Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
Yayın Sorumlusu (ViSdP): Engin Kunter
diegaste@yahoo.com
|
Anadili Temelinde Almanca Öğrenim Projesi
Zeynel KORKMAZ
2009 ve 2010 yılında düzenlediğimiz sempozyumlarda yabancı ya da ikinci dil öğreniminde anadilinin yeri ve önemi üzerinde ayrıntılı olarak durduk. Bunu, Alman kamu yönetimi açısından birincil öneme sahip olan “entegrasyon” bağlamında ele aldık ve “entegrasyonun ilk koşulu Almanca öğrenmektir” tezinin altının doldurulması gerektiğini belirttik. Bu egemen anlayışa göre, Almancayı iyi öğrenen bir göçmen kolayca Alman toplumuna “entegre” olabilecektir.
Söylenilen çok açıktır: Tüm göçmenler, göreviniz Almanca öğrenmektir!
Yanıtlanması gereken soru, göçmenlerin bu “görevi” nasıl yerine getirebilecekleri, yani Almancayı nasıl öğrenebilecekleridir.
Elbette burada yetişkinlerin dil öğrenimi ile çocukların dil öğrenimi arasında bir ayrım yapıyoruz. Üzerinde durduğumuz sorun, çocukların, yani Almanya’da doğan göçmen çocuklarının Almanca öğrenimi sorunudur.
Alman kamu yönetiminin bu soruya verdiği yanıt, “rüyalarınızı bile Almanca göreceksiniz” sözlerinde ifadesini bulan ve anadili tümüyle dışlayan bir konseptten türetilmiştir.
Bizim tezimiz ise, anadilini iyi bilen birisinin ikinci dili çok daha kolay ve tam olarak öğrenebildiğidir. Bu tezden hareket ederek, anadili üzerinde yükselen Almanca öğrenim konseptinin geliştirilmesi ve uygulanması gerektiğini söylüyoruz.
Bu tezlerimizin, gerek akademik araştırmalarla, gerekse ampirik olgularla yeterince kanıtlandığı kanısındayız.
Tartışmasız bir gerçek vardır: Göçmen çocuklar ikidilli bir toplumsal ilişki içinde yaşamaktadırlar. Çokluk 3 yaşına kadar anadiliyle büyümekte ve 3 yaşından itibaren kindergartenler aracılığıyla Almancayla ve Alman toplumuyla ilişkiye girmektedirler. Bu çocuklar, 3 yaşına kadar kendi aile orta-mında ve anadiliyle öğrendiği bilgileri Almancaya aktaramamaktadırlar. Alman çocuklarının ilk üç yılda öğrendiklerini ise hiç bilmemektedirler. Böylece çocuk yuvalarında (kindergarten) bir çatışkı ortamı oluşmaktadır.
Kaçınılmaz olarak, bu göçmen çocuklar, çocuk yuvalarında Alman bakıcıların ve Alman çocuklarının davranışlarını taklit etmeye zorlanmaktadırlar. Almanca sözcükler, bir tek şeyin bir tek karşılığı olan özel isim olarak ezberlenmektedir. Sözcükler arasında bağlantılar kurulamadığı gibi geçişler de yapılamamaktadır.
Basit bir örnek vermek gerekirse, “ausbildung” sözcüğü, Türkiyeli göçmenler için “eğitim”in, okulun bir parçası olarak kabul edilen “meslek eğitimi”dir. Türkçe “meslek” ise, mühendislik, doktorluk, avukatlık olabileceği gibi, marangozluk, oto tamirciliği, teknisyenlik gibi işler anlamına gelmektedir. Doğal olarak “ausbildung”a yönlendirilen bir çocuk bu “meslek”lerin herhangi birisini yapabileceğini düşlemektedir. Buna uygun olarak da, “doktorluk ausbildungu yapmak” türünden kavramlar türetilmiştir.
Hiçbir biçimde “aus” ile “bildung” sözcükleri arasında bir bağlantı, bir ilişki kurulamamaktadır.
Oysa anadilini, yani Türkçeyi iyi bilen bir çocuk, “meslek” sözcüğünün geniş ve dar iki anlamı olduğunu bilir. Bu nedenle de, kendisini olmayacak hayallere kaptırmayacaktır.
Ancak Türkiyeli göçmen çocukları, aile ortamında anadillerini tam ve doğru olarak öğrenememektedirler. Bunun bir nedeni, göçün kırsal kökenli oluşu iken, diğer nedeni Almanya’daki iki yarım-dillilik ortamıdır. Kırsal alanlara özgü bir Türkçe ile kindergartenlerde öğrenilen “sokak Almanca- sı” bu iki yarım-dilliliğin ayırıcı özelliğidir (karakteristiğidir).
Türkiyeli göç kökenli çocuklar Almanca öğrenmeleri konusunda anadili yetersizliğinden kaynaklanan önemli bir engelle karşı karşıyadırlar. Bu nedenle, doğru ve yeterli Almanca dil edinimi için, her şeyden önce anadildeki yetersizlik ortadan kaldırılmalıdır.
