Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
Yayın Sorumlusu (ViSdP): Engin Kunter
diegaste@yahoo.com
|
Alman Eğitim Sisteminde Anadilin Rolü ve Göçmenlerin Eğitim Sorunları
[El rol de la lengua materna en el sistema educativo alemán y los problemas educacionales de las y los inmigrantes]
Prof. Dr. Vernor MUÑOZ [Birleşmiş Milletler Eğitim Hakları Eski Özel Raportörü Kosta Rika Ulusal Üniversitesi]
Dil ve Kültür
Kültür, dil, din, değerler ve haklar dahil olmak üzere teknolojiden felsefeye, sanattan bilimsel bilgiye kadar insan çabasının tüm yönlerini kapsayan bir gökkuşağıdır.
Kültür, insanları ve kişileri belirli içerikle donatan ve bilgi ve uygarlığın görgül temelini oluşturan çoğulcu bir olgudur.
“Kültür”, bir bütün olarak anlaşılamaz ve bu nedenle sadece dışavurumlarından algılanır. Bu nedenle, kültürde birlik bulma amacı sadece görüntüseldir, çünkü ülkelerimiz, monolotik olmaktan çok, dışavurumları farklı olan çok sayıda kültürden oluşur.
UNESCO’ya göre, kuşaktan kuşağa aktarılan, topluluklar ve gruplar tarafından kimlik ve süreklilik duygusu ile doğa ve tarih etkileşimi içinde sürekli olarak yeniden oluşturulan kültürel miras maddi değildir ve bu nedenle kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına saygı göstermeyi teşvik etmek gerekir.
Birleşmiş Milletler Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin anımsattığı gibi, kültürel dışavurumlar, kendi insanlıklarını ifade eden ve kendi varlıklarına anlam veren bireyler ve topluluklar tarafından yaratılan yaşam, dil, yazılı ve sözlü yazın, müzik ve şarkı, sözsüz iletişim, din ve inanç, ayin ve törenler, spor ve spor karşılaşmaları, üretim yöntemleri ya da teknoloji, doğal ve insanal ürünler, yiyecek, giyecek, konut ve sanat, gelenekler ve görenekler biçimlerini kapsar..
Kültürel çeşitlilik, yaşamın bir gerçeği olduğu gibi, kişilerin ve halkların onuruna saygı göstermeyi ve toplumsal dışlamanın ve ayrımcılığın her biçimiyle savaşmayı gerektiren zorunlu bir siyasal yoldur.
Çeşitlilik, insanların farklı kimliklerini kabul etmek ve değer vermektir. Bu nedenle, kültürler arası ilişkiler, demokratikleştirme pratiğini yoğunlaştırabilir, dolayısıyla tarihsel olarak dışlanmış kesimlerin güçlendirilmesine katkıda bulanabilir ve Almanya olayında olduğu gibi, çok-etnisiteli, çok-kültürlü ve çok-dillilik sürdürülebilir bir kalkınmanın kaynağı olabilir.
Kültürel ifadeler, farklı grupların bazen paylaştığı, bazen paylaşmadığı dünya ve yaşam görüşlerinin dışavurumlarıdır ve toplumsal dışavurumlar tekil dışavurumlar arasındaki ilişkiyi sürekli kılar.
Kültürler kendiliğinden farklılaşabilir ve her biri diğerini etkileyebilir. Öyle ki, kendi özelliklerinin çoğu “kimyasal saflığa” sahip değildir; dil bile sürekli etkiye açıktır.
Bazı temel sorunları anımsatması için kültürlerin temeline ilişkin bu yansımaları sizinle paylaşmak istedim.
Herşeyden önce, kişilerin ve bireylerin onurunu ifade eden kültürel dışavurumları kabul etmezsek, kültürün evrenselliğini koruyamayız, ilerlemeyi, gelişmeyi ya da mutluluğu garanti edemeyiz.
Bu nedenle, insan hakları belgeleri, kültürel çeşitliliğin ve onun tüm belirtilerini korumak için devletlere belirli yükümlülükler getirir.
Bir kez daha, insan haklarının, sadece Darfur ya da Libya için değil, “gelişmiş ülkeler” dahil olmak üzere dünyadaki her ülke için gerekli olduğunda ısrarlı olmalıyız.
Kültürel haklar, eğitim, barınma ve sağlık gibi insan haklarındandır.
