bilim, medya, siyaset ve elbette eğitim kurumlarında resmi olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle eğitim dilini öğrenme, akademik ve mesleki başarının anahtarıdır. Buna paralel olarak, göç kökenli çocukların köken dilleri desteklenmelidir. Köken dili konusunda NRW deneyimi iyi bir örnektir. NRW’de sadece “Türkçe” köken dili eğitimi alan 57.000 öğrenci bulunmaktadır ve 12 lisede “Yabancı Dil Olarak Türkçe” dersi verilmektedir. Toplam olarak 600 öğretmen “Yabancı Dil Olarak Türkçe” ve “Köken Dili Olarak Türkçe” öğretmenlik sertifikası almıştır.
        Biz NRW’deki bu durumdan özellikle gurur duyuyoruz. Çokdilliliğin desteklenmesi ve zenginleştirilmesi Eğitim Bakanlığı’nın gündeminin en üst sırasında yer almaktadır. Bakanlık bünyesinde köken dili öğretiminin (HSU/Herkunftssprachenunterrich) niteliksel gelişimiyle ilgili bir çalışma grubu oluşturuldu. Benim görüşüme göre, göç kökenli çocukların ve gençlerin dil eğitimindeki temel yol, eğitim dilinin ve köken dilinin eşzamanlı olarak desteklemekten geçmektedir.
        Bu bağlamda, bu çerçevedeki çalışmalarınız ve üstlendiğiniz sorumluluk için sizlere teşekkür etmek istiyorum ve etkinliğiniz için başarılar diliyorum.
        En içten saygılarımla
       
        Sylvia Löhrmann
        NRW Eğitim Bakanı
      T. C. Essen BaşKonsolosu- Sempozyum 2014
        Değerli konuklar,
        Öncelikle sempozyumu düzenleyen Dil ve Eğitimi Destekleme İçin İnisiyatif Derneği’ne ve Die Gaste’ye teşekkür ederim.
        Bu sempozyum bizi Almanya’da yerleşik Türk toplumunun karşısındaki en önemli sorunun akademik çevrelerin, uzman ve aydınların bilimsel ve entelektüel birikimlerinden yararlanarak irdelendiği bir platform oluşturmaktadır.
        Göçmen toplulukların eğitimleri ve anadili öğrenimleri toplumsal ve kültürel boyutlarıyla geniş bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Bu bağlamda Türk ve Alman bilim dünyasında değerli katılımcıları bir araya getiren sempozyumun uluslararası niteliği de önem taşımaktadır.
        Dil konusu, çocukların eğitiminden yetişkinlerin iş bulmalarına, toplumsal konumdan anavatanla ilişkilerine kadar birçok konuyu ilgilendiren önemli bir sorun alanı olarak belirleyicidir.
        Sorun, sadece yaşanılan ülkenin dilini öğrenmekle de sınırlı değildir. Yeni kuşaklara anadillerini öğrenme ve kullanma konusunda fırsat eşitliği tanınmalıdır. Esasen bir dil öğrenmek bir başka dili öğrenmeyi kolaylaştırmaktır. İkidilli yetişmek küreselleşen dünyada büyük bir zenginliktir. Çünkü ikidillilik kişilerin dünyaya bakış açısını, ufkunu genişletmekte, donanımlı bireyler olarak yetişmelerine katkı sağlamaktadır.
        Üç yıl önce Türkiye ile Almanya ilişkilerinde yeni bir sayfa açan 1961 tarihli anlaşmanın 50. yılını kutladık. Artık Almanya’da doğan dördüncü ve hatta beşinci kuşaklardan söz etmekteyiz. Bugün Almanya’daki Türkler toplumsal yaşamda etkin biçimde yer almaktadır. Ekonomi, siyaset, bilim, kültürel ve spor alanlarının yanı sıra, devlet dairelerinde de, ve hatta yönetim kademelerinde Türk kökenli göçmenlerin sayısı hızla artmakta ve başarıları öne çıkmaktadır.