Almanca dil edinimi açısından da, Almancanın kindergartenlerde kendiliğinden öğrenilen bir “sokak dili” olmaktan kurtarılması gerekmektedir.
Bizim tezimiz, Türkiyeli göçmenlerin anadilini tam ve doğru öğrenmeleri durumunda, ikinci dili, yani Almancayı tam ve doğru öğrenebilecekleridir.
Tam ve doğru öğrenilmiş bir Almancaya sahip çocukların da, Alman “elemeci” eğitim sisteminin eşitsizliği içinde daha az eşitsiz olarak eğitim görebileceklerini iddia ediyoruz.
Die Gaste olarak bizim çözüm önerimiz, anadili temelinde programlı ve sistemli Almanca öğreniminin sağlanmasıdır.
Bu amaçlar doğrultusunda yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:
1) 3-7 yaş arasında, yani çocuğun okula başlayacağı yaşa kadar sürdürülecek olan, anadili üzerinde yükselen bir Almanca öğrenim programı hazırlanmalıdır.
Çocuğun, kendi gelişimi içinde ve gelişimin evrelerine uygun olarak, nesneleri bilme, öğrenme ve kavrama sürecinde, kendi aile ortamından edindiği ve edineceği anadilindeki sözcükler ve kavramlar doğru ve gerçek Türkçeyle uyumlandırılmalı ve bu uyumlandırmaya paralel olarak Almanca söcükleri ve kavramları öğrenmeye yöneltilmelidir.
2) Bu program, zamandaş olarak aile tarafından da yürütülebilir biçimde hazırlanmalıdır.
3) Bu program, 3-7 yaş grubu için okul-öncesi eğitim programı olarak tasarlanmalıdır.
4) Bu programın uygulandığı yerler, ne yalın biçimde kindergarten olmalıdır, ne de yalın bir “dil okulu” olmamalıdır. Bu programda, çocuğun kendi doğal gelişim süreci esas alınmalıdır.
5) Bu programa çocuklar tam gün olarak katılmalıdırlar.
4 yıl süreli bu programın ilk yılında, anadilinin geliştirilmesi ve aile ortamında edinilemeyen kavram ve sözcüklerin ediniminin sağlanması hedeflenecektir.
İkinci yıldan itibaren, bir yandan anadilinin geliştirilmesi sürdürülürken, buna paralel olarak Almanca sözcük ve kavramların öğrenilmesine geçilecektir.
Burada en önemli sorunlardan biri de, göçmen çocuğun Alman yaşıtlarından yalıtılmaması, onlarla ilişkisinin okul sürecine kadar ertelenmemesidir.
Bizim önerdiğimiz program, kesinkes “ikidilli çocuk yuvaları” oluşturulması değildir.
“İkidilli kindergarten”, iki dili bilen bakıcıların çalıştığı çocuk bakımından ibarettir. Bu “ikidilli çocuk yuvaları”nda bakıcılar ne kadar eğitimli olurlarsa olsunlar, her durumda ”kindergarten” mantığının sınırları içinde kalmaktadırlar. Bu nedenle, iki yarım-dilli çocukların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Çocuk yuvaları bakıcıları da, bu iki yarım-dilliliğin yetişkin örnekleri olarak çocuğun karşısında yer almaktadır.
Bizim önerdiğimiz program, kesinkes sıklıkla kullanılan anlamıyla “ikidilli eğitim programı” ya da “ikidilli okul sistemi” değildir. Tersine tek dilli eğitim sistemi için göçmen çocukların yeterli düzeye ulaştırılmasını amaçlar.
Bu program sonucunda okul yaşına ulaşan göçmen çocuk, hem anadilini geliştirmiş, hem de Almanca öğrenmiş olacaktır. Bu andan itibaren, Alman eğitim sistemi içinde yer alacaktır.
Bu aşamadan itibaren, Alman eğitim sisteminin selektif (elemeci) yapısının yaratmış olduğu sorunlar ortaya çıkmaktadır.
4 yıllık grundschuleler Almanca ve Matematik derslerindeki başarı durumunu ölçü olarak almaktadır. Anadili Almanca olmayan ve Almanca sözcükleri “özel isim” olarak ezberlemek durumunda olan göçmen çocuğunun başarı şansı çok azdır.
Bu durumda olan bir çocuğun ebeveynleri, kaçınılmaz olarak çocuklarının okul sisteminde başarılı olabilmesi için ek ders aldırtmak zorundadırlar. Ama asıl sorun, bu çocukların ek ders almak zorunda kalmaları değil, bu ek dersi verecek insanların bulunmasıdır. Küçük köy ve kasabalarda oturan Türkiyeli göçmen aileler böyle bir olanağa sahip değillerdir. Kaçınılmaz olarak bu çocuklar “yitik kuşaklar” haline gelmektedir.
Prof. Muñoz, raporunda, İspanyol çocuklarının bu sorununun İspanyol kilisesi ve veli dernekleri aracılığıyla çözümlendiğinden söz etmektedir. Yani Alman kamu yönetiminin katkısı olmaksızın, özel girişimlerle ve özel çabayla bu sorun çözümlenmeye çalışılmıştır.