Ama daha fazlası var. Kültürel haklar, özgün içeriğinin yanı sıra, uygar, siyasal, ekonomik ve toplumsal özgürlüklerin gerçekleşmesi için gerekli yakınlaşma alanlarıdır ve kimlikle ilgili önemli konuları kapsar. Diğer bir ifadeyle, kültürel haklar, demokrasiyle çoğalan bireysel ve toplumsal katılımla beslenir ve gelişir. Bu nedenle, kültürel hakların ihlali, her zaman diğer insan haklarının ihlali demektir.
İkinci olarak, toplumsal farklılıkların ve çok-kültürlülüğün bilginin yapılandırılmasını zenginleştirdiğini anımsatmalıyım. Çünkü onlara saygı göstermekle, korumakla ve geliştirmekle yükümlü devletin farklı dışavurum biçimlerini öğrenmesine izin verir.
Kültürel çeşitlilik, bu nedenle, sadece insan haklarının gerçekleştirilme alanı değil, aynı zamanda kolektif öğrenme için korunması gereken bir alandır.
Bu noktada Almanya eğitim sistemi içinde göçmen toplulukların durumuna ilişkin bazı düşüncelerimi daha ileride sunacağım..
Üçüncüsü, gereksiz görülebilse de, dilin, kültürel etkinliklerin en önemli unsurlarından birisi olduğunu anımsatmalıyım. Dil, insanın dışavurumuna büyük ölçüde olanak sağlar, kimliğin kurucusudur, öğrenmenin kaynağıdır, iletişim ve sanat süreçlerinin önemli bir unsurudur.
Kuşkusuz, bu nedenle dilin kullanılması, geliştirilmesi ve yaşaması bir insan hakkıdır.
Herkes için kuşkusuz mu? Evet, ama o kadar emin değilim. Bildiğiniz gibi, ben yüzlerce yerli dillerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu Latin Amerika’dan geliyorum.
Diller sürekli olarak dönüşür, ama bazıları kullanılmadığı için ya da dayatma sonucu yok olur. Böylece gökkuşağının renkleri de solar.
Anadili ve Eğitim Hakkı
Her ne kadar eğitim sistemlerine egemen olan ve tek tip siyasal aygıta hizmet eden sözde “resmi diller” gibi resmi eğitimde kullanılmasa da, dünya çapında yaklaşık altı bin dil konuşulmaktadır.
Okullarda öğretilen resmi dil, anadili resmi dilden farklı olan öğrenciler üzerinde olumsuz bir etkiye sahiptir.
Bir çok çalışma (New-York Üniversitesi, UNICEF Enstitüsü), anadili dışında bir dil öğrenmenin, öğrencinin başarımını engelleyen istenmeyen bilişel etkiye yol açtığını söylemektedir.
Altmışlı yıllardan bugüne kadar, çocukların öncelikle temel iletişim dilini geliştirmeleri ve daha sonra da bilişsel-işlevsel dil becerilerini geliştirmeleri önerilmiştir. Bu sürecin, çocukları, iki dilde becerilerini optimal olarak geliştirmeleri için hazırladığı ve daha iyi akademik koşullar sağlandığı görülmüştür.
Bu araştırmalar, kişisel kimliğin optimal gelişimi için anadilinin önemini tanıyan eğitim sistemlerine gereksinme olduğunu vurgularlar. Ayrıca çokdilli kesimle çalışan öğretmenlerin kültür ve dil eğitimi için yetiştirilmelerini önermektedirler.
Açıktır ki, öğrencilerin dil gereksinmelerini karşılamak için gerekli öğretmenlerin eğitimi ve yetiştirilmesi, genellikle mali engellerle karşılaşır. Öğretmenler düşük ücret alırlar ve çalışma koşulları çok kötü durumdadır. Bu da, eğitime hiçbir şey vermeden bir şeyler alma eğilimi doğurmaktadır.
Eğitimin, kültürel, siyasal, çevresel ve hatta göç kökenli öğrencilerin dil gereksinmelerini çözmesi istenir, ama bu amaç için öğrencilere ve eğiticilere gerekli koşullar sağlanmaz.
Bu değerlendirmeler, teknik ve hatta politik nitelikte olmayan dil gereksinmesine yanıt vermenin zorluklarını anlamamıza yardımcı olacaktır.
Siyasi irade yokluğu, farklılığa alerji duyan, kültürel hakları ihlal eden ve standartlaştıran son derece seçici eğitim sistemleri uygulayan ulusal-devlet modelinin bir sonucudur.
Devlet, bu aynı modeli, normal okul sistemlerinde öğrenim engelli kişileri inkar eden dışlayıcı modellerle de sürdürmektedir.