        Almanya’nın en büyük eyaleti olan ve en fazla Türk nüfusunun yaşadığı KRV’de toplumsal yaşama katılım üzerine yapılan bir ankette, Türk kökenlilerin yarısından fazlasının etkin biçimde sivil toplum hayatına katıldığını göstermekte ve ayrıca gönüllü görev ve sorumluluklar taşıyarak toplumsal görev üstlenmede istek ve çaba gösterdiklerini ortaya koymaktadır.
        Almanya’ya işgücü göçü bu ülkenin toplumsal ve kültürel yapısını derinden etkilemiş, çok kültürlü bir toplumsal yapının dinamikleri oluşturulmuştur. Almanya’daki göçmen topluluklar kültürel zenginliğin yanı sıra farklı kültürel özelliklere hoşgörü ve saygıyla yaklaşımın değişkenlerini oluşturmuştur.
        Bugün gündemdeki konu uyum sürecidir. Uyum politikalarının akılcı bir zeminde tartışılması, beraber yaşam ilkesi uyarınca, başta eğitim ve istihdam olmak üzere tüm alanlarda fırsat eşitliğinin sağlanması gerekir. Bu çerçevede geçen 50 yılda uygulanan eğitim ve uyum politikalarına özeleştiriyle yaklaşılmalı, ancak geleceğe dönük olarak iyimser ve yapıcı anlayışımızı da korumalıyız.
        Almanya’da yaşayan göçmen kuşakları temsil eden gençlerimizin özgün girişimleriyle hayata geçirilen bu sempozyumun uyum konusunda çaba gösteren tüm paydaşların ve özellikle karar veren kişilerin yararlanabileceği somut sonuçlar getirmesini bekliyoruz.
        Sempozyumlar dizisinin önümüzdeki yıllarda da başarıyla sürdürülmesini diler, hepinize içten sevgiler ve saygılar sunar ve sempozyum süresince başarılı çalışmalar dilerim.
    Prof. Dr. Ute Klammer
    Duisburg-Essen Üniversitesi Rektör Yardımcısı
    (Video Mesajı)
      KMK
    Daimi Temsilciliği
    (Yazılı Mesajı)
    Prof. Dr. Ute Klammer - Sempozyum 2014
        Duisburg-Essen Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ute Klammer gönderdiği video mesajında şunları belirtti:
        “Dil edinimi konusunun bizim çabalarımız ve üniversitemizle çok iyi bağdaştığını düşünüyorum. Bu inisiyatife, yıllardır bu ve buna benzer etkinlikler düzenlediği için müteşekkirim.
        Duisburg-Essen Üniversitesi, İkinci Dil Olarak Almanca ve Yabancı Dil Olarak Almanca, fakat aynı zamanda göçmen dilleri konusu uzun bir geleneğe sahiptir. Burada bu konuya ilişkin birçok etkinlikler düzenlenmektedir. Ben, bu konunun halen çok güncel olduğunu düşünüyorum.
        Bizler, göçmen öğrencilerin, göçmen üniversite öğrencilerinin potansiyellerinden söz ediyoruz, fakat genellikle en büyük potansiyellerinden biri olabilecek olan dilin, anadilinin algılandığı kadar iyi gelişmediğini görüyoruz. Bu, üniversite öğrencilerinin ve elbette çocukların da kullanamadıkları dillerinin daha iyi bir destekle işlevsel hale getirilmesi anlamına gelmektedir. Bu üzüntü verici bir durumdur, çünkü dil kültürel yaşamın büyük bir hazinesini ve çokdillilik gerçek bir artı değerini oluşturmaktadır.
        Biz, üniversitemizde öğrenim gören öğrencilerimizin dil yeterliliklerini geliştirmek için çalışıyoruz ve aynı zamanda geleceğe yönelik olarak üniversitemizin dil merkezi kapsamında daha fazla göçmen dillerinin sunulması da söz konusu olmaktadır.
