PEGIDA-İslam Karşıtlığı yalnız “Almanya’nın Ayıbı” değil, post-modern küreselleşen “Uygarlıklar Çatışması” ideolojisinde insanlığın bir kaybıdır.
Küreselleşme çok boyutlu bir olgudur. Ekonomik, bilişimsel, kültürel, dinsel boyutlar ilk usa gelenlerdir. Ekonomik bilişimsel hegemonya kültürel boyut kazanırken, dinsel küreselleşme sav-karşısav biçiminde bir bütünün iki parçası olarak çelişkili ve hatta çatışmalı gerçekleşmektedir. Toplumsal gelişmeleri ekonomik özellikleri öne çıkarılarak üretim araçlarına sahip olan-olmayan ayırımına dayandıran tarihi materyalist kuram sentezini gerçekleştiremeyerek, reel toplumculuk sürecinin yok olmasına neden olmuş, anamalcı sistemin kendisini sürekli yeniden üretmesiyle, eski-yeni altyapı-üstyapı bütünselliği temelinde çağdaş yapılanma sürecini dönüşmüştür. Bu kültürel üstyapı, ekonomik altyapıyla etkileşim içinde öne çıkan uluslarötesi öğe, tarih boyunca biçim değiştirerek toplumların egemenlerince sürekli ateşlenmiş klasik dincileşmedir.
Komünist sistemin çökmesiyle birlikte batılı egemen güçlerin toplumlarına yeni bir “düşman” gösterme gereksinimini “İslam”la karşılanabilirdi. “Medeniyetler Çatışması” adı altında özünde çağdaş uygarlık karşıtı bir ideolojik süreç tarih sahnesine sürüldü. Bir yandan çok yönlü desteklenerek büyütülen adeta hormanlanan dinsellik, diğer yandan dincileşerek, siyasal islam olarak politik/ideolojik nitelikli yapılanma kazandı. Küresel egemen güçler dinselliğe hoşgörüyle yaklaşırken, tüm toplumsal alanlar dinselleşiyor/dinselleştiriliyor, diğer yandan da dincileşen siyasal islamla savaşılıyor. Geniş toplumsal alan sürekli dinselleşirse, bu sürecin çatışmacı ideolojik bir nitelik ve işlevsellik kazanması olayın doğası gereğidir. Hıristiyan-Batı Medeniyeti’nin çatışmacı yanı gizilgüç olarak yeterli olgunluğa ulaşması/ ulaştırılması, ki özellikle ekonomik kriz, işsizlik, umutsuzluk ve hatta aşırı tüketimin tekdüzeliği, sanal yozlaşmayla zihinsel açlığın doyuma ulaşamaması kendisine reel ya da irreel kaşıt bulmak, yaratmak, onunla sürtüşmek, çatışmak ve hatta savaşmak durumuyla durağanlıktan kurtulmayı deneyecektir. Dinci medeniyetlerin, gerekli olgunluğa ulaştıkları anlarda, bu denemelerinin kendi karşıtlarıyla çatışmalara dönüşmesi kaçınılmaz olacak ve adına “Medeniyetler Çatışması” denecektir. Oysa uygarlıktan anlaşılan, beklenen, onun insancıllık yolunda, iyilik, doğruluk, güzellik erdemlerini gerçekleştirmesi, insan soyuna çok boyutlu mutluluğa ve barışa ulaşma yöntemleri sunması olmalıdır.
Toplumlar iyi yönetilemediği, sorunlarının istenilen düzeyde çözümlenemediği, beklentilerinin karşılanmadığı durumlarda gerçeklikten uzaklaşarak, uydurma nedenler yaratarak amaç edinme, umut bulma denemelerine yönelir/yönlendirilirler. Böyle dönemlerde yığınlar toplumsal psikoloji yönlendirilmelere açıktır, küçük olaylar toplumsal/yaşamsal yıkımların nedeni olabilir. Tarih bunların nesnel tanığıdır. Toplumsal paronaya ve histeri zamanlarında varsayımsal kurgular büyük, esnek, hafif ve yakın olurken, gerçekler küçük, sert, ağır ve uzak olurlar.
Almanya coğrafyasında yabancıların ve özellikle müslümanların oldukça bulunduğu bazı Doğu Eyaletleri’nde yukarıda belirtilen durumlar, gelişmeler gözlemlenebilir. Rostock olaylarını bir anlamda nedensiz, ya da gerçek nedeni varsayılan yabancılara dönük gelişen ırkçı karşıtlığın düşmanlık boyutuna ulaşmasıydı. Bilindiği gibi bu eyalette çok az yabancı kökenli insan yaşıyordu o dönemde.
