“Dağlar var aşılması gereken. Aksi halde yol burada bitiyor.”
Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu`nun geçtiğimiz günlerde Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Ödülü’ne layık görülen kitabı “Özgürlük Yolları”, bu Hint özdeyişiyle başlıyor ve sanki bu özdeyiş, kitapta anlatılmak istenen bir çok şeyi bir çırpıda özetliyor: “Ya dağları aşıp yoluna devam edeceksin, ya da dağlardan ürküp, yeterince kendin olamadan, olduğun yerde öylece kalacaksın”.
“Özgürlük Yolları”, Zehra İpşiroğlu’nun sekiz öğrencisiyle yaptığı röportajlardan oluşan bir kitap. Bu röportajlarda ele alınan her yaşam öyküsü, kendisinin de ifade ettiği gibi, birer `başarı öyküsü` nü içeriyor.
Bu başarı öykülerinde, ataerkil toplumla modern yaşam arasındaki çatışma ve çıkış yolları irdeleniyor. Başka bir deyişle çözüm alternatifleri gösteriliyor. Kitap bir gençlik kitabı. Bu yanıyla gelenekçi yapılanmaya rağmen modern yaşama özlem duyan, daha doğrusu, ancak modern bir yaşam içerisinde kendisi olabilecek olan gençlerin kendi yollarını nasıl bulabildikleri anlatılıyor.
Her yaşam öyküsünün kendi içinde bir özgünlüğü var. Ancak bu özgünlük, yaşam öykülerinin, alışılmışın dışında, sıradışı olmasından kaynaklanmıyor. Özgünlük, duruş noktasından, bakış açısından yansıyor. Öyle ki, Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu, çok yakından tanıdığı öğrencileriyle yaptığı bu röportajlarda, “insanı kendi bütünlüğü” içinde ele alarak göstermeye çalışıyor. Farklı bakış açılarını, toplumsal değerleri ve kültürel özellikleri önyargısız bir biçimde, kişinin bütünlüğüne katarak değerlendiriyor.
Kitapta zaman zaman karşımıza çıkan “Öteki” sözcüğü var. Özellikle Selin’in öyküsü “Öteki olmak”ı okurken, Almanya’da büyüyen yabancı gençliğin hangi çatışma noktasında kendilerini bulma çabası verdiklerini görmek mümkün. Geleneksel yaşama doğmuş ve buna karşı zaten birşey yapamayacak durumda olan gençlerin, kendilerini bulma, kişilik edinme, çevre ve yaşam kurma çabaları, sık sık “Öteki olma” olgusuyla çatışıyor. “Nur”un öyküsünde, çok sevdiği bir yakınının, kendisine ilgi duyan bir erkek arkadaşını –sözde namus adına– onu korumak için tartaklaması, öteki olgusunu iki yanlı karşımıza çıkarıyor. Kimdir öteki? Çerkez olmadığı halde “Nur”a ilgi gösteren erkek arkadaşı mı? Yoksa bir üniversitenin kafeteryasında çirkin bir müdahalede bulunan Nur’un yeğeni mi? Her ikisi de birbiri için bu olayla ötekileşiyor. Ama bu öteki ve ötekileşme olgusunun esas acısını Nur, haftalarca odasına kapanarak yaşıyor.
Erdal ve Ali’nin öykülerinde, geleneksel yaşamın kadını ezen kurallarına iki genç erkeğin gözleriyle bakıyoruz. Ne güzel, ikisi de anne ve kız kardeşlerine duydukları sevginin de gücüyle bu ezilmişliğe karşı çıkıyorlar. Alışılmış erkek rolüne ve “erkeklikten gelen haklarına” rağmen, çağdaş bir yaşama biçimiyle, evde ev işlerinde yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Ataerkil yaşama biçimine karşı çıkışı hemen hemen her röportajda okuyoruz. Zaten kitabın adından da anlaşılacağı gibi, gençlerin özgürleşip kişiliklerini, yetenek ve duygularını keşfetmeleri de, kendilerine biçilen rolü reddetmeleriyle başlıyor. “Özgürlük Yolları” kendi yolunu arayan her gencin özenle okuyup, arkadaşlarıyla da tartışabilecekleri bir kitap.
(Die Gaste-Haber/Songül Karadağ)
|