        Fakat genellikle geç kalınmakta ve çocuk yaşta anadili/birinci dil doğru öğrenilemiyorsa, diğer dilleri öğrenmekte zorluklarla karşılaşılmaktadır. Ve bu nedenle, bugünkü etkinliğin göçmen çocuklarında dil edinimi konusuna ithaf etmesinden ötürü mutluyum. Ben kendim de bunu yaşıyorum, ikidilli yetişen bir torunum var. Eğer çocuklar erken yaşta birden fazla dili öğrenmeye yönelik desteklenirse, bu büyük bir hazine oluşturur.
        Sizleri, bütün dekanlık adına içtenlikle yeniden selamlıyorum.
        Ne yazık ki, Berlin’de olacağım için katılamıyorum.
        Sizlere, verimli tartışmalar ve ortaya çıkacak olan bulguları kendi iş alanınızda da işlemeninizi diliyorum.“
      KMK - Sempozyum 2014
        Almanya‘da yaşayan göçmen kökenli insanların sayısı giderek artmaktadır. 2005 yılında bu sayı 14,8 milyonken, 2012’de yapılan son sayımda bu rakamın 16,2 milyona ulaştığı saptanmıştır.
        Eğitim alanında bu rakamlar, demografik gelişmeler nedeniyle daha yüksektir. Bu gelişmeler genelde toplumumuzu ve özelde ise eğitim kurumlarımızı, üstünde özellikle durmamız gereken bir takım yeni sorunlar ile karşı karşıya bırakmaktadır. Ancak bu durum, aynı zamanda yeni fırsatlar da yaratmaktadır.
        Göçmen kökenli insanların eğitim durumunu sonuç alacak şekilde iyileştirmek KMK (Eğitim Bakanları Daimi Konferansı) için önemli bir konudur. Burada, göçü bir potansiyel olarak kabul etmek konusunda bir kanaat mevcuttur. Göçmenler arasında birçok yetenekli insan bulunmaktadır. Biz bu çeşitliliği bir zenginlik olarak kabul ediyor ve bu zenginliği toplumumuza kazandırmaya çalışıyoruz. Bu nedenle, fırsat eşitliğini sağlamak, çocukları ve gençleri desteklemek eyaletlerin en öncelikli konularından biridir. Buradan hareketle, iyi bir temel eğitim ve özellikle de yeterli Almanca dil bilgisi, okulda, meslek yaşamında ve toplum içinde başarılı olmanın temelini oluşturmaktadır. Elbette ki, bu konu sadece göçmen kökenli çocukları ilgilendirmemektedir. Bizlere düşen, bütün gençlerin potensiyellerini destekleyip, yeteneklerini ortaya çıkarmaktır.
        Eğitim yoluyla uyumun gerçekleştirilmesi konusunda, hepimizin ulaşmayı amaçladığı hedefe varamadığımızı 2014 Eğitim Raporu açıkça ortaya koymaktadır. Göçmen kökenli çocukların eğitimde genel ortalama fırsat eşitliğine yaklaşabilmeleri için daha büyük bir çaba gösterilmesi gerektiğinin farkındayız. Ancak, elde edilen başarılar da mevcutttur:
        – PISA araştırmaları sürecinde sosyal kökenle öğrencilerin başarısı arasındaki bağlantı azalmış, göçmen kökenli çocukların okuldaki başarılarının 2000 yılı araştırmasına göre sürekli olarak ve gözle görülür şekilde artmıştır.
        – Okulu bitiremeyen ya da düşük başarı derecesiyle mezun olan öğrencilerin sayısı azalmıştır.
        – Abitur yapanların sayısı, göçmen kökenli öğrenciler de dahil olmak üzere artmıştır.
        – Göçmen kökenli öğrencilerin yeterlilik dereceleri, göçmen olmayan öğrencilerin yeterlilik düzeyine yaklaşmıştır.