Güncel olarak sürmekte olan ve nasıl gelişeceği kestirilemeyen İslam Karşıtı Pazartesi eylemlerinin başlatıldığı eski Doğu Almanya kentinde de durum pek farklı değildir. Kesin olarak ne kadar müslüman kökenli insanın yaşadığı bilinmemekle birlikte, oransal olarak oldukça az olduğu bir gerçektir. Burada planlanması öngörülen sığınmacı barınaklarının Donkişot’un değirmenleri değil de yeli olabilecek bir esintiye savaş açılmasıdır olay. Sicili bozuk, Yeni-Nazi destekli liderin arkasına takılan her toplumsal katmandan insanların varlığı, olayın küçümsenerek savsaklananacak basitlikte olmadığını gösteriyor. Üstelik bir sonraki eyleme katılımın sürekli artması ve egemen politik kesimlerin farklı yaklaşımları olayın boyutunun büyüklüğünü ve önemini gösteriyor. Dresden’de başlayan bu İslam karşıtlığı, hiç bir başka yorum ve yaklaşıma yer bırakmayan ırkçılıktır, güncel adı yabancı düşmanlığı, insanlık düşmanlığıdır. Tüm politik sınıf adımını buna göre atmalıdır. Her türlü kafa karışıklığı, yorum farklılığı, yanlış dayanışma, acıma, ucuz popülizm, oy kaygısı, kaypak-dönek tutum, savsaklama ve zamana yayma gibi aymazlıklar, önlenmesi giderek zorlaşan sürecin acı toplumsal yıkımlara doğru ilerlemesine yol açabilir.
Almanya’da yaşayan çok farklı etnik ve ulusal kökenlerden, dünya görüşlerinden insanların tüm diğer niteliklerinden soyutlanarak kimliklerinin salt “Müslümanlar” kavramına indirgenerek, olduğundan büyük ve tek örnek gösterilmesi, hesaplı ya da hesapsız böyle yalın kategorize edilmeleri, kamuoyunda, medyada yalnızca bu kavram kullanılarak, bu insanların özellikle de olumsuz eylemde bulunan terörist, politik islamcı, kriminal, yobaz öğelerle özdeşleştirilerek diskrimine edilmeleri “Uygarlık Çatışması” kuramına da uygun çağdaş FENOMENdir. Bu konuda kimi uyarılar olmakla birlikte, Alman politik sınıfının bu kavramı kullanmaktan vazgeçmek bir yana tersine, özellikle ulusal/kültürel kimlikleri ve bu kimliklerin özünü, ana öğesini, olmazsa olmazını oluşturan anadillerinin öğrenimine gelinen yerin dili (Herkunftsprachen) fantastik uydurulmasıyla önem verilmemesi, var olan yetersiz olanakların da giderek daha da kısıtlanması, yok sayılması ve “müslüman Almanlar” yetiştirme projelerine uygun politikaların yarım yüz yıldır ulaşmaya çalıştığı sonuç “Batının İslamlaştırılmasına Karşı Yurtseverler” adlı “ucube”lerin ve eylemlerin yaratılmasıdır. Bu olay aynı zamanda çelişkili uyum stratejilerinin bir ürünü, politik sınıf temsilcilerinin şaşkınlığı, hazırlıksız yakalanarak ne yapacaklarını bilmeden tutarsız demeçlere sarılmaları, oy kaybı derdi ve öngörüsüzlüklerinin, yanılgılarının ve de başarısız (kim bilir belki de başarılı!) politikalarının sonucudur.
Bu konuda alınacak önlemler, yapılacak işler şöyle sıralanabilir:
1. Doğrudan Federal Hükümetin ve Parlamentonun öncülük edeceği karşı eylemdir. Dresden’de ve Berlin’de milyonluk protesto yürüyüşleri ve kınama toplantıları düzenleyerek kararlı tutum gösterilmelidir.
2. Eyalet hükümetleri, parlamentoları bölgelerinde yeterli girişimlerde bulunmalıdırlar.
3. Her türlü demokratik, yasal önlem geciktirilmeden alınmalıdır.
4. Dinselleşme-dincileşme politikaları gözden geçirilerek, evrensel hukuk, insan hakları ve katılımcı demokrasi temelinde inançlara saygılı, çağdaş, laik, hoşgörülü din anlayışının toplumun tüm kesimlerince benimsenmesi yönünde etkin olunmalıdır.
5. Görsel ve yazılı medya, basın sorumlu doğru yayınlarla bu alandaki güncel ve kalıcı katkılarını sağlamalıdır.
6. Ekonomik, politik, sosyal, kültürel alanlardaki eksiklikler, yetersizlikler, eşitsizliklerin giderilmesi ciddi bilimsel araştırmalar temelinde toplumsal projeler orta ve uzun süreli olarak gündeme alınmalı, göstermelik zirveler, simgesel doruklarla değil, örgün ve yaygın genel eğitimle en geniş kesimlere ulaşılarak, birlikte yaşayarak içselleştirilmeye yönelinmelidir.
Var olanı var olan olarak görüp ondan hareket edilmesi yerine var olanı yok, istenilenin var sayılması stratejik politikalarının başarısızlıktan başka sonucu olamaz. Toplumsal huzurun ve barışın yaşam biçimine dönüştürülmesi zor da olsa, uzun da sürse, engellemelerle başarısızlık olasılığı da bulunsa denenmesi zorunluluktur.
|