Görüldüğü gibi, dışlanma ve çeşitliliğin tanınması eksikliği, devlet yönetiminin dayattığı aynı ataerkil bakış açısının ve aynı tabiyet modelinin parçalarıdır.
Eğitim sistemlerinin demokratikleştirilmesi, dünyanın belki de karşı karşıya olduğu en acil sorunlardan birisidir. Tarihin bize verdiği tüm dersleri kullanmaya zorlayan ve herşeyden önce, sanayi modernitesinden devralarak kullandığımız eğitim modellerinin çokdilli ve çokkültürlü globalleşen dünyanın gereksinmelerini karşılamak için eskimiş olduğu gerçeğini yüzümüze çarpan bir meydan okumadır.
Çocukların ve gençlerin katılımını, onların değişik sosyo-kültürel kimliklerini inkar eden ve dışlayarak onları cezalandıran modeller kullanarak eğitimin demokratikleştirilmesinde ilerleme sağlamak olanaksızdır.
Bazen okulu gerçekten demokratik bir alan haline getirmek için eğitimde neyin değiştirilmesi gerektiğini merak ediyorum. Ve sadece küçük bir şeyin değiştirilmesi gerektiğini söylüyorum: Herşeyin!
Eğer çocukların dil ve kültüründen feragat etmeleri istenirse, onlara özgürlük içinde yaşamayı öğretemezsiniz. Öğrencilere, katılımlarını engelleyen ve kimliklerini inkar eden eğitim kurumlarında demokrasinin değerini öğretmek, asansörde futbol oynamayı öğretmekle aynı şeydir.
60’lı yıllarda duvarlara yazıldığı gibi: Her zaman gerçekçi ol, imkansızı iste! Herkes için bir okul oluşturmak, herkesin gereksinmelerini karşılayan ve düşlerimizin toplumunu inşa etmeyi sağlayan bir sistem aramak.
Evet, evet! Ben, pazar sorunlarına, mali krizlere ya da Bundesliga’ya daha az önem veren, ütopyaların peşinden koşan saf biri olabilirim, Ama benim ideallerim öylesine gerçekçi hale geldi ki, rüyalarımızı güçlü biçimde ilan edersek kabuslar içinde yaşamaktan kurtulacağımıza inanıyorum.
Almanya’da Göçmenlerin
Eğitim Sorunları
Eğitimde demokratik sistemlere yönelmenin yolları vardır. İnsan hakları bakış açısı büyük bir seçenektir, çünkü uluslararası insan hakları belgeleri, eğitim sistemleri için hedefler ve sonuçlar ortaya koymaktadır.
Birleşmiş Milletler’in Eğitim Hakları Özel Raportörü olarak 2006 yılında Almanya’ya resmi bir ziyaret yapma fırsatı buldum ve bu ziyaret vesilesiyle Almanya’daki etnik göçmenlerin durumuna ilişkin bir rapor hazırladım.
Ziyaretim sırasında, eyaletlerin çoğundaki mevcut müfredatta sürekli bir konu olarak çeşitliliğin gözönüne alınmadığını gördüm.
Bu boşluklar, genelde içselleştirici modelde (modelos inclusivos) kullanılabilecek olan insan hakları temelli bir eğitimin olmaması nedeniyle çok daha belirgin hale gelmektedir.
Ben, geleneksel eğitim sistemlerinin öğrencileri içselleştirecek biçimde değiştirilmesi gerektiği konusunda ısrar ediyorum. Toplumsal ve kültürel özellikleri gözardı eden sistemi değiştirmeyi ya da düzenlemeyi gerektiren öğrenciler var.
Bu nedenle, ayrımcılığa ve dışlamaya karşı mücadele, öğrencilerin ve ailelerinin kesinkes katılımını gerektiren koruyucu ve içsellemeci bir ortamın oluşturulması demektir.
İçselleme, belli düzenlemeler için ya da belli eğitim düzeyleri için yahut belli öğrenciler için rezerve edilemez. Çünkü içselleyici eğitim, ne bir hevestir, ne de bir okul aşamasıdır. İçselleyici eğitim, tüm öğrencilerin insan haklarına saygı gösterilmesine ve bu hakların geliştirilmesine dayanan bir eğitimi geliştirmenin tek yoludur, çünkü öğrencilerin birlikte öğrenme hakkı vardır.
İçselleyici eğitimi teşvik eden devlet politikaları, insan ilişkilerinin ataerkil çerçevesinin üstesinden gelmenin okulda ve toplumda insan hakları kültürünün inşa edilmesini güvenceye alacağından cinsiyet eşitliği yönünde sağlam ve samimi bir inançla güçlendirilmelidir..