        – Göçmen kökenli gençlerin okuma yeterlilikleri belirgin olarak iyileşmiş ve yine göçmen olmayanlarla aralarındaki fark azalmıştır.
        Yine de, ulaşılan başarılarla memnun olduğumuzu söylememiz mümkün değildir. Hala çok az sayıda göçmen kökenli öğrenci yüksek okula gidebilecek dereceyle mezun olmakta; meslek eğitimi yapmakta veya üniversiteye devam edebilmektedir. Çoğunluğun bir mezuniyet belgesi ve meslek eğitimi bulunmamaktadır. Eyaletler yıllardır, hem mevcut yetki alanları içinde, hem de KMK kapsamında birlikte, ana okulundan başlayarak, ilkokul, ortaöğrenim ve öğretmenlik de dahil olmak üzere meslek eğitimleri konusunda göçmen kökenli çocukları özellikle desteklemek için büyük çabalar sarfetmektedirler.
        Ancak, eğitim ve öğrenimde, ve bundan daha önemlisi başarılı bir okul geçmişine sahip olmada, olanaklardan eşit faydalanabilmek için, öğrenim ve iletişim dili olarak Almancaya hakim olmanın temel olduğu konusunda kesin bir görüş birliği bulunmaktadır. Almanca eksiği olan çocukların desteklenmesi nasıl tartışılamazsa, anaokulu ve okullardaki öğretmenlerin de aynı şekilde bu görevi yerine getirebilecek şekilde desteklenmeleri gerektiği açıktır.
        Bu konuda ilk muhatap anne ve babalardır. Okul, meslek eğitimi ve iş hayatındaki fırsat eşitliğinin sağlanması amacıyla ebeveynlerin de katılımı vazgeçilmezdir... Burada önemli olan, ebeveynlerin Alman öğretim ve meslek eğitimi sistemine ve yardım olanaklarına çekilerek, bunları anlamalarını sağlamaktır.
        Almanca öğrenmenin yanısıra, göçmen kökenli kişilerin anadillerinin de Almanya’da saygınlığının kabulü ve okul yaşamına uygun şekilde dahil edilmesi de bir o kadar önemlidir.
        Anadili çocuğun sosyalleşmeye başladığı ilk dildir. Bu dilde çocuklar, düşünmeye ve tasarlamaya başlar, isteklerini, düşüncelerini, hoşnutsuzluklarını vs. açığa vururlar. Dil, çocuğun kimliğinin bir parçasıdır ve kimlik gelişiminin de temelidir. Anadilin tanınması ve desteklenmesi, aynı zamanda çocuğun kimliğine ve kişiliğinin bir bölümüne saygı duyulması ve değer verilmesi anlamına gelmektedir. Pek çok yayında, iyi bir anadili bilgisinin, göçmen kökenli çocukların öğrenim dili yeteneklerinin gelişmesine olumlu katkı yaptığına vurgu yapılmaktadır.
        Bu nedenle eyaletler, çokdilliğin desteklenmesi kapsamında farklı yöntemlerle, göçmelerin dillerinin okul kapsamında giderek daha fazla dikkate almaktadırlar. Örneğin bu, anadili dersinin yabancı dil dersi seçeneklerine dahil edilmesi ya da okulların çeşitli kültürlerarası açılım projeleri şeklinde olmaktadır.
        Eğitim Bakanları Daimi Konferansı’nın bir kaç faaliyet alanına değinmeme izin veriniz. 2013 yılında Eğitim Bakanları Daimi Konferansı “Okulda ve Yuvada Kültürlerarası Eğitim” önerisini güncellemiştir. Berlin’de Mayıs 2014’te, kültürlerarası aracıların katıldığı bir toplantı düzenlenmiştir. Burada, alınacak kararların uzmanların bilgisine sunulması ve ortak önerilerin nasıl uygulanacağının tartışılması amaçlanmıştır.