Aynı durum Türkiyeli göçmen toplumu için geçerli değildir.
Müslüman toplumunda kilise benzeri bir kurumsal yapı mevcut değildir. Bunun yerine, değişik amaçlara sahip dinsel topluluklar (cemaatler) ve tarikatlar vardır. Bunlar, ekonomik ve siyasal amaçlar doğrultusunda hareket etmektedirler. Bu nedenle, bu dinsel toplulukların eğitim alanına el atmaları, doğrudan kendi ekonomik ve siyasal amaçlarıyla bağlantılıdır.
Öte yandan, eğitimi tümüyle kamusal, yani devlete ilişkin bir görev olarak gören ve eğitimle ilgili her şeyi kamudan, yani devletten bekleyen bir topluluk mevcuttur. Bu da, her türlü sivil inisiyatife karşı kuşkucu bir yaklaşımın ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Bu nedenlerle, göç kökenli Türk çocuklarının dil ve eğitim sorunlarında sivil toplum kuruluşlarının etkin bir rolü olmamaktadır.
Bu koşullarda, kamu yönetimi tarafından desteklenen anadili üzerinde yükselen Almanca öğrenim programının oluşturulması belirleyici bir yere sahiptir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için, her şeyden önce Alman kamu yönetiminin anadili öğrenimine yönelik tutucu yaklaşımının sona erdirilmesi gerekmektedir.
Biz, okul öncesi eğitim kapsamında ele aldığımız anadili temelinde Almanca öğrenim programıyla dil sorunun çözümlenebileceğini önerirken, aynı zamanda Alman eğitim sisteminin selektif yapısının yarattığı sorunların çözümlenmesi için, Alman okul sistemine paralel ikinci bir programın oluşturulmasını öneriyoruz.
Bu ikinci program:
1) Okul sistemi çerçevesinde göçmen çocuğun anadilinin sürekli geliştirmesini sağlamalıdır. Bugün Alman okullarında “seçmeli ders” olarak verilen Türkçe dersleri yetersiz olduğu gibi, çocuğun anadilinin gelişimine fazlaca katkıda bulunmamaktadır.
2) Bu program, çocuğun okul sürecinde derslere ilişkin karşılaşacağı sorunlarda yardımcı olmayı esas almalıdır. Bu çerçevede çocukların ev ödevlerine ve Almancayı geliştirmelerine yardım ve teşvik sağlanacaktır.
Bu programlar, kesinkes pedagojik, psikolojik ve toplumsal özellikler temelinde bilimsel olarak hazırlanacaktır. Bu amaçla, akademisyen ve uzmanlardan oluşan bir “program hazırlama kurulu” oluşturulmalıdır. Kurulun hedefi, uygulanabilir bir program hazırlamaktır.
Program oluşturulduğunda, bu programı uygulayacak eğiticilerin yetiştirilmesi özel bir öneme sahiptir. Bu eğiticilerin eğitilmesi için Duisburg-Essen Üniversitesi Türkistik bölümünün uygun bir altyapıya sahip olduğunu düşünüyoruz.
Buraya kadar ele aldığımız konular ve çözüm yolları, şüphesiz pratik uygulamanın ön çalışmaları niteliğindedir. Asıl olan bunların pratiğe geçirilmesidir.
Burada ortaya çıkan sorun, bu programların uygulanması için bir koordinasyon ve yönetim kurumunun oluşturulması ve gerekli kaynakların bulunması sorunudur. Türkiyeli göçmen toplumu açısından en önemli sorun da budur.
Burada sorunu açıkça ve içtenlikle ortaya koymamız gerekiyor. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Türkiyeli göçmen toplumu açısından, “sivil inisiyatif”ler ya da “sivil toplum kuruluşları” böylesi programların oluşturulmasını sağlayabilseler de, bunun uygulanması için gerekli kaynakları, finansmanı sağlayabilmeleri neredeyse imkansızdır. Türkiyeli göçmen toplumunda genel inanç, eğitim gibi konuların tümüyle kamu tarafından yerine getirilmesi gereken bir görev olduğudur. Kamunun öncülük etmediği ve kaynak sağlamadığı hiçbir eğitim projesinin ya da programının uygulanma şansı hemen hemen hiç yoktur. Bunun dışında varolan tek kaynak, kendi özel amaçları doğrultusunda hareket eden dinsel toplulukların (cemaatler) “bağışlar” yoluyla sağladıkları kaynaklardır. Bu da, laik ve demokratik bir eğitimle çeliştiğinden, bir alternatif olarak bile düşünülemez.
Bugün anadili ve Almanca öğrenimi konusunda geldiğimiz yer burasıdır. Bu Türkiyeli göçmen toplumunun, ne yazık ki, “makus talihi”dir. Bu aşılamadığı sürece, ne denli doğru ve gelişmiş program önerilerinde bulunulursa bulunulsun, bunların uygulanması olanaksız olacaktır.
|
|