Liselerde (Gymnasium) içsellemeyi reddederken, çocuk yuvalarında ya da ortaokullarda içsellemeyi inşa etmenin hiçbir haklı gerekçesi yoktur.
Almanya ziyaretimde, hükümet, göç kökenli toplumun eğitim olanaklarına ve genel olarak eğitim hakkının gerçekleştirilmesiyle ilgili bazı önemli sonuçları formüle etmeme izin verdi.
İlkin, orta öğrenim düzeyinde ve 10 yaşın altında olan öğrencilerin sınıflandırılması sürecini ve bu tip tanılama için iyi eğitilmemiş öğretmenler tarafından yapılan öğrencilerin kişisel tanısını gözlemledim.
Açıkçası, erken sınıflandırma, gelir düzeyi düşük, yoksulluk içinde yaşayanların ve göç kökenlilerin çocukları ile engelli çocukları etkilemektedir.
Yadsınamaz gerçek şu ki, yoksul ve göç kökenli çocuklar, ortaokulda (hauptschule) ortalamının üstünde yer alırken, liselerde (gymnasium) ortalamanın altında yer almaktadırlar. Bu nedenle, sistem, dezavantajlıları iki kat dezavantajlı hale getirdiği için olumsuz etkiye yol açtımaktadır..
Bu durumda, eğitim sisteminin yapısı, (bu sınıflandırmayı yapan) öğretmenlerin performansı ve öğrenciler arasında belli bir ilişki bulunabilse de, 10 yaşında yapılan bu sınıflandırma uluslararası bağlamda “antipik” olarak kabul edilmektedir.
Ziyaretim sırasında, yaklaşık %20’si ortaokul mezunu ve bu diplomayla iş bulamamış göç kökenli erkek öğrencilerden bilgi aldım. Bu işsiz gençler, dışlamayla güçlendirilmiş eğitim sistemi nedeniyle daha iyi yetiştirilmiş olanlarla rekabet etmeye zorlanmaktadırlar.
Kesinlikle, PISA ya da PIRLS gibi standart değerlendirme testleri, eğitimin yapısı ile okul başarımı arasındaki bir ilişkiyle doğrudan ilgili olmadıklarından doğrudan bu ilişkiyi ortaya koymazlar.
Yine de PISA, toplumsal bağlam ile becerilerin kazanılması arasında bir bağıntı kurar ve (özellikle evde Almandan farklı dil konuşan) göçmen ailelerin gençlerinin, ebeveynleri Almanya’da doğmuş öğrencilerin elde ettiği yeterlilikten daha düşük düzeyde olduklarını gösterir.
Üçlü yapı (ve bazı durumlarda bu yapı değişmiştir), uzun ve güçlü bir Alman geleneğinin parçasıdır. Ama aynı zamanda öğrenci başarısı ve öğrenme kalitesi açısından eğitim yapısının kalıcılığı üzerinde belirleyici etkiye sahip olan pek çok unsurun varlığı da görülmektedir. Kapsamlı bir model olarak sunulan Gesamtschule gibi alternatif yapılar söz konusuysa da, bunlar hala sınıflandırmayı yeniden üretmektedir.
Bu gözlemlerden hareketle, Birleşmiş Milletler Özel Raportörü olarak, eğitim sisteminin yapısının öğrencilerin gereksinmelerine ve haklarına daha fazla “geçirgenlik” sağlaması, farklı biçimde gelişmiş, farklı kültürel koşullardan gelen çocukların varlığını hesaba katması ve özellikle her eğitim sisteminin işleyebilmesi için temel bir öncül olarak farklılığın üzerinde yükselmesi gerektiği değerlendirmesini yaptım.
Eğitim kalitesini artırmak için gösterilen çabalar, eğer ilk baştan itibaren adil ve eşit öğrenim koşulları güvenceye alınmazsa başarılı olamaz. Erişim ve süreklilik olanağıyla birlikte temel toplumsal ve eğitsel gereksinmelere özen ve destek verilerek başarılabilir. Eğitimi, her çocuğa güvencesi verilmesi gereken bir insan hakkı olarak gören bakış açısı olmaksızın, annesi ya da büyükannesi yabancı ülkeden gelen Alman öğrencilerin özel gereksinmelerini karşılamak zor olacaktır.
Bu aktardıklarımın herkes için daha büyük ve daha iyi fırsatlar oluşturmak için yararlı olacağını umuyorum.
Hepinize çok teşekkür ederim.
|
|