        Bugünkü sempozyumda sizler, göçmen kökenli çocukların dil durumu ve dil eğilimi/öğrenimi sorunlarını irdeleyeceksiniz. Eğer kabul ederseniz, bu toplantıdan çıkan sonuçlar eyaletlerin eğitim bakanlıklarına iletilecek bir belge olacaktır.
        Göçmen kökenli çocukların ve gençlerin eğitim durumlarının kalıcı olarak düzeltilmesi için eğitim alanında daha fazla yatırıma ihtiyaç duymaktayız. Göçmen kökenli öğretmenlerin, rehberlerin ve eğitmenlerin oranını ve eğitime yönelik uyum ve destek arzını arttırmadığımız sürece, bizlerden bekleneni yerine getirmemiz mümkün değildir. Burada bütün katılımcıların farkında olması gereken şey, uyuma bağlı sorunların yalnızca eğitim sistemiyle değil, tüm toplumun katılımıyla üstesinden gelinebileceğidir.
        Sizlere bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar ve verimli ve ilginç bir sempozyum diliyorum.
        Heidi Weidenbach-Matter
        Eğitim Bakanları Daimi Konferansı Daimi Temsilcisi
    Dr. Çiğdem Bozdağ
    Mercador-İPM Araştırmacısı

      Dr. Aysun Aydemir
    TGD Başkan Yardımcısı

    Dr. Çiğdem Bozdağ - Sempozyum 2014
        Mercator-İPM Araştırmacısı Dr. Çiğdem Bozdağ, kendisinin dilbilimci olmadığını, iletişim ve medya konularında çalıştığını söyleyerek başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü: “Benim görüşüme göre, ikidilliliğin, yani çokdilli düşünmenin göç kökenli çocukların kimlik oluşumunda merkezi öneme sahiptir. Almanya’da yaşadığım sekiz yılda ikidillilik benim yaşamımda çok önemli rol oynadı. Sınırlı bir dille yeni bir yerde yaşamaya alışmak bazı zorluklar getiriyor. Elbette başlangıç her zaman zordur. Örneğin yetişkin biri için ve çocuk yuvasındaki çocuklar için yeni bir dil edinmek başlangıçta zordur. İyi ya da kötü kendini anlatamamak, da-ha da kötüsü hiç anlaşılmamak insanı korkutuyor. İnsan kendisini çaresiz hissediyor, sinirleniyor.”
        Zaman içinde Almancayı biraz daha öğrendiğini belirten Dr. Bozdağ, giderek kendisini daha iyi anlatabildiğini, bunun da yaşadığı toplumda güvende olduğu duygusunu, bir aidiyet duygusunu yarattığını belirtti.
        “Yıllar geçtikçe günlük yaşantımda kullandığım değişik dillerin benim kendimi algılamamda etkili olduğunu fark ettim. Giderek Alman-Türk arkadaşlarımla çok fazla karışık bir dil konuşmaya başladım. Gittikçe Almanya’daki göçmenlerin ve çocukların bizim Deukisch dediğimiz bir Misch-Masch dili konuşmalarının nedenini daha iyi anladım. Dil, dünyayı yorumlamak ve kişi olarak kendimizi temsil etmek için bizim birincil iletişim aracımızdır. Karışık dil, değişik kültürlere göndermeler yapılmasına yol açan göç kökenli insanların melez kimliğinin bir ifadesi olarak da yorumlanabilir.”
        1,5 yıl önce Türkiye’ye dönme kararı verdiğinde Almanca dil becerisini kaybetmekten korktuğunu belirten Dr. Bozdağ, “Bu dili kaybetmek demek, yaşamımın bir parçasıyla olan bağımı yitirmek demekti. Bu korku, bir çeşit, başka bir ülkeye göç edildikten sonra anadilini kaybetme korkusuna benzer.” diyerek sözlerini sürdürdü.
        İstanbul’da Mercator-İPM araştırmacısı olarak çalışmasının kendisi için bir şans olduğunu belirten Dr. Bozdağ, “İstanbul’un sokaklarında dolaşırken Almanca konuşma duysam hala dönüp bakıyorum. Bu bana aşinalık duygusu veriyor. Tıpkı Almanya’ya göç ettikten sonra Türkçeye aşina olmama benziyor.” diye konuştu.
        “Bugün dil becerileri nerede ve nasıl ediniliyor?” sorusunu sorarak konuşmasını sürdüren Dr. Bozdağ, göçmen çocuklarının dil becerilerini geliştirmelerinde ailenin, çocuk yuvalarının ve okulun önemli olduğunu, ama medyanın dil becerisinin gelişmesinde merkezi bir role sahip olduğunu vurguladı.
        “Medya kullanımı için dil becerisi ilk önkoşuldur. Eğer dili yeterince bilmiyorsanız, o ülkedeki medyayı sınırlı olarak takip edebilirsiniz. Öte yandan içinde bulunulan toplumdaki gelişmeler, kültür ve siyaset hakkında bilgi edinmek için medyayı takip etmek gerekir. İkinci olarak, medya, gayrı resmi bir eğitim aracıdır, yani diğer kültürlerle kurulan bir köprüdür. Üçüncüsü, medya kullanım alışkanlığı, pek çok göç kökenli insanlar için kendi melez kimlikleri ve kendi çokdillilikleri değişik kültürlerden gelen medyayı kullanım tarzıyla ortaya çıkan bir bileşimdir, bunun bir yansımasıdır. Bu nedenle, bana göre, göç kökenli çocukların dil durumunun geliştirilmesi için medyanın rolü dikkate alınmalıdır.”
        “Dil, kesinlikle entegrasyon, kültürlerarası diyalog ve bu toplumda farklı kültürlerin bir arada yaşamaları için bir anahtardır. Dil becerisi, göç kökenli insanların kendilerine güven açısından, topluma katılımları ve kendilerini bu toplumun bir parçası olarak hissetmeleri açısından önemlidir. Ancak melez kimliklere bakıldığında, kültürlerarası medya kullanımı pratiğinin, yani günlük çokdilliliğin önemi gözönüne alındığında, entegrasyonun sadece Almanca diline dayandırılması eksik bir yaklaşım değil midir? diye soran Dr. Bozdağ, köken dilinin düzeyinin önemli olduğunu, insanların kendi anadillerini unutma korkusu yaşamamaları gerektiğini, ikidillilik/çokdillilik ile entegrasyon kavramının birlikteliğinin düşünülmesi gerektiğini belirterek konuşmasını sonlandırdı.
      Dr. Aysun Aydemir - Sempozyum 2014
        Sözlerime başlarken, her ne kadar provakatif olarak algılanan, fakat tamamen haklı ve doğru bir tezi ortaya koymak ve savunmak istiyorum. Şöyle ki, Alman okullarındaki göç kökenli çocuklara yönelik dil desteği başarısız olmuştur. Özellikle 2011 PISA araştırmasının açıklanmasının ardından göç geçmişi olan gençlerin Almanca dil yetersizliğinin olduğunu dinlemek zorunda kaldık. Bir çoğumuz, bu ve buna benzer söylemlere alıştık.
        Ve her yerde, nerede dil desteği söz konusu oluyorsa, çokdillilik dahil edilerek, dil desteğine ihtiyaç duyan çocukların dil yetersizliğinin tek nedeninin çokdillilik olduğu gösterilmektedir. Genellikle sözde “eksik ve yetersiz” çocukların destek gereksinmelerinden söz edilmektedir ve bunun sonucunda sayısız tasarılar geliştirilmektedir. Ayrıca federal eğitim bakanlıklarının 70’li yıllardan günümüze, çokdilli çocukların eğitime katılımlarını iyileştirmeye yönelik kararnamelerini de katabiliriz, ancak olumlu değişimler, dolayısıyla kanıtlanabilir gelişmeler halen beklenmek zorundadır. Biz burada sadece küçük iyi- leştirmeler kaydedildiğini görebiliyoruz. Bizler gelecekte de göç kökenli çocukların “eğitimde kaybedenler” olmasına artık tahammül edemeyiz. Ve tam da bu nedenle, eğitim politikasında bir dönüşüme, bir paradigma değişimine ihtiyacımız vardır.
        Bildiğiniz üzere, yıllar önce yapılan birçok bilimsel ampirik araştırmalar kanıtlamıştır ki, başarılı bir ikidillilik çocuğun bilişsel gelişimi üzerinde olumlu etkiye sahiptir. Bu nedenle göçmen çocuklarının daha iyi bir eğitim şansı için doğal ikidilli dolayısıyla çokdilli desteklenmesini talep ediyoruz. Bu şu anlama gelmektedir; aile ortamında Almancanın yanında anadilinin de özel olarak göz önünde bulundurulması ve sahip olduğu değerin verilmesidir.
        Bizler doğal çokdilliliği ciddiye alırsak, göçmen dillerini okul/eğitim dili olarak sunulmasını ve çokdilli ders olanaklarını yetkin hale getirmememiz gerekir. Bu konunda farkında olmamız gereken, çokdilliliğin Almanya’da artık bir normalite olduğudur, altı yaşın altındaki çocukların üçte birinin göç kökenli çocukların oluşturduğudur. Eğer gerçekten ciddi düşünüyorsak, anadili öğretmenlerinin dolayısıyla kökendili öğretmenlerinin göç kökenli çocukların sayısal duru- muna göre düzenlemeli ve arttırılmalıdır. Fakat yıllardır kökendili öğretmenlerin sayısında bir artış olmadığı gibi bazı bölgelerde azalmaktadır.
        Birkaç yıl öncesine kadar yeniden ve yinelenerek şöyle denildi: “Sizler Almanya’dasınız ve burada Almanca konuşmak zorundasınız!” ya da göçmen ebeveynlere “Çocuğunuz öncelikle Almanca öğrenmeli!” şeklinde ifadelerle Türkçe dersleri bir yük olarak gösterildi. Bazı bölgelerde öğrencilerin teneffüste anadillerini konuşma yasağı bile getirilmeye çalışıldı. Ve böylece, danışmamıza gelen aileler tedirgin bir biçimde doğru olanın ne olduğu ve çocuklarıyla hangi dili konuşmaları gerektiğini bilmek istediler. Bizim üzerinde durarak söylediğimiz, annenin ya da babanın hangi dili daha iyi biliyorsa, çocukla da o dili konuşmalarıydı. Bunun yanı sıra, çocukların altı yaşına kadar doğal bir biçimde iki veya daha fazla bir dili öğrenebileceklerini, okulda sunulan anadili derslerinin bir yük olmadığını ve bunun bir zenginlik anlamı taşıdığını ailelere anlattık.
        Kuzey Ren Vestfalya Türk Veli Dernekleri Federasyonu olarak en az üç dilde iyi bir yeterliliğin olacağını savunuyoruz:
        1. Anadili (korunması gerekli bir hazine),
        2. Yaşadığımız ülkenin dili (Almanca) ve
        3. Dünya dili İngilizce.
        Aileler, öğretmenler ve tüm eğitim ve öğretim alanında çalışan herkese düşen görev, erken yaşta doğal ikidillilik ve çokdillilik için çaba harcamalıdır.
        Okul ve eğitim politikası geliştirilmeli ve değiştirilmelidir. Geçerli olmayan yapı, sistem, müfredat ve kavramlar kökten reforme edilmelidir. Yetkililer bu konuları düşünmelidir.
        Artık çokdilliliği bir sorun olarak algılamayalım, gerçek gerçeklikte olduğu gibi, bu bir şanstır!
        Sözlerimi tanınmış bir Türk atasözüyle bitirmek istiyorum: “Bir lisan, bir insan. İki lisan, iki insan”.